Serdar Arseven

Serdar Arseven

Gerçekten de... 'Kimse Yokmu'ş!..

Gerçekten de... 'Kimse Yokmu'ş!..

Ne yaptım da; bazı kartel kese kağıtları ile kanalizasyonlarının hedefi haline geldim?..
“Hadiseyi” başından itibaren anlatayım…
Efendim:
Bindiği arabanın kornasını çalan o zavallı oğlanın, apış arasındaki diline dolanan davetlerden birine daha icâbeten
Katar’a gittik…
Sayın Gül, Türkiye’deki tartışmalara girmemeye aşırı özen gösterdiğinden…
Ve de…
Katar’la aramızdaki “yüzmilyarlarca dolarlık” işbirliği imkânları, Türkiye kamuoyunu fazla ilgilendirmediğinden…
Habercilik açısından verimli sayılamayacak bir gezi oluyordu…
Meclis’teki “başörtüsü” oturumundan uzak kalıp böyle verimsiz bir programa katılmış olmak da aslında canımızı sıkıyordu…
Ki…
Gruptaki meslektaşlarımızdan biri, geziyi “şenlendirme” formülünü buldu!..
SKY Türk’ün Ankara Temsilcisi, ulusalcı kardeşimiz (O da benim şeriatçı olduğumu söyleyebilir. İtiraz etmem, Elhamdülillah!..) Murat İde…
Katar Emiri’nin biz misafirlerine hediye ettiği saatleri, mevzua biraz etik-gotik sosu da ekleyerek, “geri vermeyi” teklif etti…
Doğan grubunun da, şu “Suud Kralı’nın hediyeleri” meselesinden dolayı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “takıntısı” var ya…
O taraf da meselenin bu tarafını göz önünde bulundurarak, hadiseye “balıklama” atladı…
Oraların buralardaki “temsilcisi” olan bazı meslektaşlar da…
Kendilerini akıntının kollarına bırakınca…
“Ekip” tamamlandı!..
Sabahleyin bir baktık;
“Zamancı” kardeşlerimiz…
Bir sancı içinde…
“Versek mi vermesek mi, versek mi, vermesek mi?..”
Sanki zor iş…
Ya vereceksin…
Ya da vermeyeceksin!..
Düşündüler taşındılar…
“Şimdi vermezsek yazacaklar, sıkıştıracaklar” filan korkusuyla…
Vermeyi kararlaştırdılar…
Vereceklerini de, alenen taahhüt ettiler!..
Sayın Cumhurbaşkanı’nın gidiş yolunda öve öve bitiremediği Zaman’cı kardeşlerimiz…
Mahalle baskısına boyun eğmeyi ve de kendilerine iltifatlar yağdırmasının karşılığı olarak Sayın Gül’e ‘kelek atmayı” tercih edince…
Kaldık mı yalnız!..
Varsın olsun…
Hesabını yapan kim…
Ve hemen oracıkta tavır koymayan:
“Arkadaşlar…
Bu yaptığınız ayıptır!..
Bir hediye verilmiş…
Almak istemiyor musunuz?..
Tamam…
O zaman, gidin otel ve yemek paralarını da ödeyin!..
Oh ne alâ;
Sen ye iç yat…
Otel, kahvaltı, yemek paralarını Katar Emiri ödesin…
Buna ses çıkartma…
Saate gelince, sözüm ona posta koy!.
Her yıl başı, pardon, ‘Noel’de dünyanın hediyesi gelsin…
Eve götür!..
Ya da tombalayla elemanlarına dağıt!...
Buralarda bir şey yok;
Ama, bir Arap Devlet Başkanı’nın, elimizde kendisine yarar sağlayabilecek hiçbir güç olmadığı halde, misafirperverlik göstererek saat hediye etmiş olmasını, kriz vesilesi say…
Ayıp!..Ayıp!..Ayıp!..””
Ya evet, yine bir bize düştü tepki…
Kıvırmak adetimiz değil;
Orada açıkça:
“Arap düşmanlığı yapıyorsunuz. Başka bir ülke verse bu saati bal gibi alırdınız” dedik…
Hatta…
Bu ülkenin “tercihen İsrail” olacağını da sözlerimize ekledik!..
Ve dahası da var:
“Gelin ‘ahlâk’tan ‘namus’tan bahsedelim…
Gelin, patronlarımızdan bahsedelim…
Hangi kanalın, hangi hortumlamalara yaslanarak yürüdüğünü…
Kimin boğazından, ne kadar hortum parasının geçtiğini tartışalım…”
Bunları…
Gülümseyerek…
İncitmeden…
Ve eğip bükmeden söyledik…
-Otel parasını, yemek parasını Emir öderken sesiniz çıkmadı ama..
-O başka!..
-Noel hediyelerini geri vermiyorsunuz ama…
-O da başka…
- Hangi patronun ülkeyi nasıl hortumladığıyla hiç ilgilenmiyorsunuz, ama…
-O bambaşka!..
**
Baktık…
Zaman’ı, STV’yi, STV Haber’i temsilen programa katılan kardeşlerimizden ses yok…
Her biri aynen tam siper!..
Yeni Şafak’ı temsilen gelen arkadaşımız da…
“Saati vereyim gitsin” demeyi tercih etti…
Türkiye’ye döndüğünde, Katar’daki laikçi baskıya tepki gösterecek olan Kanal 7 temsilcisi kardeşimiz de, orada “sus-pus” modunda kalmayı uygun gördü…
Bu arada…
Cumhurbaşkanlığı ekibine de ulaşmış tartışma…
İçlerinden biri geldi…
Kulağıma yaklaşarak;
“Sayın Cumhurbaşkanı ülkeye yatırım çekmek için böyle uğraşırken, bazı meslektaşlarınızın yaptığı resmen çabaları sabote etmektir” dedi…
“Benlik bir şey yok. Ben tavrımı sizden çok önce koydum. Başka ne yapabilirim ki?” diye sordum…
“Arkadaşlardan bazılarına söyleseniz de, saatlerini geri vermeseler” karşılığı geldi…
Ne diyelim:
“Sayın Gül’ün uçakta övdüğü gazetelere mensup kardeşlerimiz var. Onlardan rica ediniz!..”
***
Ya, ne bileyim işte…
Bu devlet, bizi ne kadar dışlasa da…
Bizim işte!..
“Birkaç milyar dolar Arap parası gelsin” diye Sayın Cumhurbaşkanı uğraşıyor, bakanlar, işadamları uğraşıyor…
Arap tarafının yanlış (Aslında doğru!..) anlamasına yol açacak bir tablo oluşmasın diye bir teşebbüste bulunduk…
Bizi, havaalanına doğru götürmekte olan otobüste ayağa kalkıp şunları söyledik:
“Arkadaşlar;
Madem bu saatleri istemiyorsunuz…
Gelin…
Anlaşalım…
Mesela yarın bir basın toplantısı düzenleyip bu saatleri, Kimse Yok mu, Can Suyu, Deniz Feneri gibi yardım derneklerinden birine verelim. Onlar da bunları paraya çevirip, fakire fukaraya dağıtsın…Tamam mı?..”
Böyle dedik ve bekledik…
Bir, iki, üç, dört, beş saniye…
“Tısssss” sesini bastıran Hürriyet yazarı Erdal Sağlam oldu:
“Hayır kabul etmiyoruz!..Meseleyi ideolojikleştirmeye gerek yok!..”
Diğerleri de ona katılınca…
Şunu bile dedik:
“Tamam, bu derneklere karşıysanız…O zaman siz teklif edin derneği…Uygun görürsek ona teslim edelim…”
Hayır…
O da kabul edilmedi!..
Ve en ilginci:
“Kimse yok mu?” derneğinin bağlı bulunduğu “Cemaat”in mensupları da “kabul etmeyenler” ve dahi “verenler” korosuna katıldı…
Tabii…
Diğer meslektaşlarımızın tavırlarının bizleri zerrece kızdırmadığını ve üzmediğini…
Lâkin…
“Bizim” dediklerimizin hallerine biraz kızdığımızı ve ziyadesiyle de üzüldüğümüzü tahmin edersiniz!..
Bu “kompleks..”
Bu “ezik” ruh hali…
Bu, “mahalle baskısı”na anında boyun eğiş…
Ve telaş…
Ah, ahhh…
Ah!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi