Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Saylan ve Dalan... Yalan ne, gerçek ne?

Saylan ve Dalan... Yalan ne, gerçek ne?

“Sebze” ve “meyve” üreticileri gayet iyi bilirler... Bazı üreticiler; sebze ve meyvelerin “ufak” ve biraz “yamuk” olanlarını “kasa”ların altına, “iri, parlak ve güzel” olanlarını üst tarafa dizerler ki, “görüntü” güzel olsun, sebze ve meyve “albenili” olsun... Bazı “manav”lar ve “pazarcılar” da öyle yapar ya... Sebze ve meyvenin “iri”lerini ön tarafa yığarlar, ama “poşet”e koyarlarken, “küçük, yamuk ve çürük”leri doldururlar... Biz öyle yapmazdık... Tarladan topladığımız “domates, patlıcan ve biber”leri kasalara dizerken, “çürük” ve “yaralı”ları kendimize ayırır, “Hal”de veya “pazar”da satılacak olanların “iri”lerini ve “ufak”larını “ayrı ayrı kasalar”a dizerdik ki; “küçük”ler ve “iri”ler birbirine karışmasın... Ki, zaten “iri”lere ayrı fiyat verilirdi, “ufak”lara ayrı fiyat... “Pazar”da da aynısını yapardık... “İri”lere ayrı, “ufak”lara ayrı fiyat koyardık ki; vatandaş eve gittiğinde “beni aldattılar” demesin... Öyle ya; poşete “irili-ufaklı domatesleri” doldurursun ama, aynı insanla gelecek pazar yüz yüze geldiğinde ne diyecek, onun yüzüne nasıl bakacaksın?..

KILI KIRK YARARIM, ÇÜNKÜ!
Ne yalan söyleyeyim, “sebze ve meyve” konusunda küçükken gösterdiğimiz bu hassasiyet, benim için bir “yaşam tarzı” oldu... Rahmetli annem ve babam ile büyüklerimden gördüğüm bu “incelik”leri, şu anda ben, “yazı”larımda uyguluyorum...
Nasıl uyguluyorum?
“Doğru”ların arasına “yalan” karıştırmayarak uyguluyorum... Yani “üç-dört doğru” arasına “bir yalan ve yamuk” karıştırıp da, hepsini aynı sepete koymamaya ve dolayısıyla vatandaşı aldatmamaya çalışıyorum.
Çünkü biliyorum ki;
Bir gün bir “Molla Kasım” çıkar ortaya ve “yalan”ların hesabını soruverir!..
Hesap soran çıkmasa bile;
Her yazılan yazı, nihayetinde “el içine” çıkıyor... Yarın bir gün, birisi çıkar da; “Yazdığın yalan!.. O olayın aslı öyle değil” derse, ne cevap veririm?..
Yüzüm kızarır, nutkum tutulur!..
İşte böyle bir durum yaşamamak için, ince eler, sık dokurum... “Olayın aslı”na ulaşmak için kılı kırk yararım ki, sizlere “yalan-yanlış” bilgiler vermeyeyim!..
Böyle bir alışkanlığı kazanmamda bana önder ve örnek olan rahmetli annem ve babam ile aile büyüklerine bir defa daha “teşekkür” edip, onları “rahmet”le anarken, bu yazıyı niye yazdığıma açıklık getirmek istiyorum.
Efendim, ben “doğru”nun tek olduğuna inanıyorum... Doğrular, “kişi”lere, “zaman”a ve “zemin”e göre değişmez...
Ama görüyorum ki;
Bazı “politikacı”ların ve bazı “yazar”ların doğruları “çok”tur!.. Onların doğruları, “bulundukları ortam”a, “çıktıkları ekran”a, “demeç verdikleri gazete”lere veya “konuştukları kişi”lere göre değişir!..
Meselâ bir ekrana çıkıp; “Türkan Saylan eşi-benzeri bulunmaz bir bilim kadınıdır” derler... Başka bir ekrana çıkıp; “Ama Türkân Hanım da bu muameleyi haketti” demekte hiçbir beis görmezler!..
Yani hem “nal”ına vururlar, hem “mıh”ına!..
Böyle yaparlar ki; zaman ve zemin değiştiğinde, “Ben böyle demiştim” deyip, “gemilerini yürütmeye” devam edebilsinler!..
Hiç kimse kusura bakmasın;
Ben bunlara “fikir adamı” diyemiyorum... Bunlar, olsa olsa “profesyonel fikir fahişesi” olurlar!..
Olurlar olmasına da;
Her yazdıklarının, her konuştuklarının bir “çetele”sinin tutulduğunu ve bir gün yüzlerine vurulacağını unutmasalar, iyi ederler!..

TÜRKAN SAYLAN VE İZMİR MİTİNGİ!
Mevzu açılmışken söylemek istiyorum... Son günlerde bir “moda” mıdır, “salgın” mıdır nedir, bir “Türkan Saylan aşkı” kapladı her tarafı!..
“Yaşlı ve hasta Türkan Saylan’ın evinin aranmasını doğru bulmuyorum” diye lâfa giren “yalaka” takımı; onun hem “darbe”lere ve hem de “şeriat”a karşı çıktığını, hatta bu yüzden İzmir’deki Cumhuriyet Mitingi’nde “konuşmasının engellendiğini” ileri sürüyor!..
“Kılıf” da buluyorlar!..
Çünkü efendim, Jandarma eski Komutanı Emekli Org. Şener Eruygur’un amacı, bu mitinglerle, “darbeye zemin hazırlamak”mış ama Türkan Saylan “darbeye karşı” imiş!..
İzmir’de, bu yüzden konuşturulmamış!..
İşin garip tarafı;
Bu “kuyruklu yalan”a Türkan Saylan’ın kendisi de inanıyor, iyi mi?.. O da, “darbeye ve şeriata karşı” olduğu için konuşturulmadığını sanıyor!..
Ama “gerçek” öyle değil!..
Gerçek, bunun tam tersi!..
Şimdi sizlere, tıpkı çocukluğumda sebze ve meyve kasası döşerken yaptığım gibi; “hile”siz, “hurda”sız, “çürük”süz ve “yalan”sız bir fotoğraf sunacağım...
Tarih, 29 Nisan 2007... Yer, Çağlayan Meydanı... Cumhuriyet mitinglerinden ikincisi yapılıyor.
Kürsüye çıkan miting düzenleme komitesi üyelerinden Prof. Dr. Necla Arat, “Ne şeriat istiyoruz ne darbe istiyoruz, tam demokratik Türkiye istiyoruz” diye kalabalığa hitap ediyor!..
Ardından ÇYDD Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan çıkıyor kürsüye ve meydandakilere, “Ankara’dan, İzmir’den, dağlardan, denizlerden, serhat boylarından gelen sevgi dolu insanlarımız; anneler, babalar, bebeler, gelip hüzün dolmuş İstanbul’umuzu varlığınızla şenlendirdiniz, hoş geldiniz” diye hitap ediyor...
Herhalde anladınız;
“Ne darbe, ne şeriat!” lâfı, ilk önce Çağlayan’da sarfedilmiş... Yani, “engelleme” diye bir şey yok!..
Gelelim İzmir’deki mitinge...
Tarih, “bir ay sonra”sı...
O gün yaşananları, Zülfü Livaneli Vatan’daki köşesinde şöyle yazmıştı:
- “Ben Cumhuriyet Mitingi’ne gittiğimi sanıyordum. Ama Ferda Kardelen, düzenleme komitesindeki arkadaşlarından bile kaçırıp oldu bittiyle CHP mitingine çevirmek istedi. Diğer mitinglerinde Türk bayrakları varken, İzmir’de CHP bayrakları da açıldı. Amaç Baykal’ı ‘uzlaşmacı lider’ olarak alkışlatmak, Zeki Sezer’i ise zor duruma düşürmekti.”
- “Halktan büyük istek alıyordum. Bunun üzerine düzenleme komitesine başvurdum. 12 kişilik komitede 9 kişi büyük bir heyecanla karşılarken Kardelen engel olmak için her şeyi yaptı. Ama başaramadı.”
- Türkan Saylan’ı konuşturmayacaklarını öğrendiğinde, ‘Ben sahnedeyken onu konuşmaya davet edeceğim’ dedim. Bunun üzerine biraz sonra gelip, ‘Saylan konuşacak ama siz anons etmeyin, biz anons edeceğiz’ deyip beni kandırdılar.”
Görüyorsunuz ya;
Ortada bir “fikrî kavga” yok... “Politik bir kavga”, daha doğrusu “CHP’nin rant kaygısı” var...
Ki; İzmir Cumhuriyet Mitingi’ni Düzenleme Komitesi Başkanı Avukat Ferda Kardelen, iddialarla ilgili olarak, 15 Mayıs 2007 tarihli Hürriyet’e şu açıklamayı yapıyordu:
“Düzenleme Kurulu’nda 200’ü aşkın örgüt var. Örgüt başkanlarına konuşma hakkı vermeme yönünde ilke kararı almıştık. Prof. Dr. Türkan Saylan’ın konuşma talebini bu yüzden reddettik. Livaneli ise CHP ile hesaplaşmasını alana yansıttı.”
Görüyorsunuz ya;
Ortada, adına “sidik yarışı” diyebileceğimiz bir “inatlaşma” var... Ama bu inatlaşmanın “fikrî” veya “ideolojik” hiçbir tarafı yok!..
Gelin, görün ki;
Hem Türkan Saylan, hem de ona “güzelleme” yapanlar, hâlâ “miting üzerinden prim” sağlamaya çalışıyorlar!..
Uzun lâfın kısası;
Türkan Saylan’ın “İzmir’de konuşturulmaması”nın perde arkasında; “Ne darbe, ne şeriat” diyecek olmasının hiçbir rolü yok... Eğer böyle demek “konuşturulmama” sebebi olsaydı, herhalde Necla Arat, Çağlayan’da konuşturulmazdı!..
Gerçek, budur efendim!..

DALAN, SAFİ YALAN!
Bu gerçeği açıklayıp, Prof. Türkan Saylan ve ona güzelleme yapanların “ideolojik rant devşirme” heveslerini kursaklarında bıraktığım için özür dilerim!!!..
Ama ne yapayım ki;
Benim de, “gerçekleri yazmak” gibi bir huyum var... Elimde değil işte; “konsept”e uyup, bir türlü “profesyonel fahişe” olamıyorum!..
Hem sonra, ben gizlesem bile; “gerçek”lerin; bir gün mutlaka “ortaya çıkmak” gibi huyları var!..
Alın işte... Bedrettin Dalan’ın da “safi yalan” olduğu, 24 saat içinde çıkıverdi ortaya!..
“Ergenekon Terör Örgütü”ne yönelik operasyonda “gözaltı”na alınacağı bir “medya patronu” tarafından kendisine söylenen ve anında yurt dışına kaçan, şu anda da ABD’de bulunan Bedrettin Dalan, Poyrazköy’deki “tapulu arazi”sinde çıkan “cephanelik” üzerine, daha önceki gün diyordu ki;
“O araziyi 19 yıl önce 17 milyon dolara satın almıştım... Arazi, o zamanlar tarım alanıydı... Daha sonra, o bölgeye SAT Komando Okulu yapıldı... Ben bile, kendi tapulu arazime askerden izinsiz giremiyorum... Arazide bulunan mühimmatın benimle hiçbir ilgisi yok!”
Mu acaba?..
Dalan’ın bu “savunma”sını dünkü haber ve yorumlarımızda aktarıp, sormuştuk: “O halde, bu silahlar kimin?.. Askerin mi?”
Genelkurmay’dan bu konuda yapılmış “resmî bir açıklama” yok... Ama, muhabirimiz Hakan Gündüz’ün görüştüğü “arazinin eski sahipleri” ve “muhtar”ların yaptığı açıklamalar var ki; “şüphe”lerin, yeniden Dalan üzerinde yoğunlaşmasına yol açıyor!..
Çünkü efendim;
O bölgeye SAT Komando Okulu, “Dalan araziyi aldıktan sonra” yapılmış değil!.. “Taa 1950 yılından bu yana” orada faaliyet gösteriyormuş askerler!..
Arazinin eski sahibi Sabahat Nurcan hanım öyle diyor... Sabahat Hanım’ın sözlerini, Poyrazköy eski Muhtarı Ahmet Ersoy ve yeni muhtar Özcan Bayraktar da doğruluyor!..
Özetle dedikleri şu:
“Askerler bu bölgeye 1950’li yıllarda geldiler... O zamandan beri bu bölge hep askerin kontrolünde... İhtilalin ardından buraya giriş-çıkışları Boğaz Komutanlığı’ndan alınan bir karta bağlamışlardı. O kartla geçişi rahmetli Turgut Özal kaldırdı ve köylüler bir nebze de olsa rahatladı. Fakat askeri yasaklı bölge olduğu için inşaat yapmak kesinlikle yasak buralarda! Dalan’ın da okul yapmak istediğini duyduk ama başaramadı... Bedrettin Dalan bu araziyi askeri yasaklı bölgede olduğunu bilerek aldı. Ama bunu bile bile, parayı buraya niye yatırdığını bilmiyorum.”

“YALANLAR, YALANLA ÖRTÜLMEZ!”
Bu açıklamalar, “kazılarda ele geçirilen silahlar” olayına elbette bir açıklık getirmiyor... Ama, Dalan’ın “yalan”larını gözler önüne seriyor!..
Evet, şimdi soru şu: Bu arazinin “askeri yasak bölge” olduğunu bile bile, oraya “17 milyon dolar” parayı niye saydı Dalan?.. Hadi bilmiyordu diyelim, öğrenir öğrenmez niye satmadı?..
Görüyorsunuz ya; “yalan”ları yalanla örtmeye çalışmak, “necaseti sidikle temizleme”ye benzer ki; gerek “Türkan Saylan ve güzellemeci yandaşları”nın, gerek “Bedrettin Dalan ve korosu”nun yapmaya çalıştıkları budur!..
Oysa; necaset, sidikle temizlenmez!..
“Yalan” da, yalanlarla örtbas edilemez!..
Çünkü “gerçek”ler, gizlenemez!..
Gerçeklerin, “bir gün ortaya çıkmak” gibi bir huyları vardır.
==================
Ergenekon dile düştü!
Dün de dedim ya; “mizah” konusunda bizim insanımızın üstüne yok... “Dertleri zevk edinecek” kadar kendisiyle barışıktır bizim insanımız... İşte, “Ergenekon” olayı da, sonunda “mizahın dili”ne düştü... Artık mümkünatı yok, iflâh olmazlar!..
Arşiv görevlimiz Zekeriya Say, dün yayınladığım “kamyon yazıları”na yenilerini eklemiş... Buyrun, internette dolaşan “kamyon yazıları”ndan bir demet daha... Lâf aramızda, bazılarını da Zekeriya uydurmuş!..
- Kamyon çeker 19-20 ton, gönlüm çeker Hurşit Tolon
- Hayatımı yazsam, ek iddianame olur.
- Araman için ille de darbe plânı yapmam mı gerekir?
- İyi darbe, selülit yapmaz.
- Bas gaza, frene, götür ver parayı Tuncayım Özkanıma.
- Kalbini trafiğe kapatsan da güzelim, By-Pass yapıp Haberal’dan geçerim.
- Darbe yaz, 9999’a gönder, tank sesi cebine gelsin.
- Sen bu yazıyı okuduğunda ben Silivri’de olucam.
- Ergenekon ovası, eğitimci yuvası.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi