Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Toplum yerine seçkinleri esas alan sistemler değişmeye mecburdur

Toplum yerine seçkinleri esas alan sistemler değişmeye mecburdur

Hemen her vilayetimizde üniversite var, hatta birkaç ilimizde birden fazla üniversite bulunuyor. Buralarda yüzlerce öğretim üyesi görev yapmakta ve her biri de alanında uzman.
Peki, bu kadar insanın kaçta kaçı, “Ülkede neler oluyor, bu topraklarda kimler yaşıyor, kavganın temelinde yatan ana sebepler nelerdir, neden bu haldeyiz?” diye kendisi veya öğrencilerine bir araştırma yaptırarak ilgili mercilere sunmuştur?
Gerçi birkaç yıl öncesine kadar pek çok rektör ve öğretim üyesi, anarşinin başını çekmekte, asla alanlarına girmeyen konularda hükümetlere kafa tutmakla meşgullerdi. Öğrencileri sokağa salıyor ve kavgalara zemin hazırlıyorlardı. Eğitim öğretim yuvalarını, kavga yuvası haline getirmişlerdi.
Şükürler olsun ki, anarşist mizaçlı rektörler ve öğretim üyeleri ya Ergenekoncu çıktı ya da diğer kirli işlere bulaştıkları için, kendi karanlık ilişkileri yüzünden memleketi karıştırmaya fırsat bulamadılar. Hiç olmazsa millet biraz rahat yüzü gördü. Artık üniversitelerimizin pek çoğunda bu toprakların insanları rektör ve öğretim üyesi olarak bulunuyor.
Demokratikleşme sürecinde Türkiye’nin bütünlüğü ve milletin birliğine hizmet eden rektör ve öğretim üyelerine büyük ihtiyaç vardır. Ülkemizin okumuş yazmış aydınları, toplumun önüne çıkıp gerçekleri lisanı hal ile anlatmalılar. Yoksa meydan; taşları bağlayıp köpekleri salan bir kısım medya ile ya ırkçılara kalır ya da halk adını kullanan aristokratlara.
Cennet köşesi ülkemiz yüzyıllarca; Müslüman’ıyla, Rum’uyla, Hıristiyan’ıyla, Yahudi’siyle, Çerkez’iyle, Arnavut’uyla, Boşnak’ı ile din-i İslam’ın, “önce insan” güvencesi altında, “toplumsal barışı ve kardeşliği” yaşamış bir coğrafya olmuştur ve olacaktır.
Bu sebeple ne halkçı geçinen imtiyazlı seçkin despot siyasetçilere ne de ırkçı çevrelere bırakılacak kadar harcı alem bir devlet değildir. Türkiye bugüne kadar “seçkinleri” esas alan, toplumun bütün kesimlerini ise sadece “hizmet eden varlık” olarak gören bir anlayışla idare edilmiş ve ettirilmiştir. Bu bir kayıptır ama “Yitik bulununca emek zayi olmazmış.”
Bugünkü demokratik açılım meselesi dünkü bir istek değildir. Milletin aklı başına yeni gelmiş falan da değildir. Yaklaşık 70 yıldır özlenen ve görülmek istenen bir manzaradır bu.
Halk tarafından “seçilmişlerin” bile “seçkinlerce” idare edildiğini görmekten millet kahroluyordu. Daha dün değil miydi bir hatunun; “Bu ülkede sadece biz ne istersek o olur” diye bangır bangır bağırıp, millete meydan okunan günler? Şimdi ona meydan okunuyor.
Seçilenlerin, seçenlere sahip çıkması yetmiyor. Üniversitelerde ve diğer eğitim kurumlarında görev yapan aydınların yanı sıra yine üniversite ve diğer eğitim kurumlarının dışında kalan aydınlara da büyük görevler düşüyor.
Bugünkü ve gelecek nesillere hesabı verilebilen bir ülke bırakmak, her aklıselim insanın vazifesidir. Aksi takdirde toplumun esas alınmadığı, seçkin ve imtiyazlı sınıfların hegemonyasının sürdüğü bir sistemin dişlileri arasında koca bir millet inleye inleye yaşamak zorunda kalabilir.
Bu yara ne zaman açıldı biliyor musunuz? Çağdaşlık adına, Avrupalılaşmak adına, medenileşmek adına ve bile bile inatla, milleti; tarihi, dini ve milli köklerinden koparma senaryosu olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun din ve fen ilimleri birlikte okutulması gerekirken, eğitim sistemimizden din ile ilgili müspet konuları dışlamasıyla açılmıştır.
Ateizmi çağrıştıran bir eğitim sisteminin benimsenmesi, cami ile okulun birbirine düşman ilan edilmesi, camiye gidenlerle okula gidenlerin arasına her türlü kavganın sokulması, toplumun dini ve milli değerlerinin zayıflatılması ve halkın manevi bir boşluğa itilmesi bu sonuçları doğurmuştur.
Uzun yıllar süren bu yanlış ve manevi değerlerden yoksun eğitim anlayışının sonunda, insanların birçoğu, ülkenin birlik ve beraberliği ile barış ve huzuru için potansiyel birer tehlike haline gelmişlerdir. Seçkinler ile halk arasına anarşi ve terör girmiş, seçkinlerin bir eli yağda bir eli balda iken, olup biten her şeyin faturasını toplum ödemiş ve ödemektedir.
Türkiye’yi vatanı bilen, toprağı bilen, anası, babası, atası bilen, namusuyla, şerefiyle, haysiyetiyle yaşamak isteyen, kendisinden önce karşısındakini sevmeyi becerebilen ve kabullenen herkesin, bu konuda parmak oynatması yetecek ve artacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi