Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Anneler Günü... Bir gün değil, her gün!

Anneler Günü... Bir gün değil, her gün!

Öteden beri yazarım... Bütün “gün”lere karşıyım... “Sevgililer Günü”ne de karşıyım, “Babalar Günü”ne de, “Kadınlar Günü”ne de... İşte bugün, “Anneler Günü”... Ona da karşıyım... İki sebepten karşıyım: Birincisi, bu “gün”lerin hemen hepsinin “Batı’dan ithal” olmasından!.. İkincisi de; “Kadın... Sevgili... Anne... Baba” gibi yüce kavramların “bir tek güne sığdırılamayacak” kadar büyük olmasından!.. Bunlara, üçüncü bir sebep daha eklemek mümkün... O da, bu “gün”lerin, “ticarî rant aracı” olarak görülmesinden... Kutsal kavramların “ticarî araç” haline getirilmesine, hep karşı çıkmışımdır... “Batılı insanları” anlarım... Onların bütün ilişkileri “yapay”dır ve “menfaat”e dayanır... “Çok hızlı bir hayat” yaşadıklarından ne “anne”lerine ayıracak zamanları vardır, ne “baba”larına ve ne de “sevgili”lerine!..
Onlar için “özel gün”ler tahsis etmişlerdir ki; o gün geldiğinde; ellerine bir “çiçek” ve “hediye” alıp, gitsinler “anne, baba veya sevgili”lerinin karşısına!..
Gitsinler ve desinler ki;
“Bak, seni unutmadım!”
İyi, hoş da;
Anne, baba veya sevgili, “sadece bir gün” mü hatırlanmalı, onlara sadece bir gün mü “çiçek” veya “hediye” verilmelidir?
İyi iş valla;
“1 gün” hatırla, “364 gün” unut!..
İşte ben, buna karşıyım.
Ben, “anne, baba ve sevgili”nin yılın “bir tek günü”nde değil, “hemen her gün” ve hatta “her an” hatırlanması gerektiğine inanıyorum.
Kısaca ifade etmem gerekirse;
“Gün” olarak, sadece kadınlar arasındaki, “Altın veya döviz günleri”ne ses çıkarmam... Bir de, yine kadınların, belli günlerde birbirlerinin evinde toplanıp yedikleri-içtikleri “gün”lere!..
Onun dışındaki her “gün”e karşıyım!..
Çünkü “anne, baba ve sevgili”yi anmaya; değil “gün”ler, “yıl”lar bile yetmez!..

ANNELER GÜNÜ DE ABD’DEN İTHAL!
Alın işte... Bugün, “Anneler Günü!”
Yine “Batı’dan ithal” bir gün!..
“İthal” diyorum, çünkü hikâye şu:
Amerika'nın Filedelfiya eyaletinde 9 Mayıs 1905 günü Jarvis isimli bir kızın annesi öldü. Annesini çok seven Jarvis'in üzüntüsü aylarca sürdü. Hayatta kimsesi kalmayan Jarvis ölüm olayına bir türlü alışamadı. Hayata küstü.
Canlılığını, yaşama sevincini yitirdi.
Yemedi içmedi, bir ara ölmeyi bile düşündü. Jarvis'in bu durumunu yakından izleyen komşusu, Jarvis'le arkadaş oldu.
Bir gün yaşlı komşu, sohbet sırasında Jarvis'e “İnsanlar doğar, yaşar, ölür. Bu bir doğa kanunudur” dedi.
Bu iki cümle, Jarvis'i çok etkiledi.
Ölümün de doğmak, yaşamak gibi bir doğa olayı olduğunu düşündü. Ancak bu doğruyu bulmak Jarvis'in annesine olan sevgisini azaltmadı.
Aradan geçen süre içinde ölüm kelimesinin soğukluğu gitti, yerine anne sevgisinin sıcaklığı geldi. Artık Jarvis annesini gözyaşları ile değil, severek anmaya başladı.
Acıları azaldı.
İçinde arı, duru bir sevgi oluştu.
Aradan bir yıl geçti.
Bu süre içinde Jarvis, hemen her gün annesinin mezarına çiçekler götürdü. Jarvis'in annesinin ölüm yıldönümünde bütün arkadaşları eve geldi.
O gün Jarvis, arkadaşlarına;
“Geçen bir yıl içinde çektiğim acılar bana şunu öğretti:
Dünyada anne sevgisinin yerini dolduracak hiçbir sevgi yoktur. Yılın bir gününü annelere ayıralım. O günü annelerimizle ilgili anılarla dolduralım. Böylece annelerimize olan sevgi borcumuzu ödeyelim” dedi.
Arkadaşları Jarvis'in teklifini çok beğendiler. Birlikte hemen şehrin Belediye Başkanına gittiler. Başkan, onları dinledi. Öneriyi içtenlikle benimsedi.
Daha sonra bu öneri gazetelere, yazarlara anlatıldı. Jarvis ve arkadaşlarının çalışmaları kısa sürede sonuç verdi.
Sonunda; Amerika Birleşik Devletleri Kongresi, Mayıs ayının ikinci pazar gününün Anneler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
Anneler günü ilk defa 1908 yılında kutlandı. Daha sonra bütün ülkelerde kutlanmaya başlandı.

ANNENİN DEĞERİ, ÖLMEDEN BİLİNMEZ
Aktardığım hikâye, elbette dramatik.
Ama ben “hikâye”ye veya “Jarvis adlı kız”ın yaşadığı travmaya değil; “Anneler Günü’nün ithal oluşu”na dikkatinizi çekmek istiyorum!..
Ne yani; “Jarvis’in annesi” ölmeseydi, yeryüzündeki çocuklar “anne”lerini hiç hatırlamayacaklar mıydı?..
Meselâ “17 Ağustos 1999 depremi”nde annelerini-babalarını kaybeden çocuklar... Ya da, Mardin’deki katliamda öldürülen 44 kişinin geride bıraktığı “öksüz” ve “yetim” çocuklar!.. Onlar, anne veya babalarını “sadece bu Pazar” anıp, bir daha anmak için “364 gün sonrası”nı mı bekleyecekler?..
Hiç olur mu öyle şey?..
Hiç unutmam...
Bundan birkaç yıl önce, televizyondaki bir programda, sanatçılar “anne” mevzuunu konuşuyordu... İçlerinden bir bayan; “Ben annemi çok severim!.. Günde birkaç defa telefon eder, sık sık yanına uğrar, bir ihtiyacının olup-olmadığını sorarım...” gibi lâflar edince, bir erkek, gök gürlemesi gibi bir sesle bağırmıştı:
“Yalan söylüyorsun!”
Bayan; şaşkın, heyecanlı ve isyankâr bir ses tonuyla, “Bu, bir gerçek... Ben annemi çok seviyorum” diye ısrar edince, erkek, yine “yalan söylüyorsun” deyip, eklemişti:
“Evet, yalan söylüyorsun... Çünkü hiçbir insan, yaşayan annesinin ne kadar değerli olduğunu ve onu ne kadar çok sevdiğini anlayamaz!.. Anneye duyulan sevginin boyutu, ancak annenin ölümünden sonra anlaşılır!.. Annesi yaşayan birisi, annesini ne kadar sevdiğini söylese de yalandır, en azından eksiktir!”
Bu konuşmayı duyunca, “tam isabet” demiştim; “Dört dörtlük bir tesbit.”
Çünkü, ben de; annemi ne kadar çok sevdiğimi, ancak annem öldükten sonra anladım!..
Annem “sağ” iken, meğer ne kadar “güçlü” imişim... Şimdi, “kolum-kanadım kırık” durumdayım...
Annem sağ iken, bir küçük çocuk gibi “naz” yapardım ona!..
Şımarırdım...
Dizine başımı koyar, uyurdum...
Ama şimdi?..
Onu, o kadar özlüyorum ki!..
Onu ne kadar çok sevdiğimi, onun, benim için ne büyük “fedakârlık”lara katlandığını, ne “çile”ler çektiğini, ne “eziyet”ler gördüğünü, yüreğinin ne kadar “sevgi dolu” olduğunu, kısacası “anne sevgisi”nin ne demek olduğunu, yeni yeni anlıyorum...
Onu “rahmetle” anıyorum...
Ama, “bir gün” değil!..
Hemen her gün ve her an!..

ONLARA “ÖF” BİLE DEMEYİN!
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav), “Cennet anaların ayaklarının altındadır” derken, “Cennet’e ulaşma”nın yollarından birisinin ve belki de en önemlisinin “annelere sevgi ve saygı” olduğuna işaret etmemiş midir?..
İşte o “hadis-i şerif”lerden bazıları:
¥ “Anne-baba, Cennet’in orta kapısıdır. Artık sen o kapıyı ister zayi et, ister muhafaza et.”
¥ Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Hz. Peygamber (sas) bir gün: “Burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün” dedi. “Kimin burnu sürtülsün ey Allah’ın Resulü?” diye sorulunca şöyle buyurdu: “Ebeveyninden her ikisinin veya sadece birinin yaşlılığına ulaştığı halde (rızasını alıp da) Cennet’e giremeyenin.”
Ya, Kur’an-ı Kerim’deki şu ayet:
¥ “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa, sakın onlara hizmetten yüksünme, ‘öff!’ bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle. Şefkatle, tevazu ile onlara kol kanat ger ve şöyle dua et: “Yâ Rabbi, onlar küçüklüğümde nasıl beni ihtimamla yetiştirdilerse, ona mükâfat olarak Sen de onlara merhamet buyur!” (İsrâ Sûresi, 17/23-24)
...............
Görüyorsunuz ya;
“Anne”nin de, “baba”nın da önemini, “bizim dinimiz” anlatıyor bizlere... Bırakın onları “huzurevleri”ne terk etmemizi, onlara, “öf” dememizi bile yasaklıyor!..
Böyle bir “din”imiz, böyle bir “Peygamber”imiz ve onların “öğüt”leri varken, sorarım size; “Batılı dayatmalar” sonucu kabul ettiğimiz “ithal gün”lere hiç ihtiyacımız var mı?..
Söyleyin, var mı?..
Sarılın annelerinize...
Ama bir gün değil, her gün!..
==============
Anne ve babanın önemi
¥ Muâviye ibn Câhime’nin anlattığına göre; Câhime (ra) Hz. Peygamber’e (sav)’e gelir ve: “Ey Allah’ın Resulü, ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim” der. Resûlullah (sav): “Annen var mı?” diye sorar. “Evet” deyince, “Öyleyse ondan ayrılma. Zira Cennet, onun ayağının altındadır” buyurur.
¥ Esma Bintu Ebî Bekr (r. Anhâ) anlatıyor: Henüz müşrik olan annem yanıma geldi. Hz. Peygamber’den (sas) sorarak: “Annem geldi, görüşüp konuşmayı arzu ediyor, anneme iyi davranayım mı?” dedim. “Evet” dedi, “Ona gereken hürmeti göster.”
¥ İbn Ömer (ra) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah’a gelerek; “Ben büyük bir günah işledim, buna tevbe imkânım var mı?” dedi. Hz. Peygamber (sav), “Annen var mı?” diye sordu. Adam: “Hayır yok” dedi. “Peki teyzen de mi yok?” dedi. Adam: “Evet, var” deyince Resûlullah (sav); “Öyle ise ona iyilik yap! Teyze anne makamındadır” diye emretti.”
¥ Ebu Üseyd Mâlik İbn Rebra es-Sâidî (ra) anlatıyor: “Bir adam; “Ey Allah’ın Resulü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkânı var mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?” diye sordu. Resûlullah (sav): “Evet vardır” dedi ve açıkladı: “Onlara dua, onlar için Allah’tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) taleb etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı da sıla-i rahmi yerine getirmek, anne ve babanın dostlarına ikramda bulunmak.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi