Serdar Arseven

Serdar Arseven

“O hep üşüdü!..”

“O hep üşüdü!..”

Kafam allak bullak.
BBP’nin merkezi’nde, Muhsin Yazıcıoğlu’nun odasında, masasının hemen yanı başında... Bir curcunanın ortasında kalmışım...
Her kafadan bir ses çıkıyor... “Hrant Dink işini önce bize yıkmaya çalıştılar, sonra da işte böyle akılları sıra intikamını aldılar” diyor, meçhul biri...
“İHA muhabiri 20 dakika boyunca cepten konuşuyor, İl Başkanımızın telefonu gecenin yarımına kadar çalıyor... Şu devlete bak, yer tespiti yapamıyor!..”

Bakanlar arıyor, birbiri ardına... Genel Sekreter Yalçın Topçu, her arayana “Şu kadar saat geçti aradan... Bir sürü teknik açıklama, bir sürü mazeret!.. Bunları duymaktan bıktık, usandık!.. Koca devlet bu kadar mı çaresiz!” diyor... Koca devlet!..

Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’le Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu geliyor...
Çiçek; “Bu durumda ne söylenebilir ki” diyerek giriyor söze... Ve üzüntülerini dile getiriyor...
BBP yöneticilerinden sitem gelince, devletin her türlü imkânı kullandığını ifade ettikten sonra, helikopterde bulunan ve sinyal alınan cep numaralarını teker teker okuyor;
Elinde “Ulaştırma”dan resmi belge; “Saat 16.20’de haber almışlar, 16.25’te bu saydığım cep telefonlarından aldıkları sinyalleri değerlendirip frekans tespit etmişler” deyince...
BBP’lilerden itiraz geliyor: “Biz, 15.33’te kendi mekanizmalarımızdan kazayı haber aldık. Siz, 16.20’den bahsediyorsunuz. Bürokrasi böyle mi çalışır bu ülkede!..”

Bu ziyaretin ardından, Deniz Baykal giriyor içeriye...
Gelen giden;
Biri de Erbakan Hoca... Şaşkın, biraz da öfkeli: “Böyle şey mi olur, kardeşim!.. Bu çağda cep telefonuyla bağlantı kurulmuş bir helikopter, bunca saattir bulunamaz mı? Demek ki, düşman oraya inse yirmi dört saat, otuz dört saat haber alınamayacak. Adamlar her şeyi istedikleri gibi yapacak!..”

Baz istasyonlarının arasındaki mesafe uzunmuş... Düşen helikopterin eni 1, boyu 30 kilometre olan bir alanda olduğunu tespit edebilmiş bizim devlet... Hava şartları kötü, arazi şartları zorlu imiş...

“Devlet seferber olmuş!..” Öyle diyorlar.
Bölgedeki Alperenlerden telefonlar geliyor... Tepki büyük: “Bizim köyde bir adam kaybolur da nasıl aranırsa, öyle aranıyor helikopter!..”
-Peki ama Başbakan geldi oraya... Etkisi olmadı mı?..
“Hayır, zararı bile oldu!.. Başbakan gelince, asker daha da yavaşladı!..”

Parti merkezine bu tür “tepkiler” ulaşıyor... Yönetim bu tepkilerin çok azını yansıtıyor dışarıya... Kapalı kapılar ardında söyledikleri müthiş oysa: “Her şey en ince ayrıntısına kadar ortaya çıkar. Bir ihmal varsa, en küçük bir ihmal varsa hiçbir kurum hesabını veremez bunun!..”

Acziyet, çaresizlik, öfke, üzüntü...
Bu duyguların çatıştığı anlarda... Muhsin Yazıcıoğlu, “Üşüyorum” adlı şiirini okuyor... “Acı” içinde inleyen “Anneciğinin” görüntüsü ekranda...
Ses Muhsin Başkan’ın:
Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır
Uzak, çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgâr gibi, süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum..

Beton çok soğuk üşüyorum!..
Şiir bittiğinde... Dedim ki içimden; ağla Türkiye!..
Muhsin Başkan’ın gidişine değil, kendine ağla!..
Sen “Adam” kıymeti bilmedin!.. Sen; “Muhsin Yazıcıoğlu iyi adam ama lider değil” dedin... “Lider olsaydı şimdiye kadar çoktaaan parayı bulurdu!..” Böyle dedin!..
Bunu ağzınla söylemedinse de “tercihlerinle” belli ettin!..

“Parasız adamdan lider mi olur?..” Evet olmaz!..
Yazıcıoğlu, “finans kaynakları kirli” politika dünyasının adamı değildi... Taviz verilemez prensipleri vardı, sabitleri vardı... “Biçimsiz tekliflere” sonuna kadar kapalıydı!..

Bir gün “Paranız yok, pulunuz yok, siyaset sizin neyinize” yollu takıldım da...
“Ne yapayım kardeş yetim hakkı mı yiyeyim!..” dedi...
“Çalıp çalıp döner mi dağıtayım!..”
“Dağıtıp dağıtıp yüzde yedi oy mu alayım!..”
“Amerika ile, İsrail’le gizli pazarlıklar mı yapayım!..”

Böyle adamlar, yatakta ölmez!.. Koltukta da ölmez!
O böyle olmanın bu dünyadaki “bedelini” ömür boyu “üşüyerek” ödeyen... Ve bu dünyada çektiği çilelerin mükâfatını da İnşallah “Ebedi saadet”le alacak olan...
Adam!.. Büyük adam!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi