Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Umre için kim ne dedi, ben ne diyorum?

Umre için kim ne dedi, ben ne diyorum?

Herhalde farkındasınızdır... Ertuğrul Özkök-Ahmet Hakan ikilisinin “Umre”ye gitmeleri konusunda hemen herkes bir şeyler yazdı ama ben yazmadım... Kimi, bu “Umre ziyareti”nin “tiraj kaygısı”yla yapıldığını yazdı... Kimi, Ertuğrul Özkök’ün “kendini anlatma modası”na uyduğunu ve Umre ziyaretini de “şöhretini sürekli gündemde tutmak” amacıyla gerçekleştirdiğini yazdı... Hatta; “Bir gün Anıtkabir, bir gün Umre... Her şeyi kullanıyorlar” diyenler bile oldu... Kimi de, Ertuğrul Özkök’ün “laikçi taifeye teminat” verip, “onlardan olmadım” dediğini yazdı... Kimileri, “Hani bu laik ve aydın Hürriyet gazetesi yazarları, ‘İbadet Allah ile kul arasındadır, ibadet gizli olmalı, bunun şovu-reklamı olmaz’ diyerek bu milletle alay etmiyorlar mıydı?
Ne oldu da Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Bey, bir asistan ve bir fotoğrafçı ile düştü yollara apar topar?..” sorularını yöneltip, “kanaat”lerini şöyle dile getirdiler:
“Bu Umre projesi çok masum duygusal bir ziyarete benzemiyor...
Zamanla her şey daha iyi anlaşılacak...
Ne şov ama...
Yıllarca Necmeddin Erbakan hoca ile kıldığı namaz, gittiği Hac ve Umre seyahatleri ile alay eden bir gazetenin yayın yönetmeninin, sergilediği Umre şovunu tüm Türkiye’ye canlı olarak cebren ve hile ile enjekte etmeye çalışması!..
Ne trajikomik değil mi?..”
Bazıları da bu “Umre ziyareti”ne “açılım” penceresinden bakıp şöyle yazdılar:
“Ankara demokratik açılım, Ermeni açılımı yapar da Hürriyet boş durur mu?
Hürriyet gibi bir gazete İslâm’a açılım yapmış oluyor.
Nevzat Tandoğan demişti galiba, “Bu ülkeye komünizm gelecekse biz getiririz” diye.
İslâm gelecekse de laikler getirecek galiba...”
Bazıları da; “umut”larını dillendirdi:
“Dinimiz imanımız, para; Kâbe’miz, tavafımız tiraj nasıl olsa.
Özkök’ü Allah’a havale ediyoruz.
Umarız bir gün gelir kalbinde bir sızı duyar da gerçekten Kâbe yollarına düşer, af diler.”
KALBİNİ YARIP BAKAMAM Kİ!
Dediğim gibi; hemen herkes “farklı bir pencere”den bakıp, bu ziyareti yazdı, yorumladı!..
Açık ve net söyleyeyim;
Eğer Ertuğrul Özkök’ün amacı, gerçekten de “gündemde kalmak” idiyse, şu yazılanlar “bu amaca hizmet etmek” değil midir?
Öyle ya;
Bu ziyaret, “ibadet” amacıyla değil de; “şov” yapmak ve “gündemde kalmak” amacıyla yapıldıysa, “Bravo Ertuğrul’a” demeli değil miyiz?..
Öyle ya; işte yine başardı!..
Günlerce kendinden bahsettirdi!..
İşte ben, “herkes eteğindeki taşı döksün” diye uzun süre bekledim... Tabiî bu arada, “yazı serisi”ni de okudum... Acaba o yazılarda sadece bir “gazeteci gözlemi” mi vardı?.. Acaba; “ruhun derinliklerinde esen fırtınalar”dan hiç mi eser yoktu?..
Baktım, evet “gözlem” vardı... Ama ben, “küllenmiş közlerin ateşi”ni de gördüm o yazılarda!..
Belli ki, bir “savrulma” yaşamış Ertuğrul!..
Belli ki, “git-gel”ler yaşamış ruh dünyasında!..
Bunu görünce, “Allah mübarek etsin” dedim...
Öyle ya;
Kalbini yarıp da, “samimi” olup-olmadığına, bu ziyareti “ibadet aşkı”yla yapıp yapmadığına bakamam ki!..
Orasını, sadece Allah bilir!..
BİR AYDIN DOĞAN PROJESİ Mİ?
Ne yalan söyleyeyim;
İlk başlarda ben de “kuşku” duymuştum bu ziyaretten!.. Hele de Prof. Deniz Gökçe’nin şu satırlarını okuduktan sonra;
“Doğan medya grubunun sahibi Aydın Doğan’ın yönetim kurullarında çalışan bir dostuma geçenlerde ‘Aydın Bey ne yapıyor?’ diye sordum. ‘Aydın Bey yurtdışına taşınıyor!’ dedi.
Zaten son dönemde Aydın Bey ile sohbet eden en az üç kişi, Aydın Bey’in kendi gazetecilerinden son derece şikayetçi olduğunu söylüyorlardı.
Aydın Bey, kendisinin aslında hükümet ile kavga etmek niyeti olmadığını ama gazetecilerini frenleyemediğini tekrar tekrar gündeme getiriyordu.”
İşte bu yazıyı okuduktan sonra, “acaba” demiştim; “Bu Umre ziyareti de bir Aydın Doğan projesi midir?”
Aydın Doğan; “İslâmî hassasiyetlere karşı olmadığını” göstermek için mi bu “ziyaret”i plânlamıştır?..
Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan’ı Umre’ye göndererek, hem “AK Parti tabanı”na mesaj vermek, hem de “Hükümet”e selâm çakıp “katrilyonluk vergi cezaları”ndan kurtulmak mı istemiştir?
İşin doğrusu, “patron gerçekten zorda” idi...
Alın işte; kendisine “3 katrilyon 755 trilyonluk bir vergi cezası” daha kesilmişti!..
Bu “vergi kaçakçılığı cezaları”nı ödemek demek; “Doğan” soyadının “Ölen” olarak değişmesi demekti!..
Hem sonra;
Nasıl ödeyecekti bunca cezayı?..
“Eskiden” olsa, kolaydı bu işler... Zafer Mutlu gibi biri açardı Ankara’ya telefonu; “Gelirsem oraya, ananızı, avradınızı!..” der, hallederdi işi!..
Ama şimdi; ne Ankara’da böyle bir “bakan” vardı, ne de böyle bir konuşma yapacak babayiğit!..
İşin garibi; Hükümet’in başında, “pijama ile karşılanacak Başbakan’lar” da yoktu!..
“Çaresiz”di patron!..
“Ya bu deveyi güdecek, ya da pılısını-pırtısını toplayıp bu diyardan gidecek”ti!..
“İki yol” vardı kendisi için!..
Ya “POAŞ, Star TV ve Milliyet’i satarak vergi borçlarını ödeyecek”ti, ya da Deniz Gökçe’nin “duyum”ları gerçekleşecek ve “Aydın Doğan yurtdışına gidecek”ti!..
Acaba, “hangisi” olacaktı?..
İşte bu “senaryo”ları okuyunca, “acaba” dedim; “Acaba Aydın Doğan, son bir hamle yapıp, Hükümet’le ilişkilerini düzeltmek mi istiyor?.. Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan’ı Umre’ye gönderip, ne kadar inançlı biri olduğu mesajını vermek mi istiyor?”
ŞAH DA DENEMİŞTİ BU TAKTİĞİ!
Ama, hayır!.. Aydın Doğan’ın, gerçekten böyle bir “niyet, amaç ve proje”si varsa, hiçbir işe yaramaz!..
Hele de ilişkiler, denildiği gibi, “okun yaydan çıktığı” noktasına gelmişse!..
Evet, böyle bir “proje” işe yaramaz!..
Çünkü, benzeri bir “proje”yi, zamanında İran Şahı Rıza Pehlevi de uygulamaya koymuş, ama hiçbir işe yaramamıştı!..
Hele hatırlayın o günleri...
Ayetullah Humeyni, “sürgün” edildiği Fransa’dan İran’a ha döndü, ha dönecektir!..
İran halkı onu beklemektedir.
Hem de “hasret” ve “heyecan”la!..
Tahran sokakları, her gün tıklım tıklımdır!.. “Gösteri”ler her gün daha da büyümekte, Şah’ın askerleri, “devrimin ayak sesleri”ni bastırmada yetersiz kalmaktadır!..
Şah’ın askerleri o kadar “ceberrut”laşmışlar, o kadar “zalim”leşmişlerdir ki; bırakın halkın üzerine “süngü”lerle, “cop”larla ve “tekme-tokat”larla yürümeyi, insanların üzerine “tank” sürmeye başlamışlardır!..
Ne var ki; “tank” da çare olmamıştır.
Çünkü insanlar, “ezilme” pahasına, kendilerini tankların önüne atmakta, “etten bir set” oluşturmaktadır!..
Uzatmayalım... Halka karşı “her türlü despotizmi” uygulayan Şah, görür ki hiçbir zulüm çare değildir!..
Sonunda “pes” eder...
TÜRBE SÜPÜREN ŞAH!
“Despotluk”tan vazgeçip, “şirinlik taarruzu”na başlar!.. İran halkı tarafından “kutsal” sayılan Meşhed şehrine gider, alır eline “süpürge”yi, başlar “İmam Rıza Türbesi”ni süpürmeye!..
Tabiî, anında “fotoğraf”lar çekilir ve servis yapılır gazetelere... Şah’ın “türbeyi süpürmek”teki amacı; “İslâmî şahsiyetlere ne kadar saygılı olduğunu” göstermek ve dolayısıyla; “Boşverin İmam Humeyni’yi, ben de dine ve din büyüklerine saygılıyım” mesajı vermektedir!..
Dahasını da yapar Şah Rıza Pehlevi!..
“Ne kadar Müslüman olduğunu” göstermek için, “Dünyanın en büyük Kur’an-ı Kerim’i”ni de bastırtır!..
Gelin, görün ki; bu “şirinlik taarruzları” hiçbir işe yaramaz ve Şah, “mat” olmaktan kurtulamaz!..
BEKLEYİN, ERTUĞRUL DA DEĞİŞECEKTİR!
Bunu niye anlattım?.. Dediğim gibi; Aydın Doğan beyin de böyle bir “niyet, amaç ve proje”si varsa, hiçbir işe yaramayacağını göstermek için!..
Yani, Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan’ın Umre ziyaretleri “Aydın Doğan’ı kurtarmak” gibi bir “plân” dahilinde yapıldıysa, hiç heveslenmesin, bir işe yaramaz!..
Durum, Aydın Bey açısından böyle!..
Peki, ya Ertuğrul Özkök açısından?..
En başta söyledim;
Ertuğrul Özkök’ün, yaptığı “Umre ziyareti”nin ardından kaleme aldığı “Peygamber’in İzinde” başlıklı 5 günlük yazı dizisinde anlattıkları, sadece bir “gazeteci gözlemi” değildir, içinde “ruh dünyası” da vardır?..
Kendisine de söyledim; o yazılarda “Gazeteci Ertuğrul”un ötesinde “İnsan Ertuğrul” olduğunu da sezdim ben!.. “Yaradan’la baş başa kalan” insan Ertuğrul’u!..
Bu ziyaret, “her ne sebeple” yapılmış olursa olsun, öyle inanıyorum ki; “küllenen duygular”ı da açığa çıkaracaktır!..
Kısacası; bu Umre, öyle veya böyle “Ertuğrul’u da değiştirecek”tir!..
Haa, belki “içki”yi bıraktırmayacaktır, “beş vakit namaz” kılıp “oruç” tutmasını veya “kurban” kesmesini sağlamayacaktır ama inanıyorum ki; belki “kendisi bile farkına varmadan” yavaş yavaş değişecektir Ertuğrul!.. “Din”e bakışı değişecek, “dindar”a bakışı değişecektir!..
Bunu da hep birlikte göreceğiz!..
Öyle olduğunu sanmıyorum ama; bu ziyaret, bir “Aydın Doğan Projesi” bile olsa ve “bambaşka niytler” taşısa bile; inanıyorum ki, “hayırlara vesile” olacaktır!..
Hemen değilse bile, ileride!..
Yanılmayacağım ümidiyle, “Bütün eksik ve hatalarına rağmen, Allah kabul etsin” diyorum!..
Çünkü, o mübarek topraklar;
Ancak “çağrılanları” kabul eder!..


Dalan’a da, talana da yuh!
“Deniz”in, kendisinden alınan yeri er-geç geri alacağı söylenir... “Dere” de, kendisinden alınan “yatağı” mutlaka geri alırmış... 5 yıl sonra, 10 yıl sonra veya 100 yıl sonra, ama mutlaka geri alırmış!..
İşte, aldı... Ayamama Deresi, aktığı yatak üzerinde kurulan binaları yıktı geçti... Dere yatağında 14 kişi öldü... Peki, “katil” kim?.. Bence katil, “dere yatağını imara açan belediye başkanı”dır!.. Kim açmıştır orasını imara?.. Hatırladığım kadarıyla “bütün itirazlara rağmen” orasını imara açan Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’dır!.. Evet, halen “firarda” olan “Ergenekon Terör Örgütü sanığı Bedrettin Dalan!”
Bence onu, bir de “Ayamama cinayetinde 14 kişinin ölümüne sebebiyet vermek”ten yargılamalıdır!.. Çünkü, “dere yatağı”nı imara açmak, “cinayet”lerin en büyüğüdür!..
Ya, şu “talan”cılara ne demeli?.. Düşünebiliyor musunuz “sel baskını”na uğrayan “fabrika, depo veya TIR”lardaki ütü, çaydanlık, tabak ve kaşık gibi kap-kacak etrafa yayılmış... “insan” suretindeki “hayvan”lar da talan ediyor o malları...
Kanım dondu onları seyrederken!.. “Yuh” dedim, “oha” dedim, “çüş” dedim!.. “Hayvan”lara daha başka nasıl hitap edilir ki?..
Bedrettin Dalan’a da yuh, “talan”cılara da yuh!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi