Gülümseyen başkan adayı fotoğrafları
Yerel seçim var ya, her yer adayların fotoğraflarıyla süslü...
Bazen bir üst geçitten, bazen bir seçim otobüslerinden, bazen reklam panosundan bize gülümsüyorlar...
Kimisi kahkaha atıyor suratımıza, kimisi kahkahasını tutmak istermiş gibi gerilmiş yüz hatlarıyla “Gıdıklamayın ya” der gibi bakıyor, kimisi oy uğruna işkenceye katlanmış da lütfedip dudaklarını yarmış, kimisi “gülümseme”yi “sırıtma” ile karıştırmış, gülmüyor, düpedüz sırıtıyor!
Kimisinin gülüşü kahkaha ile “tebessüm” arasında kararsız, kimisininki matematiksel bir yaklaşımla belirlendiğini düşündürecek kadar ölçülü, kimisininki aşırı saygılı ama mimiksiz...
Kimisinin gülüşü sadece dudaklarda kalmış; ne gözlere nüfuz edebilmiş, ne yüzdeki sinirlere; öylesine zorlama, öylesine yapay...
Çok azının gülümsemesi görenleri gülümsetecek kadar içten ve sıcak... (Bence tebessümün ölçüsü, görene gülümseme ihtiyacı hissettirmesidir, Peygamber-i Âlişan Efendimiz tarafından övülen tebessüm de bu olsa gerektir).
Bunları gördükçe anlıyorsunuz ki, biz gülmeyi sevmiyoruz...
Sevmediğimiz için de gülmüyoruz! Hatta asık suratlı olmayı ciddiyet sayıyoruz. (Paralarımızdaki Atatürk fotoğrafları bile bilgisayar marifetiyle güldürülüyor).
Çünkü gülme ve ağlama (yani duygusal olma hali) sonradan öğrenilebilen bir şey değil. Ya da çok zor öğrenilir. İnsanın tamamen iç âlemiyle ilgilidir bu. Eğitimi anne karnından başlar, yetişme çağı boyunca devam eder.
Çoğumuz böyle bir eğitimden geçmedik. Örnek aldığımız aile bireyleri büyük ihtimalle gülmeyi seven insanlar değillerdi. Ya da “sorunlar” buna izin vermiyordu.
Bu yüzden, yetiştiğimiz aile ortamında hayatın güzelliklerinden ziyade dertleri konuşuldu. Şükürden çok yakınma duyarak büyüdük.
Bundan dolayı hayatın olumsuzluklarına kilitli yaşıyoruz...
Bir bakıma dikeniyle uğraşmaktan gülü koklamaya vakit bulamıyoruz.
Tabiatıyla da gülemiyoruz. Gülümsemeyi, sadece “ihtiyaç” olduğu zaman kullanıyoruz: Çoğunlukla seçimden seçime!..
Seçim sath-ı mailinde hemen her yerde karşımıza çıkan aday fotoğraflarının dudaklarına yerleştirdikleri kimi örgün, kimi özgün, kimi gergin, kimi yapay, kimi de içten gülümsemelerin kısa hikâyesi işte budur. Bu hikâye hayatı algılamamızla ilgilidir.
Hayatın her halinden “hamd” ve “şükür” çıkaran yapıdan, hayatın hiçbir hali karşısında mutlu olamayan bir yapıya geldik. Başbakan’ın “hamdolsun” demesi bile sorun oluyor: Muhalefet Başbakan’ın bu yaklaşımını, neredeyse başlı başına bir “kriz” sebebi sayıyor!
Bu günlerde hemen her yerde karşımıza çıkan başkan adaylarının her türden gülümseyişlerini analiz ede ede geldiğim nokta şu: Adaylarımız halka şirin görünmeye çalışıyor.
Demek ki, tebessümün insanı güzelleştirdiğine inanıyorlar.
Gerçekten de içten gelen gülümseme insanı güzelleştirir. Herkes bunun farkında. Farkında olmasak karşımıza çıkan her kameraya gülümser miydik?
Hangi durumda olursak olalım, kamerayı fark ettiğimiz anda gülümsemeye çalışıyoruz.
Tabii kamera gider gitmez suratlar hemen düşüyor!
“Surat asmaya devam” emri almış gibi “doğal hal”imize dönüyoruz!
¥
Rahmetli anneciğim hem döver, hem de “Erkekler ağlamaz” diye azarlardı.
“Karı gibi gülme” sözünü ise büyüklerimden yiye yiye büyüdüm... (Sonradan fark ettim ki, bizim kadınlar da gülmeyi pek sevmiyorlar).
Gülmeyle ağlama arasında yıllar boyu süründüm. Toplum ikisini de yasaklanmıştı. Karakterim bu çelişki içinde şekillendi.
Bu çelişki, “Erkekler ağlamaz” diyen annemi toprağa vermek zorunda kaldığım güne kadar sürdü. Otuzlu yaşın sonlarındaydım. Baktım gözyaşlarım kefenini ıslatıyor.
Kulağına eğildim ve “Anneciğim” dedim, “erkekler de ağlar!”
O gün hemen oracıkta ağlamayı öğrenmeseydim, yüreğim çatlayabilirdi.
¥
Türkümüz, Kürdümüz, Lazımız, Sünnimiz, Alevimizle biz aynı dünyanın çocuklarıyız. Aşağı yukarı aynı terbiyeden geçiyoruz. Aynı endişeler dolduruluyor yüreklerimize...
Çocuksu gülüşlerimiz, “Karı gibi gülme” safsatasında azarlanıyor...
Samimi gözyaşlarımız, “Erkekler ağlamaz” diye ayıplanıyor.
Ortaya gülmeyi beceremeyen, duygusallığın semtinden geçmemiş tuhaf modeller çıkıyor o zaman.
Maske gibi suratlarla bön bön bakınmayı “erkeklik” sayıyoruz!
Neyse: Üst geçitlerden, duvarlardan, reklam panolarından gülmeye çalışan politikacı fotoğraflarına kızarken, bir de baktım kendi fotoğraflarımın neredeyse tamamı gülüyor.
Bazısı samimi bir tebessüm, bazısı yapay sırıtık, bazısı içtenliksiz bir yama...
Fark ettim ki, biz en çok kamera karşısına geçtiğimizde gülüyoruz.
Gülümsemeyi hayatın bir parçası olarak görmüyoruz. Bu konuda o kadar ısrarlıyız ki, “Mü’minin mü’mine tebessümü sadakadır” hadisini bile görmezden geliyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.