Serdar Arseven

Serdar Arseven

Anadolu’da VAKİT rüzgârı!..

Anadolu’da VAKİT rüzgârı!..

Diyarbakır, Batman, Bitlis, Mardin, Adıyaman, Ağrı, Bingöl, Muş, Gaziantep, Elazığ, Malatya, Van, Şanlıurfa, Kastamonu, Karabük, Çankırı, Kırşehir, Amasya, Tokat, Samsun, Kırıkkale, Konya, Çorum.
Şükür, geniş çaplı bir turu tamamladım.
Tam 23 il, kısmetse seçim öncesi bir kez daha Konya’ya, Sivas’a, Adana’ya da ulaşmak istiyorum.
Zaman sıkıntısından dolayı gidemediklerim kusuruma bakmasın;
Gönül, 81 vilayeti de tamamlamak istiyor; hatta ilçelere, beldelere, köylere gitmek.
Kısmetse, bir sonraki turumuzda da diğer illerimizi çıkartırız ve dahi, Vakit’in tirajına önemli katkılarda bulunan ilçelerimizi.
Bir ayda 23 şehir; “seçimin nabzı” bahane ya da vesile... Esas niyetim, Vakit okuyucularıyla buluşmak...
“Hakkımızda ne düşünüyorlar”, “Niçin takdir ediyor ve hangi sebeplerden dolayı kızıyorlar?..”
Bunları tam mânâsıyla kavramak.
Gelen telefonlar ve mesajlarda bunların bir kısmının cevapları var elbette... Ancak, “yüz yüze” temas başka...
Aradaki perdeleri kaldırıp okuyucularınızla bir araya geldiğinizde olumlu-olumsuz tepkiler çok daha net bir şekilde karşınıza çıkabiliyor. Ve siz de kendinizi rahatça anlatabiliyorsunuz.

Türkiye çok zor bir ülke... Burada siyaset zor, gazetecilik bin kat zor... Hele, bağımsız bağlantısız gazetecilik... İçinden çıkılmaz çile!..
Sırtını bir yerlere; partiye, pırtıya, cemaate, şu “siad”a, bu “siad”a, o iş adamına bu iş adamına dayamışsan...
Paşalara, maşalara dayamışsan... Hükümete dayamışsan...
Ohhh!..
Gazetecilikmiş, bağımsızlıkmış; bağımsızlık olmadığında gazetecilik de olmazmış...
Ne gam!..

VAKİT, bütün bu ilişkilerin dışında...
Taaaa, 20 sene evvel, Vakit ruhunun ilk temsilcisi olan Cuma dergimizin birinci sayısı henüz çıkmamışken...
Mustafa Karahasanoğlu ağabey demişti ki bana: “Evlat, bizde para pul yok!.. Çok çalışıp az kazanmak, çok üretip az takdir edilmek durumunda kalabiliriz. Büyük sıkıntılar çekebiliriz. Sadece dört sayılık kaynağımız var, batabiliriz. Bunların hepsi olabilir de... Gidip birilerinden para istemek, yardım dilenmek, bu işi birtakım dünyevi menfaatler karşılığında yapmak olmaz!..”
Bunları söylemişti... Ve eklemişti: “Bak etrafına; birçokları bu gazetecilik işini büyük servetlere, makamlara ulaşmanın vasıtası olarak görüyor. Bizim için gazetecilik, dâvâmıza hizmetin aracıdır!.. Alnı secdeye değen herkes kardeşimizdir... Biz hepsine elimizden geldiğince sahip çıkacağız... Bunu da sadece ve sadece Allah rızası için yapacağız!..”

O gün bugün bu hassasiyetle ilerledi bu gazete...
Ve (Allah ömür verirse) bundan sonra da; “kimseye taşeronluk etmeden” yürüyüşünü sürdürecek!..

Tam 23 il dedik, bir ayda 23 il... Oralarda, bunları dile getirdik...
Ve hemen ifade edelim ki, az konuştuk, çok dinledik.
Birkaç gün “Karadeniz”, birkaç gün “İç Anadolu”, “Doğu”, “Güneydoğu..”
Kısa süre içinde hızlı geçişlere şahit olduk...
Düşünün; kısa süre arayla, bir “laz” vatandaşımızla, bir “Kürt” vatandaşımızla sohbet ediyorsunuz!..
İç Anadolu steplerinde de, bambaşka iklim buluyorsunuz...
Muhteşem bir ülke bu; okuyucunuz da öyle oluyor haliyle...
Çankırı’daki, Kırşehir’deki dostlarımız, “DTP’ye ve arka plânına daha fazla yüklenmemizi” talep ederken, Diyarbakır ve Batmandakiler bir başka havada: “DTP’ye fazla hücum etmiyor musunuz?. Siz de dışlarsanız, iterseniz nasıl kazanırız bu arkadaşları?..”
Şimdi biz ne yapalım?..
Duruşumuz belli;
Türk’e zulüm ile Kürd’e zulüm arasında zerre fark yok!..
Türkçe ve Kürtçe “eşit”tir, bize göre!..
Kavmin değil, takvanın önemi vardır... Üstünlük de, ancak ondadır!..

Kürt kardeşlerimiz, yıllar yılı ezildiklerini, horlandıklarını, faili meçhullere, gözaltında kayıplara muhatap olduklarını anlatıyorlar uzun uzun...
İç Anadolu’da ve Karadeniz’de farklı bir hava var;
Onlar da “ezildiklerini”, “horlandıklarını”, “her türlü hizmetten mahrum kaldıklarını” ancak isyan etmediklerini anlatıyorlar...
Tamam işte; bir ortak yön var demek ki: Mevcut sistemden, modelden herkes rahatsız!..
Kimse memnun değil, “isyan etmiş olsun olmasın” herkes değişmesini istiyor...
Birbirimizle uğraşacağımıza, el ele verelim ve (hukuka uygun yollardan) değiştirelim bu düzeni!..

Bilenler biliyor... Bilmeyenler sorunca anlattım:
“Ben Kastamonuluyum, baba tarafından dedelerim İnebolu’dan İstanbul’a göçmüşler, anne tarafım bu ilin Araç adlı ilçesinden.
Dünya kadar Kürt arkadaşım oldu, hatta daha çok da Kürt arkadaşım oldu. Karadenizlilerle, bilhassa da Trabzon, Samsun ve Rizelilerle iyi anlaştım.
Kastamonu’nun bazı Kürt köyleri var; oralara gittim, oturdum, kalktım, yedim, içtim...
Camiye girdim mi herkes aynı; Kürtmüş, Türkmüş, Arapmış, bana ne!..”

Bunları konuştuk oralarda...
MHP’lilerle bir araya geldik, DTP’lilerle, Saadet Partililerle, AK Partililerle, DP’lilerle, “oy kullanma” işine karşı olan “radikal”lerle... Her oturumda VAKİT’e dair meseleler geldi gündeme...

Mesela; kimi, “fazla milliyetçi olduğumuzu” öne sürdü, kimi “Milliyetçileri fazla dışladığımızı!..”
Bu meselelere nasıl baktığımızı izah için ne misaller verdik... Kimi zaman da, sessiz kalıp gülümsemeyi tercih ettik...
Oralarda bir dizi mesaj verdik ve tabii daha çok da mesaj aldık... Ve bunları, gazetedeki yönetici arkadaşlarımıza olduğu gibi aktarmaya başladık.

Kızan, kızmayan sağolsun...
Bu sefer esnasında bir kez daha gördük ki, gönüllerde çok özel bir yerimiz var...
Ülkenin en güçlü gazetesi; şüphesiz, hiç şüphesiz VAKİT’tir!..
Zira, ülkenin yegâne bağımsız, bağlantısız gazetesi VAKİT’tir!..
Bu gerçeği sohbet halkalarımıza katılanların tamamı teslim etti... Bağımsızlık, bağlantısızlık, cesaret, dik duruş, kararlılık hepsi tamam.
Bazı eksikler yok mu?.. Var elbette…
Var da... Giderilir be!..
Yeter ki, boğazdan geçen temiz olsun!..
Yeter ki, VAKİT gibi bir gazeten olsun!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi