Mustafa Erdoğan

Mustafa Erdoğan

Paksüt kararı hukuku ve vicdanları yaralıyor

Paksüt kararı hukuku ve vicdanları yaralıyor

Anayasa Mahkemesi’nin sayın O. Alifeyyaz Paksüt’ü aklayan kararı hem kamu vicdanını derinden yaralamış ve insanların adalet duygusunu onulmaz şekilde sarsmıştır, hem de açıkça hukuka aykırıdır. Öyle ya, kimi Ergenekon sanıklarıyla sıkıfıkı olduğu ve Anayasa Mahkemesi’nde görülmekte olan bir davanın gizli kalması gereken müzakereleri hakkında dışarıya bilgi sızdırdığı ortaya çıkan bir üyeyle ilgili olarak verilen ve pratik sonucu bakımından olayın üstünün örtülmesi anlamına gelen böyle bir kararın insanların vicdanını yaralamaması düşünülebilir mi?.. Yurttaşların bu kararı, Mahkeme üyelerinin bir meslekdaş dayanışması örneği sergilediği şeklinde algılaması nasıl engellenebilir?

Aslına bakılırsa, böyle bir algının doğmasını, ancak Anayasa Mahkemesi’nin hukuku, kamu ilgisini ve bu arada kendi saygınlığını da ciddiye alan, insanların zihninde doğması muhtemel kuşkuları dağıtacak şekilde gerekçeli bir kararı engelleyebilirdi. Ama heyhat, Mahkeme’nin bu olayda verdiği karar ne yazık ki bu açılardan hiç de tatminkár değildir. Her şeyden önce, bu kararın doğru-dürüst bir gerekçesi yoktur. Konu adeta geçiştirilmiştir.

Anayasa Mahkemesi şaşırtıcı derecede kısa olan bu kararında sayın Paksüt’ün ‘Anayasa Mahkemesi müzakereleri ile ilgili gizli kalması gereken bilgileri (...) bazı basın mensuplarıyla paylaştığı’nı tespit etmekle beraber, bu bilginin elde edilme yöntemini ‘adı geçen yönünden’ Ceza Muhakemesi Kanunu’na aykırı bulmuştur. Mahkeme bu çerçevede Kanun’un 135. maddesine atıfta bulunmuştur, ama bu doğru değildir. Çünkü, bu hüküm, ‘iletişimin tespiti, dinleme ve kayda alma’nın ancak hakim veya -gecikmesinde sakınca bulunan hallerde- savcı kararıyla ve bu maddenin 6. fıkrasında sayılan suçlarla ilgili olarak yapılabileceğini belirtmektedir. Oysa, Paksüt bu madde gereğince dinlemeye alınmış olmayıp, kendisi bu maddenin kapsamına giren başka bir -veya birden fazla- suçun takibi sırasında ve usulüne uygun olarak yapılan dinlemelere ‘takılmış’tır.

Bu durumda, Mahkeme’nin elinde Paksüt’ü aklamak için geriye Kanun’un 138. maddesinin 2. fıkrası hükmü kalmaktadır. Mahkeme, Paksüt’le ilgili dinleme kayıtlarının bu şekilde usulüne uygun olarak yapılan bir dinleme sırasında tesadüfen elde edilmiş olsa da, bu fıkranın atıfta bulunduğu 135. maddenin 6. fıkrasında sayılan suçlarla ilgili olmadığı gerekçesiyle söz konusu üye hakkında işlem yapılmasına gerek olmadığını ileri sürebilir. Ne var ki, bu durumda da ortaya iki önemli sorun çıkmaktadır.

İlk olarak, söz konusu kayıtların savcılığın soruşturduğu suç veya suçlarla ilgili olmadığını Anayasa Mahhkemesi herhangi bir iláve araştırma yapmadan nasıl bilebilmektedir? Oysa, bu kayıtlar Paksüt’ün söz konusu suçlarla ilgili olabileceği yönünde ciddi şüphe doğurduğu için Anayasa Mahkemesi’nin bu konuyu geçiştirmek yerine, Paksüt hakkında ceza soruşturması açmaya karar vererek Soruşturma Kurulu oluşturması gerekirdi.

İkinci olarak, üye Paksüt’ün 135. maddenin 6. fıkrasında belirtilen suçla ilgisi bulunmasa bile, bu madde çerçevesinde usulüne uygun şekilde elde edilmiş kayıtlara dayanarak, Mahkemenin müzakereleri hakkında dışarıya bilgi sızdırdığı gerekçesiyle adı geçen hakkında Mahkeme tarafından yine de ceza soruşturması başlatılması gerekirdi. Esasen, her iki noktada da farklı sonuçlara ulaşmış olsa bile, Mahkeme’nin her halükárda bu hukuki sorunları kararında ayrıntılı bir şekilde tartışması gerekirdi.

Sonuç olarak, her ne kadar Anayasa Mahkemesi’nin kararı ortada Paksüt hakkında ‘hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil’ varmış ve bütün mesele de bundan ibaretmiş gibi bir izlenim doğuruyorsa da, bu izlenim kesinlikle doğru değildir. Onun için, adı geçen hakkında yapılacak bir suç duyurusu üzerine veya kendiliğinden Mahkeme’nin bu meseleyi yeniden ele alarak soruşturma başlatması hukuk ve kamu vicdanı açısından şarttır. Çünkü bu ne Paksüt’ün kişisel bir meselesi, ne de Anayasa Mahkemesi’nin kurumsal bir meselesidir. Bu doğrudan doğruya kamusal bir meseledir.

Gerçekten de medeni bir ülkede ve anayasal-demokratik bir sistemde yaşıyor olsaydık, o üye zaten şimdiye kadar çoktan istifa etmiş olurdu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Erdoğan Arşivi

Alarm

31 Temmuz 2010 Cumartesi 09:16