Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Onlar yazarsa haber, biz yazarsak hedef gösterme!

Onlar yazarsa haber, biz yazarsak hedef gösterme!

Malûm; bazılarının anlayışına göre evde “kırılan vazo”dan ziyade, “kıranın kimliği” önemlidir... Eğer vazoyu kıran “ev sahibesi kadın” ise, “kaza” denilir, geçilir... Ama, vazoyu kıran “hizmetçi” ise; önce “gözün kör mü?” diye azarlanır, sonra da “ceza” verilir... İşte bu yüzdendir ki; “ev sahibi kırarsa kaza, hizmetçi kırarsa ceza” sözü, neredeyse bir atasözü haline gelmiştir...
Tabiî, buradaki vazo, bir “sembol”dür!.. Vazo, yeri geldiğinde “söylem”dir, yeri geldiğinde “eylem”dir, yeri geldiğinde “haber” veya “yazı”dır!.. Önemli olan, bunların “söylenmesi, yapılması veya yazılması” değil, bunları söyleyen, yapan veya yazanın “kim” olduğudur!.. Yani, “ev sahibi” midir, “hizmetçi” mi?..
“Anayasa’nın 10. maddesi”nde “yasalar önünde herkes eşittir” denilmesine, hiç kimseye “ayrımcılık” ve “imtiyaz” tanınmayacağı ifade edilmesine rağmen; bu ülkede, maalesef, kendilerini “ev sahibi” olarak gören “efendi”ler veya “hanımefendi”ler vardır ve onlar, birer “Beyaz Türk” olarak, kendilerinin “her şeyi yapma hakkına sahip” olduğunu vehmederler!..
Onların gözünde, kendileri haricindeki herkes “hizmetçi”dir, “zenci”dir, “köle”dir; dolayısıyla “cezaya müstehak”tır!..

BEYAZLAMAYA ÇALIŞAN ZENCİLER!
Olayın daha da vahim boyutu ise şu: Bazı insanlar vardır ki; “onların efendiliği”ni baştan kabullenmiş “hizmetçi”ler, “zenci”ler ve “köle”ler olarak, “Beyaz’ların trenine kapak atmaya çalışmak” gibi haysiyetsizce bir çaba içindedir!..
Dünya varolduğundan beri; nasıl ki “Hak ve Bâtıl’ın savaşı” vardır ve bu savaş kıyamete kadar devam edecektir; aynı şekilde; kendilerini “efendi” görenlerle, “köle” muamelesi yaptıkları insanlar arasında da bir mücadele hüküm sürmektedir!..
Geçenlerde, “soykırım” üzerine sohbet ettiğimiz bir vatandaş; “Madem öyle; biz de zencileri kışkırtalım!.. Amerikalıların, zencilere nasıl bir soykırım uyguladığını anlatıp, onları ayaklandıralım!” deyince, güldüm!.. “Olmaz” dedim; “Michael Jackson gibi zenciler aşağılık kompleksiyle kıvranıp, derisinin renginden rahatsız oluyor ve beyazlamaya, dolayısıyla beyazlar tarafından kabul edilmeye çalışıyorsa, böyle bir kitleyi harekete geçirmek imkânsız denilecek kadar zordur!”
Tabiî bu anlattığım, işin “biyolojik” boyutu... Bir de “psikolojik” boyutu var ki; Türkiye’de de bir kısım “dindar” veya “muhafazakâr” insan; maalesef kendini “zenci” olarak görmekte, bu “kompleks”ten kurtulmak için de, kendisini “Beyaz’ların trenine atmaya” çalışmaktadır!..
Hal böyle olunca da;
“Michael Jackson’lar”ın sayısı artmakta ya da “Michael Jackson’lara itibar” edilmekte, “zenci olarak görülenlerin direnişi” kırılmaya çalışılmaktadır!..
Niye böyle bir “girizgâh” yaptım?.. İstedim ki; “Türkiye’nin fotoğrafı”na, bir de bu gözle bakın!.. Evet, bu gözle bakın ve sorun kendinize; “Biz efendi miyiz, köle mi?.. Ev sahibi miyiz, hizmetçi mi? Beyaz mıyız, zenci mi?”
Evet, kimiz biz?..
Ya da, kimin safındayız?..
Çanakkale’de ve İstiklal Harbi’nde şehit veya gazi olmuş “dede”lerin torunları olarak, bu ülkenin “gerçek sahipleri” miyiz, yoksa “hizmetçi”leri mi?.. Ya da; “derisinin rengi”nden muzdarip olarak; “Beyaz’ların trenine binmeye ve kendisine orada yer edinmeye çalışan” birer “zenci” mi?..
Lütfen bunu düşünün!..
Hep birlikte düşünelim!..
Ve karar verelim:
Belimize bağlanan “hizmetçi önlüğü”nü veya üzerimize geçirilen “köle gömleği”ni taşımaya, onların “efendi”liğini kabul etmeye mecbur muyuz?..

BİR HABER YAPTIK, OLAY OLDU!
İtiraf edeyim ki; “girizgâh”ın ve “beyin cimnastiği”nin bu kadar uzun süreceğini hiç tahmin etmiyordum... Amacım; “Evin hanımı kırarsa kaza, hizmetçi kırarsa ceza” sözünden yola çıkarak, sözü “Vakit-Hürriyet mücadelesi”ne getirecek ve soracaktım;
“Hürriyet yazınca HABER oluyor da, Vakit yazınca niye HEDEF GÖSTERME oluyor?.. Ya da onlar yapınca GAZETECİLİK sayılan bir olay, biz yazınca niye ÖZEL HAYAT oluyor?”
İşte bu soruyu soracak ve “Hürriyet’in 2 haberi”ni hatırlatacaktım!..
Ama, gördünüz işte;
“Girizgâh” yapalım derken, lâf taa nerelere geldi?.. Ama, iyi de oldu!.. Bu vesileyle, bir “Türkiye fotoğrafı” çekmeye çalıştım!..
Fotoğrafı dikkatlerinize sunduktan sonra, gelelim şu “Ahmet Hakan’ın askerlik meselesi”ne!.. Malûm; Ahmet Hakan Coşkun’un “askere gitmemek” için önce “midesini kestirdiğini”, daha sonra da “dalağını aldırdığını” haber yapmıştık!..
Bu haber üzerine; “beyazların treninde yer bulmaya çalışan bazı zenciler” karşımıza dikilip; bizi bel altından vurmaya çalışmakla itham etse de, “Ahmet’in Ertuğrul Abi’si” başta olmak üzere; bütün “beyaz(!)lar lobisi” hep bir ağızdan Vakit’e karşı “topyekûn saldırı”ya geçip, dediler ki;
¥ “Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’a karşı girişilen linç kampanyası ve Uğur Dündar’a karşı sürdürülen kampanya amaçlıdır!.. Amaç, gazetecileri susturmaktır!..”
¥ “Sırtınıza ille de şu iki etiketten biri yapıştırılacaksa, hangisini tercih ederdiniz?
“Dönek mi” olmak daha iyi yoksa “Dalak” mı?
Ahmet Hakan’ın durumuna baktıkça kendi halime şükrediyorum.
Bizim mahalle, öteki mahalleye göre çok daha insaflı.
Yani soldan gelip liberal veya serbest pazar ekonomisini savunan biri olursanız, size en fazla “Dönek” derler.
Biraz daha kızarlarsa diyecekleri de şu:
“Liboş.”
Veya “İngiliz muhibbi”.
Veya “Ali Kemal”...
Eh ağır ama dayanılmaz, taşınılmaz gibi değil.
Öteki mahallede işler çok daha zalimce yapılıyor.
Ahmet Hakan’ın durumuna bir bakın.
Aman Allah’ım, birtakım insanlar neler yazıyorlar.
İşi, “Askere gitmemek için dalağını aldırdı” diyecek kadar pespayeleştirdiler.
Vallahi bizim mahallede en azından bugüne kadar böylesine zalim, böylesine pis bir iftira atılmadı.
Demek ki, ideolojik dönekliğin riski daha azmış.”
Neymiş, neymiş;
“Laikçi mahalle”de, bugüne kadar böylesine “Pespaye!.. Zalim ve pis bir iftira” atılmamış!..
Mı acaba?..

“DOĞU’YA MARŞ MARŞ!”
Ne dersiniz; “Ahmet Hakan’ın Ertuğrul Abisi”ne, hem de “Hürriyet’in manşetinden 2 örnek” verelim mi?..
Meselâ 23 Haziran 1998’den bir örnek!..
O günkü Hürriyet’in manşeti şöyleydi:
“Doğu’ya marş marş!”
Muhtevasında “Pespayelik!.. Zalimlik ve pis bir iftira” bulunan manşetin ayrıntısı şöyleydi:
¥ “Asker kaçağı eski Bakan Bahattin Şeker’in görev yeri belli oldu. Şeker, Doğu’da operasyonel bir birliğe gidecek!.. Dövizli askerlikten sahte belgeyle yararlandığı gerekçesiyle askere çağrılacağı bildirilen DYP Milletvekili Bahattin Şeker’i, milletvekilliği düşünce zorlu bir askerlik bekliyor... Şeker, ‘sakıncalı’ olduğu için, önce Amasya’daki 15. Er Eğitim Tugayı ve Sivas’taki 5. Er Eğitim Tugayı’nda silah altına alınarak, burada sıkı bir eğitime tabi tutulacak.
¥ Şeker’in acemi eğitimden sonra sevki planlanan birlik, Ağrı, Şırnak ya da Hakkari’de bulunan ve PKK ile mücadele veren operasyon birliklerinden biri olacak.”

“LİG”DEN “LİNÇ”E GİDEN YOL!
Sonunda, bu yayınlar amacına ulaştı, yani “linç” gerçekleşti ve Bahattin Şeker, o günlerde “bir haftalığına da olsa” askerlik yapmak zorunka kaldı!..
Peki, niye?..
Bu “hedef gösterme”nin de ötesinde “linç” amaçlı manşetlerin sebebi neydi?..
Bahattin Şeker; kimin tekerine taş koymuş, kimin tavuğuna kış demiş, kimin arı kovanına çomak sokmuştu ki, “hedef”e oturtulmuştu?..
İşte Bahattin Şeker’in yıllar sonra, yani 20 Kasım 2007’de arkadaşımız Cahit İkbal’e anlattıkları:
“Doğan Grubu Türkiye 1. Futbol Ligi’nin (Şimdiki adıyla Süper Lig) maçlarını yayınlamak için bastırıyordu. Ben de Spordan Sorumlu Devlet Bakanı olarak, karşılayamayacağım taleplerle yüz yüze geliyordum. Yayın hakkı Erol Aksoy’un Cine 5 adlı televizyonundaydı. Şifreli olarak yayınlıyorlardı. Bunlar, (Doğan Grubu) yayın hakkının onların elinden alınıp kendilerine verilmesini istiyordu. Benden evvel yapılmış bir şeydi bu. Kazanılmış hakkı ellerinden almamın imkanı yoktu. Yapamazdım ki, yetkim yoktu.
Üzerime geldiler... Sonunda bu askerlik işini ortaya attılar!.. Oysa o zamanki mevzuata göre yurtdışında bir yıl çalışan bedelli askerlikten faydalanabiliyordu... Sonrasında... Taa 8 sene sonra karşıma ‘askerlik’ meselesi çıktı. Evrakta sahtecilik? Ya, neyim sahte? Pasaportum mu, neyim?.. Hayır, maçları Doğan Grubu yayınlayabilmiş olsaydı, bizim belgeler sağlam olacaktı!..
Sözün özü; biz bir haftalığına askere alındık yine... Bu bir hafta da seçime denk geldi!.. Seçileceğimiz belliydi, tabii! Seçimler oldu, bitti. Bizi bıraktılar. Mesele de bitmiş oldu!..”
Bahattin Şeker’in bu sözlerinden sonra, bizim daha fazla söz söylememize hacet var mı?..
Gördüğünüz gibi;
“Lig”le başlayan bir hikâye “linç”le sonuçlanıyor!..
Ve ayrıca; her manşetin altından bir “menfaat” fışkırıyor!..

YA CERRAHLIK, YA ASKERLİK!
Buyrun, bir örnek daha...
Tarih 4 Kasım 2006... O günkü Hürriyet’in başlığı şöyle:
“Ya cerrahlık, ya askerlik!”
Haberin ayrıntısı ise özetle şöyle:
“İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Sadık Perek’in 21 yıl önce Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nden sağlam olduğu halde ‘çürük raporu’ alarak askerlik yapmadığı iddia edildi. Açılan soruşturma Prof. Perek aleyhine sonuçlanırsa kendisine 55 yaşından sonra askerlik yolu gözükecek.
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Sadık Perek’in 12 Nisan 1985’te Ankara GATA’dan ‘kronik hepatit-siroz teşhisi’ konularak askerliğe elverişli olmadığına dair ‘çürük raporu’ aldığı iddia edildi.
Bu iddiayı değerlendiren Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanlığı, konuyu İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne iletti. Hakkında başlatılan soruşturma ve iddiaların üniversite içinde yayılması üzerine, 3 ay önce, mesleği için genç sayılacak yaşta emekliliğini isteyen Prof. Perek, daha sonra kararından vazgeçip başvurusunu geri aldı.”
Peki, ne oldu bu manşetten sonra?..
Hürriyet, bu defa “hedef”ine ulaşabildi mi?..
3 yıl sonra, dün Ankara Büromuzdan Hasan Tosun, Prof. Dr. Sadık Perek’le konuşmuş...
Prof. Dr. Sadık Perek, Hepatit B hastası olduğunu ve hastalığının ileri düzeyde seyrettiği için 1985 yılında Ankara GATA’da, “kronik hepatit-siroz” hastalığı nedeniyle askerliğe elverişli olmadığına dair rapor verildiğini söylüyor... Hürriyet gazetesinin yıllar önceki bir meseleyi niye karıştırdığını bir türlü anlayamadığını ifade ediyor... Perek, “Cerrahpaşa’da düşmanlık çoktur. Galiba beni yıpratmak için ihbarda bulundular. Benimle uğraştılar. Hürriyet gazetesi de herhangi bir araştırmaya gerek duymadan, sırf bu insanların öne sürdüğü iddialarla bu iftiraları haber yaptı” diyor ve ekliyor:
“O haberden sonra, hakkımda soruşturma başlatıldı... Soruşturmada bir olumsuzluk olmadığı tespit edildi. Ben çok ağır bir hastalık geçirdim. Başkaları gibi dalağımı aldırmadım. Hürriyet önce askere gitmemek için dalağını aldırdığı iddia edilen yazarı Ahmet Hakan’ı haber yapsın. Onun üzerine gitsin.”

BİZ ZENCİ DE DEĞİLİZ KÖLE DE!
Hürriyet’in “yargısız infaz”larına maruz kalıp, “linç edilmeye” çalışılan daha nice insan var... Onları sıralamaya kalkarsak; herhalde “Binbir Gece Masalları”nı tarihe gömüp, “Binbir Gece Yalanları”nı anlatmak zorunda kalırız!..
Amacımız, ne “yalan”ları sıralamak, ne de “Ahmet’i de alın askere” edebiyatı yapmak!.. Amacımız; bir “çifte standardı” gözler önüne sermek!..
Kırılan bir “vazo” varsa; önemli olan onun “kırılmış” olmasıdır!.. “Kıranın kimliği” değil!..
Aynı şekilde; ortada bir “çürük raporu” varsa ve bu “haber” yapılmışsa; buradaki “kişi”nin adının “Bahattin, Sadık” veya “Ahmet” olmasının hiçbir önemi yok!.. Eğer “vazoyu kıran”a karşı tavrımız; onun “evin hanımı” veya “hizmetçi” olmasına göre değişecekse; daha çook “vazo” kırılır!..
Uzun lâfın kısası;
“Evin hanımı” da olsa, “hizmetçi” de olsa, “suç” suçtur!.. Birine “kaza” deyip, ötekine “ceza” vermek, insanlığa sığmaz!..
Bunun adı “gazetecilik” de değildir!..
Ve ayrıca; bizler de, kendilerini “efendi” görenlerin “köle”leri değiliz!.. Böyle biline!..

==================
Uğur Dündar lobisi!
Nasıl bir “arı kovanı”na çomak soktuğumuzu yeni yeni anlıyorum... Meğer “Uğur Dündar’a dokunmak” demek, “kartel medyası”nı ve “kartel beslemeleri”ni karşımıza almak demekmiş!.. Saldırının bini bi para!.. “Kadınları aşağıladığımız”dan tutun da, burnumuzu “özel hayat”a soktuğumuza varıncaya kadar herşey söylendi.!..
Bunu, “özellikle” yapıyorlar!.. Konuyu özellikle “çarpıtıyorlar” ki, “gerçek” görünmesin!.. Gözlerin önüne “kibrit çöpü”nü dayayıp, insanların “orman”ı görmesini engellemeye çalışıyorlar!..
Bu kervana, “Haydi Gel, Benimle Ol” diyen ve aralarında “Müjde Ar”(!)ın bulunduğu kadınlar da katılınca, yazmak şart oldu: Bizim, “Uğur Dündar’ın hanımı Yasemin Baradan” ile hiçbir meselemiz yok!.. Olamaz da!..
Biz; Uğur Dündar’ın “hodri meydan”ına cevap verdik, “doğruyu söylemediğini” serdik gözler önüne!.. Bu vesileyle, “Arena’da para karşılığı yalan söylettirilen gazeteci”nin sözlerini hatırlattık!..
İşin o boyutunu görmeyip, “Uğur Dündar’ın dürüstlüğü”nü öne süren “lobi”ye hatılatırız ki; yıllarca “Menderes’in avukatı” bilinen ve bunu reddetmeyen Hüsamettin Cindoruk’un öyle olmadığı!..
Yıllarca, “Profesör” olduğu yazılıp söylenen Muazzez İlmiye Çığ’ın da, “basit bir memur” olduğu ortaya çıktıktan sonra; diyoruz ki; “kanaat”lerinizi gözden geçirseniz, gözlüklerinizi yenileseniz!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi