Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Irak’ta dev adımlar... Ankara’da küçük hesaplar!

Irak’ta dev adımlar... Ankara’da küçük hesaplar!

Hani, Türkçemizde “Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz” şeklinde bir söz vardır ya... Sözün birinci kısmı doğru... Gerçekten de, “ana gibi yâr” olmaz... Ama, sözün “Bağdat gibi diyar olmaz” kısmı, hele de “ABD işgali”nden sonra, herhalde “sözde” kalacaktır... Çünkü “Eski Bağdat” yok!.. Daha doğrusu, “övülen” Bağdat yok!.. Öyle sanıyorum ki; “züccaciye dükkânına giren fil” bile, herhalde “ABD’nin Irak’ta yaptığı tahribatı” yapamazdı... Bağdat, tam anlamıyla “tarumar” edilmiş!.. Güzelim şehre “tecavüz” edilip, öylece bırakılmış!.. Sadece şu kadarını söyleyeyim; Irak’taki “fiziki tahribat”ın yanısıra; Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin Başbakan Tayyip Erdoğan’a söylediği; “Irak’ta son 7 yıl içinde 1 milyon kadının dul kalması” herhalde “sosyolojik” ve “psikolojik” tahribatın boyutlarını da görmeye yeterlidir... Düşünebiliyor musunuz; “1 milyon dul kadın!”... Irak, belki “imar” edilebilir... Bağdat, belki “Bağdat gibi diyar” sözüne uygun olarak belki yeniden “inşa” edilebilir... Ama, “1 milyon dul kadın”ın ruhlarında esen fırtına ve yaşadıkları “travma”yı nasıl onaracaksınız?..
IRAK’TA BİR BAŞBAKAN, 9 BAKAN!
“Bağdat çıkarması”nın “siyasi ve ekonomik boyutu”nu dünkü haberlerimizden okudunuz...
Sabah 08.00’de başlayıp, gece 02.00’de sona eren Bağdat ziyaretimiz esnasında, gerçekten de “önemli anlaşmalar”a imza atıldı, Irak’la “dev işbirliği”nin temelleri atıldı.
Dün de ifade ettiğimiz gibi;
Türkiye-Irak Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Toplantısı’nda, ticaretten içişlerine, sağlıktan ulaştırmaya, çevreden enerjiye, sudan tarıma kadar 48 konuda mutabakat muhtırası imzalandı.
Heyetlerarası görüşmelerde, Türkiye ile Irak arasında sınır kapılarının 3’e çıkarılması ve İstanbul-Bağdat arasında bir demiryolu inşa edilmesi kararlaştırıldı.
Bu “ziyaret”in, daha doğrusu “çıkarma”nın; Bağdat’ta imzalanan “tarihi anlaşmalar”ın ötesinde bir anlamı var... Birincisi; Türkiye, şimdiye kadar hiçbir ülke ile “aynı günde 48 anlaşma” imzalamadı!.. İkincisi, Türkiye, hiçbir ülkeye “9 bakan, bir başbakan”la gitmedi!..
Bunlar, şu açıdan önemli:
“İşgal” ve “yıkım”da ABD’ye “yardım ve yataklık” eden Avrupa ülkeleri; “Bağdat’ı ne hale getirdiklerini” biliyor olmalılar ki, Bağdat’a gelemiyor!..
Gelemiyorlar, çünkü “kendilerini güvende hissetmiyor”lar!.. “Canları tatlı” ya!..
Meselâ, İngiltere Dışişleri Bakanı, hem de “aylar önce kararlaştırılmış olmasına rağmen” bir türlü Bağdat’a gelemiyor!.. Evet, “can güvenliği” gerekçesiyle!..
İngiltere’nin “bir bakanla bile gelemediği” Bağdat’a, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “9 bakan, işadamı ordusu, bürokratlar ve 20 gazeteci” ile adeta “çıkarma” yapması; Türkiye’nin hem kendine, hem de Irak’a duyduğu “güven”in bir göstergesi olsa gerek.
O MANZARA İÇİMİ BURKTU!
Bağdat’ta, “Türk heyeti” için “olağanüstü bir güvenlik tedbiri” uygulandı... Havaalanından Başbakan Nuri El Maliki’nin ikametgâhına kadar giden yolda, Irak askerleri adeta “etten duvar” oluşturmuşlardı... O kadar “asker” vardı ki; gazeteci arkadaşlar espri bile yaptı; “Herhalde ordunun tamamını yola dizmişler!”
Tabiî, “uçaksavarlı panzerleri” ve sayıları oldukça fazla “beton korunaklı mevziler” ile “dikenli telleri” saymıyorum.
Havaalanı ve ikametgâh arasındaki birkaç kilometrelik yolda, en çok dikkatimi çeken şey, bir “utanç duvarı” gibi yükselen “3-4 metre yüksekliğindeki beton duvarlar” oldu!..
Bu yolda “zırhlı cipler”le ilerlerken, kendimi “yolda” değil, sanki bir “tünelde” ve hatta bir “labirent”te ilerliyor zannettim... Çünkü, yol kenarlarındaki “beton duvarlar” zaman zaman yolu dikine kesiyor ve “sert engelleri” aşarak, bir başka yola geçiyorduk.
Bunlar, elbette “canları tatlı” ABD’lilerin eserleri!.. Kendilerini “saldırı”lardan korumak için, “duvarlar” örmüşler!.. Bu duvarların ötesinden, “Bağdat gibi diyar”ı görmek mümkün değil!..
İKİ DEVLET, TEK HÜKÜMET
İşte bu “labirent”lerden içim burkularak geçerek geldik Başbakan Nuri El Maliki’nin ikametgâhına... O ikametgâhta imzalandı “tarihî anlaşma”lar!.. İşte o anlaşmalarla, Türkiye, ABD’nin yıktığı Irak’ı “yeniden inşa” edecek.
“Iraklı bakanlar” ile “9 Türk bakan” adeta “iki devlet, tek hükümet” gibi, günboyu sürdürdükleri görüşmeler sonunda, “8 başlık” altında toplam “48 anlaşma”ya imza attılar.
Dediğimiz gibi, bu anlaşmalar “Ticaret, İçişleri, Bayındırlık ve İskan, Sağlık, Ulaştırma, Su Kaynakları, Çevre, Enerji ve Tarım” alanlarında!..
Anlaşmalar, “İki Başbakan”ın önünde imzalandı...
Bu arada, küçük bir not: Anlaşmaların imzalandığı salon, Iraklı gazeteci Muntazar El Zeydi’nin “Bush’a ayakkabı fırlattığı” salondu...
Enteresan değil mi; “Bush’a ayakkabı atılan” o salonda, Başbakan Erdoğan’a bir tek lâf bile atılmadı... Tam aksine, anlaşmalara atılan her imzadan sonra, salondan alkışlar yükseldi... Herhalde bu da, “Türkiye’nin itibarı”nı gösteriyordu.
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ve Enerji Bakanı Sayın Taner Yıldız’dan aldığımız bilgilere göre; anlaşmaların en önemli maddelerini “Petrol ve doğalgaz” oluşturuyor... Öğrendiğimiz kadarıyla; Türk teknik heyetleri ve işadamları, Irak’ta “doğalgaz santralleri” kuracak ve Iraklı teknik adamları eğitecekler!..
Türkiye 1 milyar metreküp doğalgaz kullanırken, Irak’ın 20 milyar metreküplük bir kapasiteyi kullanıma açacak olması, anlaşmanın büyüklüğünü ortaya koyuyor... Ayrıca, Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı’nın genişletilip, buradan 70 milyon ton petrol akıtılacağının plânlanması da, “ziyaret”in önemini ortaya koyuyor!..
Ben, şu kanaate vardım:
Bu anlaşmalar hayata geçirilirse var ya, hem Irak “yeniden inşa” edilir, hem de Türkiye uçar!.. Tabiî, bunun için hem “Kuzey Irak”ta, hem de Irak’ın genelinde “normalleşme” şart!..
Başbakan Tayyip Erdoğan öncülüğündeki Türkiye; işte hem bu “normalleşme”yi sağlamaya çalışıyor, hem de “Irak’ı yeniden inşa” etmenin mücadelesini veriyor!..
Olayın en güzel tarafı;
Irak’ın da, “Türkiye ile işbirliği” konusunda “son derece istekli” olması!..
İşte bunun içindir ki; “iki Başbakan başkanlığındaki ortak kabine toplantıları”nın sonunda, Başbakan Erdoğan, gelinen noktayı tek cümleyle özetledi: “İki devlet, tek hükümet.”
Başbakan Tayyip Erdoğan, “ortak basın toplantısı”nda, Irak’la ilgili hedeflerini şöyle açıkladı:
Yıllık “5 milyar dolar” olan ticaret hacminin “20 milyar dolar”a çıkarılması, Bağdat’tan sonra Basra-İstanbul arasında da bir “hava köprüsü”nün kurulması, bölgenin bir “ekonomik havza”ya dönüştürülmesi ve “Türkiye ile Irak’ın ortak belası PKK ile mücadele” edilmesi...
Tüm bunların gerçekleşmesi; sadece “bölge”nin değil, Türkiye’nin de “normalleşme”sine bağlı!..
KAMERALI GÖRÜŞMEYE HAYIR
Peki, Türkiye’de durum ne?..
Görüyorsunuz işte;
Tayyip Erdoğan ve kadrosu, “sırtları yatak yüzü görmeden” oradan oraya koştururken, Türkiye’de öyle bir muhalefet var ki; adeta “yürüyen tekere çomak sokma” derdinde!..
“Açılım”lara direniyorlar!..
Böyle olunca da; söz dönüp-dolaşıp “muhalefet”e geliyor.. Bir tarafta “Başbakan” bir tarafta “gazeteciler” olunca, “iç gündem”in gündeme gelmemesi mümkün değil!..
Bağdat dönüşü, uçakta peş peşe sorular soruyoruz Tayyip Bey’e!.. Özellikle de “Deniz Baykal’la görüşüp-görüşmeyeceği” konusunda!..
Tayyip Bey’in tavrı net:
“Kamera önünde görüşmeye hayır!”
Sözünü şöyle detaylandırıyor:
“Ben tabii Sayın Baykal’a gideceğim de, yani böyle elimde veya elinde kameralarla birilerinin oraya gelmesi diye bir düşüncem yok... Böyle bir şey beklemiyorum... Böyle bir şeye de bizim kalkıp da müsaade etmemiz mümkün değil. Yani ben kendilerine arzu ettiği şekilde özel kalemimle gerekli cevabı bugün verdiririm. Kendileri eğer bu şekilde kabul ederlerse, eyvallah. Ama, kamerasız!..
Kendilerinin medya üzerinden yapılan açıklamaları var. Ben bunları yapmak istemiyorum. Ben medya üzerinden Sayın Baykal’a cevap vermem, vermeyeceğim. Onun için kendim görüşmeyi arzu ettim, ama kendileri böyle bir görüşmeyi arzu etmediklerini bir yazılı açıklamayla bildirmişler... Onlar, kamerasız şekilde kabul ederlerse biz de görüşmeyi gerçekleştiririz. İşin usulünü kabul ederse görüşeceğim. Sadece kamerasız değil, bir şeyler daha var...”
Malûm, Başbakan’ın “kamera ile asla” şeklindeki tavrına dün Baykal’dan cevap geldi:
“O buluşmayı televizyon kaydına alacağız!.. Günü geldiğinde de; kim ne söyledi, tarihe bir belge olarak sunacağız... Kamera istemiyorsa, kendisi bilir!”
Öyle anlaşılıyor ki;
Deniz Baykal, “yorgunu yokuşa sürmek” ve “ipe un sermek” gibi bir politika izleyerek “minderden kaçmaya” uğraşıyor!..
Kendisinin de ifade ettiği gibi, bunun takdirini elbette milletimiz yapacaktır!..
OBAMA’DAN DAVET VAR
Neyse, biz gelelim “uçaktaki sohbet”imize...
Sorular ve Erdoğan’ın cevapları şöyleydi:
¥ “AB İlerleme Raporu, bizim iktidara geldiğimizden bu yana bence en ideal olan ilerleme raporu. Bana göre çok iyi düşünülmüş; çok iyi, yerinde incelenmiş bir ilerleme raporu olarak görüyorum.”
¥ “Erbil’e konsolosluk açmayı planlıyoruz... Önümüzdeki günlerde bakanlardan ve iş adamlarından oluşan bir heyet Kuzey Irak’a gidecek... Bu adım, terörle mücadelede yeni bir sürecin başlamasına vesile olacaktır.”
¥ “Son gelişmelerde ABD’nin takındığı tavır önemli. 3 tane PKK liderinin malî kaynaklarının dondurulması, mali kaynaklarının deşifre edilmesi çok çok önemli bir gelişme. Biz onlara bu işte ‘Bunlar uyuşturucu şebekesidir aynı zamanda. İnsan kaçakçısıdır’ dediğimizde pek inanmıyorlardı. Şimdi artık bunun oradan geldiğini, kaynaklandığını da böylece kabullenmiş oldular.”
¥ Erdoğan, bir soru üzerine, ABD Başkanı Barack Obama’nın 29 Ekim tarihi için kendisini ABD’ye çalışma ziyaretine davet ettiğini bildirdi. Erdoğan, “Davet yeni geldi. ‘Alternatif tarihler incelensin’ dedim. ‘Çalışılsın, ondan sonra kesinleştirelim’ dedik. Ona göre karar vereceğiz. 29 Ekim’de karar kılarsak İran’dan ABD’ye gideceğiz” diye konuştu.
Sorulacak daha başka sorular da vardı... Ama, hem Başbakan “yoğun bir gün” geçirmişti, hem de biz gazeteciler “yorgun ve uykusuz”duk!..
Ankara’ya indiğimizde saat 02.00 idi... Biz İstanbul’a devam ederken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu aynı sabah Bosna’ya uçuyordu. Çünkü orada da, “ilginç gelişmeler” yaşanıyordu!..
Sizin anlayacağınız, dur-durak yoktu.
Türkiye, her tarafa el uzatıyordu!.. Tabii, “muhalefet”e de el uzatıyordu ama onlar uzatılan eli sıkmak yerine, “sıkılı yumruk”la mukabelede bulunuyordu.
Değerlendirmeyi, elbette “millet” yapacaktı.
============
Terör-Gerilim piyasası!
Başbakan Erdoğan, Bağdat dönüşünde uçakta açıklamalar yaparken, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’den bazı bilgiler aldığını belirterek; “Şu son 7 yıl içerisinde Irak’ta dul kalan kadın sayısı 1 milyonun üzerinde... Bunun meydana getirdiği sosyolojik yıkımı düşünebiliyor musunuz? Peki buna karşı verilebilecek bir mücadeleyi düşünebiliyor musunuz? Bu sosyolojik sorun nasıl tedavi edilebilecek?.. Uzaktan seyredildiği zaman işler kolay geliyor” deyip, ekledi: “Biz şu anda hamdolsun bunları yaşamıyoruz ama benzer yıkımları az da olsa ülkemizde biz de yaşıyoruz.”
Tayyip Bey, şöyle sürdürdü sözlerini:
“Hep söylüyorum, terörün bir piyasasının olduğunu görüyorum. Terör örgütü kendisine militan bulmak, sempatizan bulmak için bölgeye yapılan her türlü yatırımı, hizmeti sabote etmenin mücadelesini veriyor. Bölge ne kadar yoksun kalırsa, ne kadar mahrumiyet içinde olursa, kendisinin o kadar ayakta kalabileceğini, hayatta kalabileceğini hesap ediyor.”
İlginç bir tesbit... Merak ediyorum; “muhalefet” de; acaba “ayakta kalabilmek” için mi “gerilim politikası” uyguluyor?!?.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi