Bana ne bu konuşmadan?

Bana ne bu konuşmadan?

Genelkurmay Başkanı konuştu geçenlerde. O günden bugüne, ne dediğini analiz ediyor, anlamaya çalışıyoruz. Şunu demiş, bu analizi yapmış, şu düşünüre atıfta bulunmuş... İyi de, bana ne?
Orgeneral Başbuğ'un konuşması, büyük ölçüde askerin görev alanının dışında. Kimlik, modernite, din nasıl olur da Genelkurmay Başkanı'nın konuşmasının ana gövdesini oluşturabilir? Yurt savunması için eline silah verilmiş bir kurumun başkanının yurttaşlara anlatacağı başka şeyler olmalı. Örneğin, önceki gün bir F-16'nın neden düştüğü... Veya Abdülhamit Bilici'nin açıkladığı, 'akredite' olmayan bir haber ajansı muhabirini 'kurtarma(ma)' olayına ilişkin neler yapıldığı veya yapılacağı... Bunları açıklamaya ne derler acaba?

İçeriğinden bağımsız olarak, komutanların siyasal analizler yapmaları demokratik ülkelerde normal karşılanmaz. Asker, sivil otoritenin altında savunma organizasyonundan sorumludur, ülkenin nasıl ve kimler tarafından yönetileceğinden değil. Türkiye'nin 'özel koşulları'na sığınılıp siyasete, topluma, ekonomiye ve hatta kavramsal dünyamıza müdahale etmenin ne demokrasiyle ne de askerlik işiyle bir alakası vardır. Üstelik Huntington'ın 1957 yılında yayınlanan 'the Soldier and the State' kitabından çağdaş demokratik bir sivil-asker ilişkisi modeli çıkmaz. Zaten amaç da çağdaş bir modeli örnek almak değil herhalde.

Ayrıca 'sivil refleks'in asker-dışı çevrelerde de pek noksan olduğu görülüyor. Öyle olmasa ülkenin neredeyse bütün ulusal televizyon kanalları Genelkurmay Başkanı'nın verdiği bu sunuşu canlı yayınlamazlardı. Kaç gündür Genelkurmay Başkanı'nın dediklerinin şifrelerini çözmeye çalışıyoruz. Birçok demokrat aydın, yazar bile söz konusu konuşmadan 'açılım' çıkardı.

Bu 'dil'i ve 'sunum'u veri alarak tartışmaya başladığımız anda o dilin ve eylemin meşruiyetini de kabul ediyoruz demektir. Komutanlar da tabii ki sosyal ve siyasal olaylara ilişkin fikir ve kanaat taşırlar, ama bunları üniformalarıyla açıkladıklarında 'tartışma kapanır'. Emir-komuta ilişkisi 'tek yorum'a, 'tek hakikat'e izin verir çünkü. Üstelik Orgeneral Başbuğ'un ulus devlet, millet, kimlik, cemaat yorumlarından belli politik sonuçlar ve öneriler çıkar, başka analiz ve öneriler de dışlanır.

Komutanlar düşünce tartışmalarına hazırlarsa, önce üniformalarını çıkarmaları, ellerindeki silahları bırakmaları gerek. Aksi halde 'özgür bir tartışma' olmaz. Ama ille de bunu yapmaları gerekmez. Memleketin askere de ihtiyacı var yurt savunması için. Yalnız bu silahlı güç, din toplum ilişkisinin, modernleşmenin, kimliğin, tarihin, demokrasinin 'doğrusu'nu 'öğretmeye' yeltenirse hem toplumun öz ve özgür tartışmasını bozar hem de kendi işlerinin kapsamı dışına çıkar.

Tamam, asker güvenlik meselelerini anlatsın, dinleyelim; ama güvenlik deyince de içine ne olursa koyuyorlar. Güvenlik şemsiyesinin altına alınmayan hiçbir konu kalmıyor. Bunun adı, 'güvenlikleştirme'; yani, bir iktidar kurma ve meşrulaştırma aracı. Her konu güvenlik kavramının içinde ele alındığından bütün kararların nihai mercii olarak ordu çıkıyor karşımıza. Böylece siyasal ve toplumsal alan 'askerileştiriliyor', neredeyse bütün ülke, bütün alanlar ve bütün karar mekanizmaları 'askerî bölgedir, girilmez' levhalarıyla sivillere kapatılmaya çalışılıyor. O yüzden bu 'güvenlik dil'i çok işlevseldir; iktidar kurar, sivil ve siyasal alanları denetler. Yapılması gereken, bu 'askerîleştirilmiş dil'den uzak durmaktır. Orgeneral Başbuğ'un konuşması bu noktada bir 'masterpiece'dir; bazı liberal demokrat yazarları bile bu 'dil' içine 'angaje' etmiştir. Bu konuşma ve konuşmaya yüklenen anlam ve önem, Türkiye'nin hâlâ askerî vesayet rejimi altında olduğunun bir göstergesi.

Akademik analiz (bazılarının sevdiği bir kelimeyi kullanırsak) 'kisvesi' altında askerin örtülü 'vesayet siyaseti' izlemeyi sürdürdüğünü görmek gerek. Aksi halde, 'sözde sofistike' bir dil çerçevesinde 'vesayet' kendine yeni kanallar açarak yoluna devam eder.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi