Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Ramazan sevinci

Ramazan sevinci

İçimiz içimize sığmıyor bugün...
Sevinçliyiz, mutluyuz, coşkuluyuz: Çünkü bir ramazana daha giriyoruz...
Mübarek gecelerde yapılan tövbelerle arınıp inşallah pir ü pâk hale gelmiş ruhumuzla karşılayacağız ramazanı...
Son ramazanımızmış gibi dolu dolu yaşayacağız...
Her iftarı bir cihad, her sahuru neşveli bir bayram, her anı kalbî dua olup Haktealâ’ya ulaşacak.
Herkes “eski ramazanlar”dan söz edecek yine, televizyonlar “Ah nerede o eski ramazanlar!..” serenadıyla dolacak...
Halbuki yaşamak için en doğru an yaşanan andır!
Ramazanların en güzeli ise, henüz yaşanmamış olandır.
Çünkü sadece onu yaşama şansımız var...
Eskiden daha mı derin yaşanırdı ramazanlar?..
Daha büyük bir neşeyle mi karşılanırdı?
Sanmıyorum.
Eski ramazanlar nostaljik durumdan dolayı rağbette: Kısacası herkes kendi çocukluğunu özlüyor.
Gerçek şu ki, bu topraklarda dün de bugün de sevinçle karşılanıyor ramazanlar...
Tabii şartlar çok farklı: Eskiden marketler olmadığı için, ramazana on-onbeş gün kala ramazan alışverişi yapılır, kiler ramazanlıklarla doldurulurmuş.
Sonra mahallenin tüm kadınları elbirliği eder, “imece” usulü ile mahalle camiini siler süpürür, halılar kilimler yıkanıp yeniden serilirmiş.
Bu yüzden ramazan öncesinde camiler taze sabun kokarmış. “Allah’ın evi” (camiler) temizlendikten sonra, mahallenin kadınları yine elbirliği içinde sokakları süpürüp yıkarlarmış.
Nihayet sıra kendi evlerine gelirmiş: Önce çamaşırlar yıkanır, ardından odalar köşe bucak süpürülür, tahtaları fırçalanır, tamire muhtaç yerler onarılır, kısacası evler, “sultan misafirliğe gelecekmiş gibi” hazırlanırmış.
Bir anlamda gelmesi beklenen de bir sultandı: Onbir ayın sultanı: Himmet, hikmet, rahmet, merhamet, bereket, mağfiret ayı geliyordu...
Osmanlı insanı genel olarak temizdi. Çünkü “temizlik imandan” gelirdi. Ama ramazan hürmetine insanlar bir kez daha yıkanıp temizlenir, bu yüzden hamamlar dolup taşardı.

Ramazan, hilâlin görülmesiyle başlardı. Buna “rü’yet-i hilâl” (Hilâlın görülmesi) denirdi. Bu son derece ciddi bir işti ve katı kuralları vardı.
Eskiden İstanbul Bayezit’deki yangın kulesi, aynı zamanda hilâl gözlemekte de kullanılırdı. Ayrıca Süleymaniye, Fatih, Cerrahpaşa, Sultan Selim ve Edirnekapı Camilerinin minareleri de aynı amaca hizmet ederdi.
Kadılık Makamına mensup güvenilir bazı memurlar, bu gözlem yerlerine gönderilir, ayı gözlemeleri istenirdi. Aynı zamanda, adı geçen camilerin hizmetlileri ile halk da gönüllü olarak gözlem yapardı.
Ramazan hilâlini gören, önce şahit tutar, böylece birkaç çift gözün aynı anda hilâli görmesi sağlanırdı. Sonra birlikte fetva kapısına gidilirdi. Fetva Emini’nin emriyle hilâli gören iki kişi içeri alınıp sorgulanır, o sırada, dışarıya haber sızmaması için, Fetva Dairesi’nin büyük kapısı sımsıkı kapatılırdı.
Sorgulama çok titiz yapılırdı. Ramazan hilâlini gördüklerini iddia eden şahitler, tuzak sorularla şaşırtılır, doğru söyleyip söylemedikleri iyice araştırılırdı...
Doğru söyledikleri kanaati geldikten sonra bir mahkeme ilâmı hazırlanıp Kadı Efendi tarafından mühürlenir, ardından sicil defterine kaydedilir, nihayet Şeyhülislâmlık Makamına gönderilirdi...
Ancak ondan sonra büyük kapının açılmasına izin verilirdi.
Açılan büyük kapıdan Süleymaniye Camii’nin mahyacıbaşısı elinde bir kandille gözükür, avludaki binek taşına çıkar, kandilini sallayarak Süleymaniye Camii minarelerinde işaret bekleyen kandilcilere “ramazan başladı” işaretini verirdi...
Bu işareti alır almaz, minarelerde hazır bekleyen kandilciler minarelerdeki mahyaların kandillerini bir bir yakar, bu manzarayı gören diğer camilerdeki gözcüler de aynı şeyi yaparlardı...
Camiler bir ışık sağanağı altında kalırdı...
Böylece İstanbul doyumsuz bir güzelliğe kavuşurdu. Minarelerdeki mahyalarla kandillerin yanması, o dönemin sakin yaşantısını şenlendirir, tüm hayata müthiş bir hareketlilik getirirdi.
Süleymaniye Camii’nin minareleri ışıklandırıldıktan sonra, davulcular ve tellallar sokak aralarına dağılır, ramazan-ı şerifin geldiğini halka müjdelerlerdi...
Çocuklar davulcuların arkasına takılır, sokak sokak dolaşırlardı.
Hilâlin görünüp ilân edilişi, ecdadımız açısından büyük bir seyir ve eğlence olurdu.
Halk kandillerin yanmasıyla sokaklara dökülür, ramazanın başlaması şerefine şenlikler yapardı. Kimisi gelen ramazan hürmetine fakir fukaraya sadaka verir, kimisi kurban kesip etini dağıtır, kimisi çocuklara harçlık, mendil, başlık gibi armağanlar vererek çocukları ramazan sevincine ortak ederdi.
Anlayacağınız dün de bugün de bu topraklarda ramazan coşkuyla karşılanıyor, neşeyle yaşanıyor.
Ramazanınız mübarek olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi