Merve Kavakçı İslam

Merve Kavakçı İslam

Hepimiz Dilipak’ız!

Hepimiz Dilipak’ız!

Bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet’in yetiştireceği aklı hür, vicdanı hür nesillerden söz ettiğini hepimiz biliriz. Gerçekten de öyle midir, öyle mi olmuştur? Aklın hürriyeti, düşünme yetisini geliştirebilmeye, insan beyninin kendini cenderelere sınırlamaksızın, özgürce kanat çırpmasına, sorgulama, soruşturma, cevap talep etme güvenini edinebilmesine ve bunlarla da sınırlı kalmayan benzeri faydalı özellikleri içinde barındırabilme kabiliyetine tekabül eder. Doğru mu? El hak doğru. Ya vicdan hürriyeti, o neyle alakalıdır? O da kalp işidir. Gönül işidir. Rıza veya aksi, mutmainlik veya tersi, inanmak veya reddetmekle ilgilidir. Elle tutulmaz, gözle görülmez vicdan, ancak hissedilerek yaşatılır. Aklı hür olduğu kadar vicdanı hür olanlar, düşünme yetilerine sınırlama koymadıkları gibi inanma -ki burada inanmayı “inanç” manasında, dar kapsamlı olarak kullanmıyorum- yetilerine de sınır getirmezler. Nitekim, dilediklerine inanır, dilediklerinden yüz çevirirler. Vicdani hürriyeti egzersiz edebilmek, uygulamak, onunla ilgili olarak kimseye hesap verme mecburiyeti olmadığına da işaret eder. Hürriyet bu anlamdadır zira. Hür olmak dilediğini yapabilmekse -ki öyledir-, vicdanı hür olmak da, vicdan denen olgu üzerinde dilediği tasarrufu kimseye açıklama yapmaksızın yapabilmektir de. Bu hürriyet, vicdanı o veya bu yönde kullanmak kadar, hiç kullanmamaya da imkan sağlar. Yani ister tut ister çöpe at, ikisi de sahibinin inisiyatifindedir.
Bu girizgahtan sonra şimdi gelelim, gazetemiz yazarı Sayın Dilipak’ın konusuna. Efendim, Sayın Dilipak 28 Şubat postmodern darbesinin yapılmasında aktif rol üstlenmiş, daha sonra Yaratan’ına dönmüş bir ordu mensubuna hakkını helal etmediğini yazmış bir yazısında. Şimdi... Dilipak’a göre ortada bir hak var. Kimin hakkı? Kendi hakkı. Helal etmiyorum, demiş. Hak dediği kendisininse onunla dilediğini yapma hürriyeti var mı, yok mu? İnsan, tasarrufunda olan bir şeyi nasıl dilerse öyle kullanır veya kullanmaz, değil mi? Değil, efendim. Burada öyle değil, belli ki. Vay efendim, sen ne demeye hakkını helal etmezsin, hakkın ki var, onu belli yönde kullanmazsın, demişler. Dikkat buyurun: Hakkın yok! demiyorlar. Bilakis, hak dediğin mevcut, ancak sen onu bizim dilediğimiz yönde kullanmıyorsun diyorlar, daha da doğrusu, kullanmayan sen misin deyip basıyorlar haczi. Olay bu. Ancak tahmin edersiniz, işler böyle düpedüz falan da olmuyor: Dava Dilipak’ın gıyabında görülüyor. Ankara’da. Adresi belli değilmiş gibi muamele yapılıp hacizle sonuçlandırılıyor. Diğer dava ise ceza davası, bu da İstanbul’da açılmış, adres belli, bilmiyoruz falan demiyorlar. Bundan sonuç alınmadan Ankara’dakini sonuçlandırmakla kalmıyorlar sadece, arkasından da haciz üstüne haciz ve Dilipak’ın evini satıyorlar. Haa, bu kadar mı? Hayır, bunlar işin çetrefilliğine sadece bir iki örnek, yoksa başka detaylarda gizli daha ne dalavereler, vesaire vesaire...
Olayın bir de dinî boyutu var ki, ona hiç girmeyelim. Hak helali fiiliyatı teolojik bir konseptken, gecesi gündüzü bu ülke laiktir, laik kalacak diye sayıklayarak geçen bir rejim, neden öteki dünyayı kapsamı alanına alır, hiç anlamam. Yoksa orası da mı seküler kamusal alandandır? Bırakın dileyen dilediğini söylesin hakkın helal olması-olmaması konusunda. Sanki dinî bir yapılanmayı esas almışçasına, bu kadar gocunmak da neyin nesi?
Gördüğünüz gibi benim kafam karıştı. Sorular çok. Biri deyiversin bana, böyle mi oluyor aklı hür, vicdanı hür olmak?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Merve Kavakçı İslam Arşivi