Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Tecahül-i ârif, nükte sanatıdır... Sükse sanatı değil!

Tecahül-i ârif, nükte sanatıdır... Sükse sanatı değil!

Taa, lise yıllarında “Edebiyat” derslerinde görmüştük... Edebiyatta, “Tecahül-i ârif” diye bir tür vardı... Kısaca, “bildiğini veya bilineni bilmezlikten gelerek nükte yapma”ya “tecahül-i ârif” denilir... Bu terimi açıklamak için, Fuzuli’den şu örnek verilir: “Bilmiyorum, devreden kubbe mi su rengindedir, yoksa gözyaşlarım mı kubbeyi kaplamıştır.”
Fuzuli, bu beytinde “tecahül-i ârif” yapmaktadır... Gök kubbenin “mavi” renkte olduğunu bile bile, “bilmezlikten gelmekte”dir!..
Örnekten de anlaşılacağı üzre; “tecahül-i ârif”ten kasıt, “bilip de, bilmezlikten gelme”dir!.. Bunu, halk arasındaki “argo” ifadesiyle açıklayacak olursak, şöyle diyebiliriz: “Tecahül-i ârif, salağa yatma sanatı”dır... Hani, “aptalı oynamak” veya “saf ayaklarına yatmak” deriz ya, onun gibi bir şey!.. Fuzuli’nin; gök kubbenin “mavi” renkte olduğunu bilmezlikten gelmesi; nasıl ki “cahilliğinden” değil, “cahil ayaklarına yatmasından” dolayıdır, yani bunu “bilinçli” yapmaktadır, herhangi bir kişinin de; “cevabını bildiği” halde “soru yöneltmesi” saf ayaklarına yattığının bir göstergesidir!..
AHMET TÜRK’ÜN SUÇLAMALARI
Dün, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün parti genel merkezi önünde yaptığı basın toplantısında sarfettiği sözleri dinlerken, “tecahül-i ârif” yaptığını düşündüm.
Gördüm ki; “DTP’nin en ılımlı ismi” olmasına rağmen, Ahmet Türk de; “bilmezden” veya “görmezden” gelerek, yani “saf” ayaklarına yatarak, başkalarını suçlamaktadır!..
Mesela, demektedir ki;
¥ “Sayın Başbakan partimizi gerilim kaynağı olarak göstermeye çalışarak, başlangıçtaki bu olumlu yaklaşımını terk etme eğilimine girmiştir. ‘Eğer böyle giderlerse sil baştan yaparız’ denilmesi, açılım sürecinde kararlı olunmadığını gösterir. Avrupa grubunun gelişinin engellenmesini bu çerçevede yorumluyor ve değerlendiriyoruz.”
¥ “Siyasi parti liderlerinin kullandığı dil, barış grubunun gelişini bir gerilim kaynağı olarak göstermek isteyen, ortamı kışkırtıp süreci provoke etmeye çalışan birtakım odakları beslemektedir!.. Sayın Baykal, çıkışlarıyla değil, savaştan yana olduğunu, ölüm ve gözyaşından beslendiğini bir kez daha ortaya koymuştur.”
¥ “Baykal ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli; geliştirdikleri ırkçı söylemlerle Türkiye’yi tehlikeli bir noktaya sürüklemektedir... Bahçeli; ‘İstanbul, Silopi değildir’ diyerek kime, hangi mesajı göndermektedir? Kürtleri linç mi ettirmek istiyorsunuz, Kürtleri kıyımdan mı geçireceksiniz?”
Ahmet Türk’ün bu sözlerini bir “eleştiri” olarak kabul edip, kendisine destek verebilirdik... Ama Habur Sınır Kapısı’ndaki karşılamayı bir “gövde gösterisi”ne dönüştüren de kendileri değil midir?.. “Makûl bir karşılama töreni” yapılsa, hiç kimsenin sesi çıkmazdı... Ama bunu, “PKK’nın zaferi” gibi takdim edip, “şova devam” eğilimi içinde olmanız, “gerilimden rant umanlar”dan bir farkınızın olmadığını gösterdi.
Kısaca ifade etmek gerekirse;
Gerek Hükümet’i, gerek muhalefeti suçlamanızı anlayışla karşılayabiliriz ama şunu da söylemek durumundayız: “Siz de sütten çıkmış ak kaşık değilsiniz!”
Bu ülke insanının PKK’nın başı Abdullah Öcalan’dan nefret ettiğini bile bile, diyorsunuz ki;
“PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine, PKK; barış ve çözüme şans tanıma, demokratik siyasetin önünü açma amacıyla Türkiye’ye barış grubu gönderdi!”
Bunu, bir “parti genel başkanı” nasıl söyleyebilir?..
Onlar, “Öcalan’ın çağrısı üzerine” gelmişlerse, sizin ne işiniz vardı Habur’da?..
Bu tavrınız ve sözleriniz, “PKK ile organik bağınızın bulunduğunun itirafı” değil midir?..
Bu işleri “Apo” yapıyorsa, siz niye varsınız?.. Gelenler “Apo’nun emirerleri” ise, siz de “Apo’nun merasim kıtası” mısınız?..
Bırakın “tecahül-i ârif” yapmayı!..
Açık ve net konuşun ki;
“Apo’nun sözcüsü” olduğunuzu bilelim!..
Herkesi suçlamakla, temize çıkamazsınız!..
APO, BİR RUH HASTASI MI?
Hem, “Apo” kimdir ki?..
Bir “önder” mi, “ruh hastası” mı?..
Geçenlerde de yazıldı... Aliza Marcus, Kan ve İnanç adlı kitabının 356. sayfasında, şöyle bir “Apo portresi” çiziyor:
“Öcalan, kendisini dünyada olup bitenlerin merkezinde görüyordu. TV’de bir bakan varsa, hangi ülkeden olduğu fark etmez. ABD veya Almanya!.. Öcalan, ekranda konuşan kişinin kendisinden etkilenmiş olduğunu söylerdi... O her şeyin kendisi tarafından ya da kendisi sayesinde yapıldığını varsayıyordu. Yalnızca Kürtler için değil, bütün dünya için devrim yapıyormuş gibi.”
Söyleyin Allah aşkına;
Bu ifadeler, “normal bir insan”ın ruh halini mi yansıtmaktadır, yoksa “hastalıklı bir ruh” halini mi?.
Şu hâle bakın;
Adam, her eylem ve söylemde “ben” diyor!..
“Ben yaptım!.. Ben söyledim!..
Benden etkilendiler!..
Ben!.. Ben... Ben!..”
Meselâ, “teslim” olmalar sonrasında da avukatlarına şöyle bir lâf etmiş:
“Sadece bu grupların gelmesiyle bu sorun çözülmez. Bunlar sadece barış elçileri.
Avrupa’daki grup da gelecek.
Ama bundan sonra grupların gelmesi için benim çağrım olmaz. Bu doğru da olmaz. Ama devlet gider PKK’yla görüşür, anlaşır, PKK kendisi gönderirse ona bir şey diyemem.. Benim bu süreçte kendimi ifade etmem lazım. Benim de önümün açılması lazım. Benim bu çözümü gerçekleştirebilmem için devletin de bunu göz önünde bulundurması lazım, devletin destek olacağını belirtmesi lazım.”
Adam, “önder” değil, sanki “sihirbaz”ların kralı!..
Hani, “parmağını şaklatıyor” geliyorlar, parmağını şaklatıyor duruyorlar!..
Zaten, o “dönüş”leri de “PKK’yı sınamak” için yapmış, iyi mi?..
“Bakayım” demiş; “PKK hâlâ bana bağlı mı, değil mi?!?”
“Bağlı”(!) olduklarını görünce de, Avrupa’dakilere seslenmiş; “Gelmeyin!”
Onlar da gelmemiş!..
Buna ne denir biliyor musunuz;
Buna, “fasulye gibi kendini nimetten sayma” veya “rüyasında, kendisini darı ambarında gören aç tavuk” denir!..
“GELMEYİN” DİYEN, HÜKÜMET!
Hani, gerçeği bilmesek yutacağız!..
Gerçek, Apo’nun kendini bir “matah” gibi göstererek; “Gelmeyin dedim, gelmediler” sözlerinde olduğu gibi değil!.. Gerçek şu: “Avrupa’daki PKK’lıların gelmesini istemeyen”, daha doğrusu “erteleyen” Hükümet’tir!
İşte ispatı...
Geçtiğimiz Pazar günkü gazetelerde, “PKK’ya dur emri” başlığıyla verilen haberleri, buyrun birlikte okuyalım:
“İmralı’da yatan bölücübaşı Abdullah Öcalan’ın önerisiyle Demokratik Açılım’a destek olmak amacıyla teslim olmayı kabul eden PKK’lı üç gruptan ikisi, Kuzey Irak’tan geçen hafta gelmişti. Bu 34 kişilik 2 grubun Türkiye’ye gelişleri sırasında yapılan karşılama törenleri halkın büyük tepkisini çekmişti. Hükümet bu tepkilere kayıtsız kalamadı.
Başbakan Erdoğan, Cumartesi günü Pakistan’a giderken uçakta “PKK’lıların karşılanma törenleri halkta ciddi bir rahatsızlık yarattı. Biz buna eyvallah diyemeyiz. Bir güven bunalımı doğdu. Bu yüzden de Avrupa’daki PKK’lıların gelişi ertelendi. Biz bunu milli birlik projesi olarak başlattık. Bir şeyi yaparken diğer tarafı yıkamayız” diye konuştu.
PKK’lıların gelişinin ertelenmesi süreci İçişleri Bakanlığı’nın karşılama törenlerinden duyduğu rahatsızlığı DTP’ye iletmesiyle başladı. DTP, Avrupa’dan gelecek PKK’lılar için de İstanbul’da şölen düzenlemeyi planlıyordu.
DTP’liler, gelişin ertelenmesini tartıştı. Buna karşı çıkan Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna ikna edildi.
Avrupa’dan gelmesi planlanan 15 kişilik PKK’lı grubun lideri Zübeyir Aydar’a da durum anlatıldı.
Zübeyir Aydar ertelemeyi kabul etti. Bu arada hükümet Avrupa’daki Türk elçiliklerine PKK’lılara seyahat belgesi verilmemesi yönünde talimat gönderdi. PKK’lılar başvuru yaptı ama elçilikler bu başvuruları sümen altı edip sonuçlandırmadı.
MİLLET GERÇEKLERİ ÇOK İYİ BİLİYOR
Haberler böyle... Söyleyin şimdi;
“Gelmeyin” emrini veren kimdir?..
Apo mu, Hükümet mi?..
“PKK’lılar başvuru yaptığı” halde; bu başvuruları “sümen altı” eden, “elçilikler”dir!..
Söyleyin hele;
Apo, bu gelişmelerin neresinde?..
Hiçbir yerinde değil!..
Ama adam, her şeyi “kendisinden” bilmeye ve etrafa caka satmaya devam ediyor!..
“Beni durdurun!”
Aptalız ya, biz de yedik!..
Demem o ki;
Bizim ve dolayısıyla milletin yemediği sözleri, artık DTP de yemesin!.. Hele hele “millete yedirmeye” hiç yeltenmesin!..
Çünkü bu millet;
“Gerçek”leri çok iyi biliyor!..
“Bilmezden gelenleri” de biliyor!..
Ve yine biliyor ki;
Tecahül-i ârif, bir “nükte” sanatıdır!..
“Sükse” sanatı değil!..
Hiç kimse, “sükse” yapmasın!..
Bir iş yapacaksanız, adam gibi yapın!..
“Siz” yapın!..
“Ben!.. Sadece ben!” diyenler değil!..
================
Belge sonrası pazarlıklar!
Birçokları, “AK Parti’yi düşürme, Gülen cemaatini bitirme” belgesinin altındaki Albay Dursun Çiçek’e ait imzanın “ıslak” mı, “nemli” mi, yoksa “kuru” mu olduğunu tartışırken, Ankara’da ilginç gelişmeler oluyor... Benim kulağıma kadar ulaşan “iddia”lara göre;
“Genelkurmay Başsavcısı Askeri Hakim Albay Yavuz Şentürk, geçtiğimiz Cuma günü İstanbul’da İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin ile görüştü. Şentürk, belgede adı geçen 6 er ve erbaşın ifadeye çağırılmaması ricasında bulundu. Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, bu talebi yerinde bulmayarak “ihtarlı davet mektubu”yla 6 er ve erbaşı ifade vermeleri için çağırdı.
Aynı zamanda Genelkurmay Başkanlığı, Ergenekon savcılarından ıslak imzalı ihbar mektubunu istedi.
Ergenekon savcıları da buna karşılık kayıtların silindiği 35 bilgisayarı ve Genelkurmay Karargâhı’nda evrakların imha edildiği iddia edilen söz konusu tarihlerdeki kamera kayıtlarını talep etti.”
Bu iddialar ne derece doğrudur, bilmiyorum...
Ama, çok azı bile doğru olsa, bu demektir ki; Ankara’da, “kapalı kapılar ardında” yoğun bir trafik var!..
Tabiî, İstanbul’da da!..
Malûm, Hasan Iğsız Paşa da dün Emniyet’teydi!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi