Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Balkanlar’da Ramazan bir başka güzel

Balkanlar’da Ramazan bir başka güzel

Neredeen, nereye... Malûm, biz “radyo nesli”yiz... Bizim “çocukluk” dönemimizde “televizyon” filân yoktu... Radyo dediysem, bir tek “TRT Radyosu” vardı... Sonraları, “Meteoroloji Radyosu” başladı yayına... İşte o çocukluk dönemimizde “şarkı ve türkü” yayınları yok denecek kadar azdı... O da, genellikle “koro” halinde söylenen şarkı ve türkülerdi... İşte bu yüzden, radyoda “istasyon” arar, hangi istasyonda, hangi saatte şarkı veya türkü çalacağını bilirdik... O zamanlar “Moskova’nın Sesi” radyosu vardı, “Amerika’nın Sesi” radyosu vardı, bir de “Priştine Radyosu!”
Hemen hepsi, akşamları 19.00-21.00 saatleri arasında, yarımşar saat “Türkçe Yayın” yapardı... Türkçe yayın dediğime bakmayın, resmen “propaganda”larını yaparlardı... Ama, propagandayı kim dinler; biz çalacakları şarkı veya türküyü beklerdik... Yarım saatlik yayının sonuna doğru, “o günlerin en revaçtaki türküsü”nü çalarlardı... Açık söylemem gerekirse; “Priştine” ismini, ilk olarak o yıllarda, yani “tütün tarlaları”nda duymuştum... Evet, “1960’lı yıllar”da!.. Dediğim gibi; “komünizm propagandası”ndan dolayı değil, “şarkı-türkü”sünden dolayı.
Aradan neredeyse “50 yıl” geçti... Kaderin tecellisine bakın ki; 50 yıl önce “radyo”sunu dinlediğim Priştine; 50 yıl sonra işte karşımdaydı... Ama bu defa “Yugoslavya’nın bir şehri” olarak değil, “Kosova’nın başkenti” olarak!..
Ve yine, şu işe bakın ki;
50 yıl önce “komünizm propagandası”na beşiklik yapan Priştine, işte şu an dostça karşılıyor biz “Müslüman”ları!..
Dedim ya;
Neredeen, nereye!..
PRİZREN’DE BİR İFTAR SOFRASI
Efendim, birkaç gün önce, gitmeden de haber verdiğim gibi; Bayrampaşa Belediye Başkanı Sayın Hüseyin Bürge’nin davetlisi olarak Kosova ve Makedonya’yı içine alan bir “gezi”ye çıktık... Hayır, bir “gezi”ye değil, “Ramazan’ı Balkanlar’da yaşamaya” çıktık...
Geçtiğimiz Perşembe günü İstanbul’dan kalkan THY uçağında sayın Hüseyin Bürge’nin yanısıra, AK Parti Bayrampaşa İlçe Başkanı Cemil Yıldız, Star gazetesinden İbrahim Kiraz, Yenişafak’tan Yusuf Ziya Cömert ve ben vardım... Haa bir de, Eyüp Vakfı heyeti olarak sayın Mustafa Baş ve Eyüp eski Belediye Başkanı Ahmet Genç uçaktaydılar.
Tabiî Mustafa Baş ve Ahmet Genç’le olan beraberliğimiz havaalanına kadardı...
Priştine Havaalanı’na indikten sonra, yollarımız ayrıldı... Onların ayrı bir “iftar programları” vardı, oraya gittiler.
Biz, havaalanından doğruca Kosova İçişleri Bakanlığı’na gittik... Kosova Büyükelçimiz sayın Metin Hüsrev Ünler ve Çevre Bakanı sayın Mahir Yağcılar bizi kapıda bekliyorlardı...
Hep birlikte, İçişleri Bakanı Zenum Bayezıti’nin makamına çıktık... Samimi bir görüşmenin ve karşılıklı “hediyeleşme”nin ardından ver elini Prizren!..
Çünkü, iftarı, orada açacağız!..
Prizren, Kosova’nın en önemli şehirlerinden... Dahası, “Türk” de olsa, “Arnavut” da olsa, hemen herkesin “Türkçe” konuştuğu bir şehir!..
Meselâ, “iftar sofrası”nda birlikte yemek yediğimiz iki genç kız; “Biz Arnavut’uz” dediler ve eklediler; “Ama biz, evimizde de Türkçe konuşuruz!”
Ne yalan söyleyeyim;
Çok da güzel Türkçe konuşuyorlardı.
Zaten “Türk televizyonları”nı izliyorlarmış... Lâf aramızda, en çok da “Kurtlar Vadisi”ni seviyorlarmış!..
Madem “iftar” dedik, bu “etkinlik”ten söz edeyim biraz... Efendim, Bayrampaşa Belediye Başkanı Hüseyin Bürge’nin, hemen her Ramazan’da, bir “Bereket Konvoyu” hazırladığını ve bu konvoyu “Müslüman’ın bulunduğu her ülke”ye gönderdiğini ve her gittiği şehirde, “2-3 bin”, bazen “5-10 bin” kişiye “iftar yemeği” verdiğini zaten biliyorsunuz...
Ben de biliyordum...
Ama, itiraf edeyim; bu etkinliğin “haberini” veriyorduk vermesine de, bu işin bu kadar “zahmetli” ve bir o kadar “zevkli” olduğunu, hele hele “çok boyutlu bir amaca hizmet ettiğini” bilmiyordum.
Düşünebiliyor musunuz;
Saraybosna’dan Priştine’ye, Priştine’den Prizren’e, Prizren’den Üsküp’e, Üsküp’ten Tetovo’ya, Tetovo’dan Bulgaristan’a, Yunanistan’a, Lübnan’a varıncaya kadar hemen her gün bir şehirde, tam 5 yıldır “iftar sofraları” kuruluyor!..
Sabah erkenden başlıyor hazırlık... Soğanlar, patatesler soyulacak, köfte hamuru yoğrulacak, pilav pişirilecek, tatlılar hazırlanacak...
“Şoför”üydü, “elektrikçi”siydi, “sanatçı”sıydı, “aşçı”sıydı, “sandalye-masa düzenleyicisi” ve “yemek dağıtıcısı” derken, Bayrampaşa Belediyesi, bu iş için tam “54 eleman”ını görevlendirmiş!..
İşte bu insanlar sabah erkenden işe başlıyor ve akşam “iftar saati”nde binlerce kişiye “yemek” dağıtıyor!.. Hem de, hiçbir aksaklık olmadan!..
Açık söyleyeyim;
Bu işler, parayla-pulla olacak işler değil... Bu işler “gönül” işi, “iman” işi, “insanı sevme” işi!..
Düşünebiliyor musunuz;
AK Parti Bayrampaşa İlçe Başkanı Cemil Yıldız’ın oğlu Yusuf bile, bu organizasyonda bir “amele” gibi çalışıyor!.. Onun yaşıtları eğlenirken, o iftara yemek yetiştirme gayretinde!..
“Yemek”ler yenilip, “dua”lar edildikten sonra, program başlıyor... “Sahne” haline getirilen TIR’ın dorsesinde çocuklara yönelik yarışmalar, ilahiler, türkü ve şarkılar derken semazenler dönmeye başlıyor... Biraz sonra da; o şehrin folklor ekibinin gösterileri!.
Meydan tıklım tıklım.
İnsanlar cıvıl cıvıl!..
Öyle bir coşku, öyle bir kaynaşma var ki; Türk de, Arnavut da, Boşnak ve Pomak da omuz omuza!..
Ne yalan söyleyeyim;
Hüseyin Bürge, eğer “4 dönemdir Belediye Başkanlığı” koltuğunda oturuyorsa, 1994’ten beri her seçimde kazanıyorsa, bana göre, bunu “Bereket Konvoyu”nun bereketine borçludur!..
Bir adam 15 yıldır belediye başkanlığı yapıyorsa, bunu “Kardeşlik Sınır Tanımaz” sloganıyla başlattığı ve hiçbir ayrımcılık yapmadan yürüttüğü bu “Ramazan Etkinliği”ne borçludur!..
Haa, hemen söyleyeyim;
Hüseyin Bürge, sadece Balkanlar’a değil, “kendi ilçe halkı”na da her Ramazan’da iftar veriyor!..
Mesela, bu yılki iftar sloganı ilginç;
“Cezaevinde iftar!”
“İftar için cezaevine bekleriz!”
Bilmeyen insanlar, “cezaevi” lâfını duyunca, irkiliyor tabiî... Ama bu cezaevinin, “kelepçesiz” girilen, “tünel kazmadan” çıkılan Bayrampaşa Cezaevi olduğunu, bu cezaevinin de boşaltıldığını ve “Ramazan Çadırı”nın burada kurulduğunu öğrenince; irkilme önce şaşkınlığa, sonra da teşekküre dönüşüyor!.. Laf açılmışken, şunu da söyleyeyim: Hüseyin Bürge, dünden itibaren “sokakta iftar” vermeye başladı... Amacı; birbirlerinden habersiz “komşu”ları aynı sofra etrafında buluşturmak, kaynaştırmak...
Çok güzel bir proje!..
İlk fırsatta ben de görmeye gideceğim.
KARDEŞLİK SINIR TANIMIYOR!
Neyse, biz yine dönelim “Balkanlar’da Ramazan” olayına...
Kim, ne derse desin;
Bu hem çok büyük hem de çok mükemmel bir proje... İşin doğrusu; “devlet”in yüklenmesi gereken bu misyonu, Bayrampaşa Belediyesi yerine getiriyor!..
Hem de, başarılı bir şekilde...
Tabii, şunu da söylemeden geçemeyeceğim... Hüseyin Bürge, 5 yıl önce bu işe başladığında “büyük zorluklar” yaşamış... Hayır, “organizasyon”dan değil, “dış etkenler”den!.. Her şeyden önce, gittiği şehrin belediye başkanı zorluklar çıkarmış... O da yetmemiş, “bizim monşerler” yani “büyükelçi” ve “konsolos”larımız dikilmiş Başkan’ın karşısına!..
Uzatmayalım; “binbir rica ve meşakkatle” atmışlar ilk adımlarını!..
Ama şimdi, nereye gitseler bir “sevgi çemberi” oluşuyor etraflarında... Çünkü “monşer”ler gitmiş, yerlerine “adam gibi adam”lar gelmiş!..
Mesela Kosova Büyükelçimiz Metin Hüsrev Ünler...
Son derece sıcak ve samimiydi!.. Priştine’den çıkıp Prizren’deki iftarımıza gelmesi, hem “jest”ti, hem de “organizasyona verdiği önemi” gösteriyordu!..
Aynı şekilde Kosova Çevre Bakanı Mahir Yağcılar da Prizren’e gelip, “Kardeşlik Sınır Tanımaz” projesine inandığını, güvendiğini ve desteklediğini gösterdi.
Şunu söyleyeyim;
Kardeşlik, gerçekten de sınır tanımıyor.
Bu “iftar sofraları”nda Türk ve Arnavut, Boşnak ve Pomak aynı masada yemek yiyebiliyorsa, bunu sağlayan Hüseyin Bürge’nin “Bereket Konvoyu” ve o konvoyda görev alan “isimsiz kahramanlar”dır!..
Öyle bir programdı ki;
Prizren halkı, sahura kadar uyumadı... “İftar sofrası”nın kurulduğu alan, cıvıl cıvıldı... Aralarına “Türkler” gelmişti ya, arkalarında bir “ağabey” ve bir “baba” olarak duruyordu ya; şimdi “dünden daha güçlü” hissediyorlardı kendilerini!..
İşin en ilginç yanı;
Türk de böyle düşünüyordu, Arnavut da!..
Çünkü, Türkiye, onların nazarında “sırtlarını dayayabilecekleri yıkılmaz bir duvar”dı!..
Oraya gelen “ekip” ise, “Türkiye’nin kokusu”nu getirmişti onlara... Doya doya kokluyorlar, dönüp dönüp yine kucaklaşıyorlardı...
“Soydaş”larımızla, “dindaş”larımızla yaşadığımız o atmosfer, kelimelerle anlatılmaz...
Bu duygu, ancak yaşanır!..
Yaşamak dedim de aklıma geldi... İlk defa tanıştığımız ama sanki yıllarca konuşuyormuşuz gibi “samimi bir dost” olan Prizren İslam Birliği Başkanı sayın Lütfi Balık’a sordum;
“Prizren’de İslam nasıl yaşanıyor?”
Dedi ki;
“Her yıl, bir önceki yıldan daha güzel... Cemaat, her geçen gün artıyor... Camiler, özellikle Ramazanlarda tıklım tıklım.”
Gerçekten de öyle...
Her namaz vakti okunan “ezan”lar, insanı coşturuyor... Hele de; biri bitip, diğeri başlayan sabah ezanı...
Bu “Müslüman”lar arasında, insan kendisini hiç de yabancı hissetmiyor... Sanki 40 yıldır tanışıyormuşuz gibi bir samimiyet ve sıcaklık var...
Bir anda kaynaşıyoruz Prizren sakinleriyle...
Geçen 4 gün boyunca, işte bu duyguları yaşadık biz... Kâh güldük, kâh hüzünlendik... Buna vesile olduğu için Hüseyin Bürge ve ekibine bir defa daha teşekkür ediyor, yolculuğumuzun Priştine ve Prizren durağını burada noktalayıp, Allah nasip ederse yarın da Kosova’nın “tek Türk köyü Mamuşa”dan, Üsküp’ten, Tetovo’dan, Gostivar’dan ve Vardar Nehri ile nehir üzerindeki “Mihraplı Köprü”den söz etmeye çalışacağım!..
Gitmeden önce de dediğim gibi;
Balkanlar “gezmeyi-görmeyi en çok istediğim” yerlerden biriydi... Nazik davetiyle oraları görmeme vesile olduğu için Başkan Hüseyin Bürge’ye bir defa daha teşekkür ediyorum.
“Devam” başkan... Kardeşler arasında “köprü” olmaya devam!..
================
Hangisi daha Türk?
Kosova ve Makedonya’da dolaşıp, çoğunluğunu “Türk” ve “Arnavut”ların oluşturduğu şehirlerde insanlarla sohbet ederken, bir an için düşündüm: “KKTC’deki Türkler mi daha Türk, yoksa buradaki Türkler ve hatta Arnavutlar mı?”
Herkes biliyor ve görüyor ki; KKTC’de Denktaş’la başlayan “yozlaşma ve çürüme” süreci, M. Ali Talat döneminde de devam ediyor... KKTC’deki Türkler “din, namaz ve oruç”tan o kadar uzaklar ki; “kolye” diye boyunlarında “istavroz” bile taşıyorlar!..
Kosova ve Makedonya’da ise, “Arnavut”lar bile “Türkçe” konuşuyor... İşte bu durumda, insan ister istemez soruyor: “Kıbrıs’a gösterilen ilgi ve verilen parasal destek, Balkanlar’a yapılsaydı acaba hangisi daha Türk olurdu?..”
“Müslümanlığı” zaten saymıyorum...
Çünkü KKTC’de “dindar” olmak hem zor, hem de suç!..
Baksanıza; “Denktaş’ın izinde” yürüyen M. Ali Talat da, “Kur’an Kursları tehlikeli” demeye başlamış!..
Ne diyeyim; “Ekmek-Kur’an çarpsın” böyle diyenleri!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi