Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Makedonya’ dayız... Üsküp, 1389’dan beri Osmanlı!..

Makedonya’ dayız... Üsküp, 1389’dan beri Osmanlı!..


Bayrampaşa Belediye Başkanı Sayın Hüseyin Bürge’nin 5 yıl önce başlattığı “Balkanlar’da Ramazan” projesi kapsamında; Priştine’den başlayıp, Prizren’de “iftar” ettiğimiz gezimiz, Mamuşa ile devam ediyor… Ulaştırma sorumlumuz Sami Çavuş kardeşimiz, saat 12.00 civarında alıyor bizi “minibüs”e, Mamuşa’ya doğru yola koyuluyoruz… Allah nasip ederse “Cuma Namazı”nı Mamuşa’da kılacağız… Mamuşa, “tamamı Türklerden oluşan” bir belde… 7’den 70’e herkes “Türkçe” konuşuyor… Dolayısıyla, Belediye Başkanı da Türk… Adı, Arif Bütüc… Kendisi hem çok hareketli, hem çok uyanık, hem de ağzı çok iyi lâf yapan, genç bir başkan… Zaten, seçime “tek aday” olarak katılmış!..
Beldesine çok iyi hizmetler yapmış… Ama bunu “kendi imkânlarıyla” değil, “başkalarının yardımıyla” yapmış!.. Meselâ belediye binası… İstanbul’un ilçelerinde bile böyle bir belediye binasına sahip olan başkan sayısı çok azdır… Belediye binasının arka bahçesi, “park” olarak dizayn edilmiş!..
Peki, kim yapmış bu parkı?..
Parkı çevreleyen “demir korkuluk”lardan tutun da, çocukların oynadığı salıncak ve oturdukları banklara varıncaya kadar hemen hepsini Ankara Büyükşehir Belediyesi yaptırmış. Yurtiçinde ve yurtdışında nereye gitsem, birçok hizmette “Melih Gökçek’in katkıları”nı görüyorum ki; bu, son derece mutlu ediyor beni… İşte bu da, Mamuşa’daki “Ankara Parkı!”
Dedim ya; Mamuşa Belediye Başkanı, hayli “genç” olmasına rağmen, sırf “girişimci” kişiliği ve “ağzının iyi lâf yapması”ndan dolayı, beldesini mamur etmeye çalışıyor…
Meselâ, bir “ilköğretim okulu” yaptırmış ki; gecikmeli de olsa bu öğretim yılına yetişecek okul, “tam bir üniversite” görünümünde…
Okulda, 1200 çocuk öğrenim görecek!..
Peki, parası kimden?..
Onun parasını da, İngiltere Kraliyet Ailesi’nden almış, iyi mi?..
Başkan Hüseyin Bürge ve AK Parti İlçe Başkanı Cemil Yıldız’ın, hem de beraberinde biz “gazeteci”lerle birlikte beldesini ziyaret etmesini fırsat bilip, hem “hizmet”lerini anlatıyor, hem de “ihtiyaç”larını!.. Bir ihtiyacının giderilmesi konusunda, sanıyorum Hüseyin Bürge’den de söz aldı…
CAMİNİN İMAMI TÜRKİYE’DEN!
Mamuşa, nüfus itibariyle “genç” bir nüfusa sahip… “6 bin nüfus”un 1200’ünün ilköğretim çağında olduğu düşünülürse, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır…
Cuma namazı için camiye giderken, kız çocukları ve genç kızlara rastlıyoruz… Koltuklarının altında veya kucaklarında Kur’an-ı Kerim’ler var… Belli ki, Cuma’dan sonra Kur’an dersi alacaklar!..
Cuma Namazı’nı, bir “Türk imam” kıldırdı… “Diyanet’in gönderdiği” bir imam bu… Giresun’dan gelmiş Mamuşa’ya… “Milliyetçi duygular”ın ağır bastığı bir “hutbe” olsa da, heyecanlı bir ses tonuyla 30 Ağustos’un anlamını anlattı imam efendi.
Namazlarımızı kıldıktan sonra, çevreyi dolaşıyoruz… Mamuşa’da “seracılık” çok yaygın… Zaten, geçimlerini “tarım ve hayvancılık”tan sağlıyorlar!..
Domates üretiminde “İsrail tohumu” kullanmaktan dolayı müştekiler… “Ama” diyorlar, “Yerli tohumu öldürdük!.. İsrail tohumuna servet ödemekten de bıktık!”
MERHUM MUHSİN BEY’İ UNUTMAMIŞLAR
Bayrampaşa Belediyesi, geçen yıl da Mamuşa’da “iftar yemeği” vermiş… Bu iftar hâlâ konuşuluyor... Bir de merhum Muhsin Yazıcıoğlu dillerden düşmüyor... Çünkü, o da geçen yıl gelmiş Mamuşa’ya...
Türkiye’ye döndükten sonra da; Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ziyaret edip, “izlenim”lerini ve “talep”lerini anlatmış… Gazetecilerin “Ne gibi taleplerde bulundunuz?” sorusuna da şu cevabı vermiş:
“Ben, Balkanlar’da Türkiye’nin 3 önemli merkez seçerek, bu üç önemli merkeze ilgisini yoğunlaştırması gerektiğini düşünüyorum. Bunlar Kosova, Saraybosna ve Üsküp. Daha önce Üsküp’te bir üniversite açıldı. Saraybosna’ya da üniversite açılıyor. Kosova’da Mamuşa Belediyesi var. Tamamen Türk nüfusa sahip bir belediye. Burada, Süleyman Demirel Üniversitesi’nin 3 bin kişilik üniversite kampusü açma çalışması sürüyor. ODTÜ’nün bir çalışması var. Bunların desteklenmesi lazım… Türkiye, Kosova’ya yönelik olarak, özellikle sağlık alanında yatırımlar yapabilir...”
Bir “parti lideri”nin kendileriyle aynı sofrada yemek yemesini ve taleplerini Başbakan’a aktarmasını unutamamış Mamuşa halkı...
“Galiba en son yurtdışı ziyaretini buraya yapmıştı” deyip, kendisini “rahmetle” anıyorlar!..
Ölümüne çok üzülmüşler!..
Ama dillerinden düşürmüyorlar Muhsin Bey’i…
Ne güzel…
Hani, derler ya;
“Eşek ölür, kalır semeri
İnsan ölür, kalır eseri.”
Geride, “sevgi ve saygıyla anılan bir isim” bırakmak ne güzel…
Muhsin Bey’e, bir defa daha “Allah’tan rahmet” dileyerek, çıkıyoruz yola…
İstikamet Üsküp…
Yemyeşil vadilerden, vadilerin eteğinde ve yamaçlarında yapılmış “villa” tipi evlerin arasından geçip, Makedonya sınırına geliyoruz…
Ne yalan söyleyeyim; özellikle Kaçanik’teki evler, kafiledeki herkesin ilgisini çekiyor!..
Makedonya sınırında, pasaportlarımıza “giriş” damgası vurulması için biraz beklememizden sonra, yemyeşil dağların ve ovaların arasından geçip Üsküp’e ulaşıyoruz.
ÜSKÜP, 1389’DAN BERİ OSMANLI
Üsküp, gerçekten de güzel bir şehir… Hem “tarih kokan” yönüyle, hem de “modern” yönüyle…
Şehir, Gostiva’nın az ötesindeki Vurtok Köyü’nden çıkan ve yol aldıkça büyüyüp kocaman bir nehire dönüşen Vardar Nehri tarafından ikiye bölünmüş durumda!..
Vardar Nehri’nin bir yakası, tam bir “Avrupa şehri” görünümünde… Evler ve dükkânlar “Batılı” tarzda inşaa edilmiş…
Diğer yakası ise, “Osmanlı’nın izleri”ni taşıyor.
Bir yakasında “Çan” sesleri hakim… Diğer yakasında ise “ezan” sesleri yükseliyor semaya…
Üsküp’ün Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altına girmesi, 1389’da olmuş. Bu tarihten itibaren bir sancak merkezi yapılan Üsküp, Fatih Sultan Mehmet tarafından Rumeli Beylerbeyliği’ne bağlı eyalet merkezi yapılmış. Osmanlı İmparatorluğu döneminde önemli bir yönetim ve ticaret merkezi imiş.
Vardar Nehri’nin üzerindeki köprünün hikâyesi de enteresan… Makedonlar; “Bu köprüyü biz yaptırdık, adı da Taşköprü” derken, Türkiye; Makedonların önüne “tarihî belge”leri koyup, “Hayır” demiş; “Bu köprü bizimdir... Adı da Taşköprü değil, Mihraplı Köprü’dür!..”
Türkiye, zor da olsa ikna etmiş Makedonya’yı… Sonra da, “orijinaline uygun” olarak, bir “mihrap” yaptırmış köprünün ortasına…
BİR HAÇ Kİ, TAM 65 METRE!
Türkler, köprünün üzerine “mihrap” yaptırır da, “Hıristiyan” Makedonlar geri kalır mı?..
Onlar da, Üsküp’ün her tarafından görülebilecek dağın zirvesine “tam 65 metre yüksekliğinde bir haç” dikmiş!.. Hani, bazı “üç boyutlu fotoğraf”lar vardır ya, nereye dönerseniz dönün, size bakar ya; bu “haç” da öyle!.. Üsküp’ün neresinde olursanız olun, o devasa haç, hep gözünüze batıyor!..
Makedonlar bunu yapar da; “Arnavut inadı”na sahip “bizim Müslümanlarımız” boş durur mu? Onlar da, “belde”lere ve “köy”lere yaptırdıkları yeni camilerde, “minarelerin uzunluğu”nu oldukça “yüksek” tutmuşlar!.. Bazıları “tam 65 metre” yüksekliğinde...
Unutmadan söyleyeyim: Makedonya’daki Müslümanların; “Türk” de olsalar, “Arnavut” veya “Boşnak” da olsalar, “Yüzde 90-95’i Hanefî Mezhebi”ne mensupmuş!..
Üsküp’te adım başı “cami”ye rastlamak mümkün… Kimi “500-600 yıllık tarihî cami”ler, kimi de yeni inşaa edilen camiler…
Hele Üsküp’ten yola çıkıp, bir adı da Tetovo olan Kalkandelen ile Gostiva’ya doğru yol alırsanız, her köyde, ama her köyde 1 veya 2 cami görürsünüz… Yine görürsünüz ki; bu camilerin minareleri hayli yüksektir!..
Böyle olması, biraz da “Makedon yönetimine mesaj” olsa gerek… Çünkü efendim; biraz önce de dediğim gibi, Makedon yönetimi; “Hıristiyan”ların yaşadığı yerleri “mamur” hale getirirken, “Müslüman”ların yaşadığı bölgeleri, hep ihmal etmiş!..
KALENİN ETEĞİNDE TÜRK ÇARŞISI
Üsküp’te, bir de “Türk Çarşısı” denilen bir çarşı var… Aynen bizim eski “Tahtakale”deki çarşıya benzer, dar sokaklı bir çarşının ve küçük caminin ortaya serdiği manzara, bir nostaljinin çağımızda yaşayan gerçekliği gibi duruyor...
Alışveriş edenler... O küçücük dükkânların vitrinlerine baka baka aradığını bulmaya çalışanlar!.. Çeşitli, renkli giyecekler, “takı”lar, “gelinlik”ler ve diğer eşyalar alıcılarını adeta davet ediyor.
Yani kendini kendinde bulan bir yaşama tarzını sürdürüyorlar orada.
Eğer çarşıdaki bir “kahvehane”ye gidecek olursanız; “Türk Çayı” içeceğinizi söylemeyin… Çünkü, her nereden yerleşmişse yerleşmiş; “Rus Çayı” yerleşmiş hafızalara!.. Meselâ, çarşıdaki “çınar ağacı”nın altında; yemeğinizi yiyebilir, çayınızı yudumlayabilirsiniz!..
Çarşıyı gezerken, “Ebu Hanife Kitabevi”ne uğrayıp, bu ismin hatırına bir selam verebilirsiniz!..
Çarşının hemen ilerisinde Murat Paşa Camii var… Namazınızı orada kılabilirsiniz… Ya da Yahya Paşa Camii’nde… Ama Mustafa Paşa Camii hâlâ kapalı, hâlâ onarımda!.. “Restorasyon” işini üstlenen müteahhit, biraz ağırdan mı alıyor, ne?!?..
Görüyorsunuz ya;
Üsküp’e bir girdik, hâlâ çıkamıyoruz… Oysa, “Üsküp Kalesi”nin içinde verilen ve en az 1500-2000 kişinin katıldığı “iftar yemeği”nden bahsetmedik henüz…
Tabiî, rektörlüğünü Sayın Prof. Dr. Hüner Şencan’ın yaptığı ve “denkliği YÖK tarafından da onaylanan Balkan Üniversitesi”nden de söz etmedik… Üsküplü Yahya Kemal’den de hiç söz etmedik…
En iyisi mi; Üsküp izlenimlerimizin kalan bölümünü ve diğer şehirlere yaptığımız ziyaretleri de yarına bırakalım…
Çünkü, “Evlâd-ı Fatihan”ın yaşadığı o topraklar, bir çırpıda anlatılıverecek kadar “sığ” değil!.. O topraklarda “tarih” yatıyor, orada “biz” yatıyoruz!..
“İstanbul’dan geldiğimizi” öğrenince öyle diyorlar ya; “Siz 1453’de tanıştınız Osmanlı ile, oysa biz 1389’dan bu yana Osmanlıyız!”
Yarın, kaldığımız yerden devam ederiz inşallah…
===============
“İlkler”in değil, İlker’in bayramı!
Bir gazete başlık atmış... 30 Ağustos törenleri için “ilklerin bayramı” demişler... Neymiş o “ilk” olanlar?.. Tam 60 sancak geçit yapmış, TSK envanterine giren silahlar ilk defa sergilenmiş, Baykal’ın eşi Olcay Hanım, bu törenlere ilk defa katılmış...
Bir de Genelkurmay’daki tebrik faslı var...
Gazetelerde yazılanlara göre; Genelkurmay kabul salonundaki manzara aynen şöyleymiş: Generaller salonun girişinde dizilmişler, kendilerini kutlamaya gelenleri bekliyorlar. Başbakan, Ana Muhalefet lideri, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı, Bakanlar kapının önünde bekleşiyor. Protokol subayları koşturuyor. Kutlama için gelen sivilleri sıraya girme koridorunda hizada tutmaya çalışıyorlar.
Sorarım size; bu mudur “ilkler”in bayramı?!?..
Şu hâle bakın; Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın eşleri, sırf “başörtülü” oldukları için törenlere davet edilmiyor ama “Ergenekon Terör Örgütü Sanığı” adamlar ortalıkta fink atıyor ve bunun adı da “ilklerin bayramı” oluyor!..
Hayır, bana göre “ilkler”in değil, resmen ve alenen “İlker’in bayramı”dır bu!..
Evet, “İlker”in bayramı!.. Çünkü o törenlerde “başörtülü” hanımlar yok!.. Çünkü o törende “sivil iradeye saygı” yok!.. Çünkü o törende “sivilleri hizaya sokma” gayreti var!..
Dolayasıyla bu; “ilkler”in değil, “İlker Başbuğ”un bayramıdır!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi