Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Uzak durun halktan... Mikrop bulaşmasın!

Uzak durun halktan... Mikrop bulaşmasın!

Sizler de gayet iyi biliyorsunuz... “Televizyonlara çıkmayı”, özellikle de “tartışma programları”na katılmayı pek sevmiyorum... Çünkü, “tartışma” programlarında “fikir”den ziyade “kavga” ve “gerilim” egemen oluyor... Ekran karşısındaki insanlar, tartışan kişilerden kimin “birikimli” olduğuna değil, kimin daha “agresif” olduğuna karar veriyorlar... Öyle oluyor ki; “kimin sesi daha yüksek çıkıyor” ve kim “bastırıyor” ise, “galip” gelen, o oluyor... Dedim ya; işte bu yüzden “tartışma” programlarına katılmamı isteyenlere, “prensip” olarak hep “ret” cevabı verdim...
Geçenlerde Habertürk’ten Beyhan Konuksay hanım arayıp da; “Balçiçek Pamir’in programına katılıp katılamayacağımı” sorduğunda, ilk etapta tereddüt ettim, ama sonunda kabul ettim...
Açık söyleyeyim;
Taa “Sabah’ın Yazı İşleri Müdürü” olduğu dönemden tanıdığım, yazı ve röportajlarını ilgi ile takip ettiğim Balçiçek Pamir, son derece “objektif” ve hayli “seviyeli” bir program yapıyor!.. Konuklarını “sıkıştırmak” ve “açıklarını yakalamak” yerine, onların “kendilerini anlatmalarına” imkân veriyor!.. Programın adının “Söz Sende” olması, zaten her şeyi anlatıyor.
İŞTE BEN, BUNLARA KIZIYORUM!
Uzatmayalım... 5 Kasım Perşembe günü, saat 17.00-18.00 arasında, Balçiçek Pamir’in “Söz Sende” programına konuk oldum...
Hemen her konuyu sordu... Hatta, zaman yetmediği için, anonslayıp da soramadığı konular da vardı...
İzleyenler bilir... Balçiçek Hanım’ın sorduğu sorulardan biri de; bazı insanları niye “son derece sert ifadelerle eleştirdiğim”di...
Biliyorsunuz, “hakediyorlar” dedim.
Ve Orhan Pamuk’tan bir örnek verdim;
“Adam Türkiye’de yaşıyor ama, camilerdeki minarelerde bulunan şerefeler için, ‘balkon’ ifadesini kullanıyor!.. Ezanın minarelerin şerefelerinden değil, camilerin balkonlarından okunduğunu yazıyor!”
Sonra da ekledim;
“Gel de böyle bir adama kızma!..
Gel de, böyle bir adamı eleştirme!”
Açık söyleyeyim;
Bugüne kadar eleştirdiğim ve zaman zaman hakarete varan ifadeler kullandığım insanlar, “üzerinde yaşadığı ve ekmeğini yediği topraklara yabancı” olan insanlardır!..

Evet, “Türkiye’ye yabancı, milletten kopuk”, dahası “halka tepeden bakan” insanlar!..
Yazılarımdaki “sert”liğin, yüreğimde kabaran “öfke”nin sebeplerinden biri bu!..

 

CAM FANUS İÇİNDE, MASKELİ BİR ADAM!
Program için “tebrik”lerini ileten okurlarıma teşekkür ederek, “güncel bir konu”ya girmek istiyorum.
Efendim, çoğu “asker”lere emirle sattırılan “Şu Çılgın Türkler” kitabının yazarı Turgut Özakman, geçtiğimiz günlerde Beylikdüzü’ndeki “TÜYAP Kitap Fuarı”na gitmiş ve orada kitaplarını imzalamış!..
Ama, nasıl?!?..
Dünkü Star’da Ahmet Kekeç, Turgut Özakman’ın nasıl bir atmosferde kitap imzaladığını, halktan nasıl kopuk olduğunu şöyle anlatıyordu:
“Dün bir internet sitesinde fotoğraflarını gördüm.
Gerçek mi diye baktım...
İnanamadım, bir daha baktım...
İnanamadım, bir daha...
Evet, dibine kadar gerçek... “Telefon kulübesini andıran cam fanus”un içindeki kişi, yazar Turgut Özakman!.. Yüzünde, sadece gözlerini açıkta bırakan beyaz bir maske var... Ellerde, sterilize eldivenler...
Fanusun üzerindeki tabelada “Turgut Özakman” yazıyor.
Karıştırmayalım, başka yazarlara meyletmeyelim diye yazmışlar herhalde.
Değerli ve gözümüz gibi sakınmamız gereken Turgut Bey, cam kulübenin içinde oturuyor...
Kulübenin önünde kalabalık bir okur kitlesi var. Ellerinde, yazarlarının son numarası olan “Cumhuriyet” kitabı... Kitap imzalatmak, “laik cumhuriyet düşüncesinin yaşayan en büyük temsilcisi” olan yazarlarıyla söyleşmek için bekliyorlar ama...
Yazar “söyleşmeye” pek istekli değil.
İstikrahla oturuyor cam fanusun içinde,
İstikrahla bakınıyor!..
Kimseyle birebir temas kurmuyor.
Hiçbir okurunu “görüş alanı” içine sokmuyor.
Bir cumhuriyet yazarı değil,
Adeta “monarşik” bir varlık...
“HEPİNİZ MİKROPSUNUZ” MU DEMEK İSTEDİ?
İmzalanacak kitabı, “vezne deliği” süsü verilmiş boşluktan, yine kendisi gibi “maskeli koruması”ndan alıyor, “ıslak imza”sını kondurduktan sonra aynı vezne boşluğundan korumasına uzatıyor.
Koruması da okurlarına iletiyor...
İnanamadınız değil mi?
İnanın.
Bu bir imza etkinliği...
Gayet steril, “mikroplardan arınmış”, tertemiz bir imza etkinliği...
Gözümüz gibi sakınmamız gereken Turgut Özakman’ımız, böylece domuz gribi mikroplarından korunmuş, daha “faydalı” eserler vermek üzere ömrüne ömür katmış oluyor...
Güzel, değil mi?
Güzel ama, ben Turgut Özakman okuru olsaydım üzülürdüm. Bu kılıkla insanların karşısına çıktığı ve “hepiniz mikropsunuz” demeye getirdiği için de fena halde içerlerdim.”
Ahmet Kekeç’in bu yazısını, bir de yukarıda yayınladığım “fotoğraf”a bakarak değerlendirin!..
Yazdıklarının eksiği var, fazlası yok!..
Fotoğrafta da görüldüğü gibi;
Turgut Özakman, gerçekten de “telefon kulübesi”ni andıran “cam fanus” içinde!..
“Yüzünde maske, ellerinde eldiven” var!..
Yazdığı ve imzaladığı kitabın adı “Cumhuriyet” ama, kendisi “cumhur”dan uzak!..
Arada, “cam duvarlar” var!..
Sanki cumhur “mikrop”tur veya Turgut Bey, onlardan mikrop kapıp, hastalanacaktır!..
Bu fotoğraf var ya;
“Cumhuriyet aydını”(!) ile “cumhur” arasındaki “kopukluğu” gösteren “delil” niteliğinde, “belge” niteliğinde bir fotoğraftır!..
Bakın bu fotoğrafa... İyi bakın!.. Çünkü bu fotoğrafta; “Cumhuriyet aydını” nerededir, “cumhur” nerededir, göreceksiniz!.. Bu fotoğrafta “halka bakışı”, daha doğrusu “halktan kaçışı” göreceksiniz!..
Hani, Balçiçek Pamir hanımefendi bana sormuştu ya; “Sistemle bir sorununuz var mı?”
Ben de demiştim ya;
“Sorunum sistemle değil, uygulayıcılar ile!”
İşte belgesi!.. Bakın, görün “Cumhuriyetçiler” nerededir, “cumhur” nerede!..
Bu “zihniyet”tir ki; “ülke” ve “halk” hakkında sürekli “ahkâm” keser ama, “ülke gerçekleri”ne de “yabancı”dırlar, “ülke insanı”na da!..
“Bu toprakların nimetleri”ni yerler, “bu ülke insanının omuzlarında yükselir”ler ama, “insanlara tepeden bakar”lar!.. Pardon, şimdi de “cam fanus arkasından bakanlar” peydah oldu!..
10 KASIM’DA AÇILIM OLMAZ MI?
“Halka tepeden bakanlar” veya “cam fanus arkasından bakanlar” kervanında, Turgut Özakman, elbette yalnız değil!..
Bir de, “Atatürkçü geçinenler” ile “Atatürk’ten geçinenler” var...
Bunların yüzleri de “maskeli!”
Onlar, belki Turgut Özakman gibi, kendilerini “mikroplu(!) halktan korumak” için “maske” takmıyor... Onlar “maske” takıyorlar, çünkü “sahte Atatürkçü” oldukları anlaşılmasın!..
Meselâ bugün “10 Kasım” ya, “Atatürk’ün ölümünün 71. yıldönümü” ya; bugün meydanlara çıkıp, “matem gününde açılım olmaz” diye höykürecekler!..
Yöneticilerinin çoğu “Ergenekon Terör Örgütü sanığı” olan “Kuvvacı internet siteleri”nin bir kısmı, “cam fanus”un arkasından, pardon “cam ekran”dan talimatlar yağdırıyor millete;
“Göğüslere Atatürk resmi, rozeti veya siyah kurdele takılacaktır!.. Ülkeye; millî yas ve vakur bir matem havası hakim olacaktır!.. Bugün, açılım görüşmeleri protesto edilecektir!”
Sadece internet siteleri değil, “silah üzerine yemin eden gizli eller” de; hazırlayıp dağıttıkları “el ilânları” ve “afiş”lerde; “Ankara’da toplanılması, saat 20.00’de ışıkların söndürülmesi” çağrısında bulunuyor!..
Sorarım size; bir “provokasyon” ve “kaosa davetiye” değil midir bu?..
ATATÜRK DE “BARIŞ” İSTERDİ
Bir yandan “Atatürk ölmedi, kalbimizde yaşıyor” diyeceksin, bir yandan da “matem tutalım” diyeceksin!..
Be adamlar; siz ne biçim “Atatürkçü”sünüz ki; “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen bir Atatürk’ün ölüm yıldönümünde yapılan “sulh” görüşmelerine, “Atatürk’e rağmen” karşı çıkıyorsunuz?..
Atatürk, yurtta ve dünyada “barış” istemiyor muydu?.. Eee, o halde “Kürtlerle barış”ın görüşüleceği “Meclis toplantısı”na niye ayak diretiyorsunuz?..
Belli ki, siz “Atatürkçü” filân değilsiniz!..
Siz, “Atatürk’ten geçinenler” olmalısınız!..
Öyle ya; Atatürk “barış” isterken, siz “gerilimin sürmesi” için “provokasyon” peşindesiniz!..
Sözü uzatmanın âlemi yok!..
Şu yukarıdaki fotoğrafa bakın ve görün;
“Cumhuriyetçiler” ve “Atatürkçüler” nerededir, “halk” nerede?..
Geçmişler “cam fanus”ların arkasına, ellerine “eldiven”, yüzlerine “maske” geçirip, “halk denilen mikrop(!)lar”dan uzak duruyorlar!.. Çünkü, “halk ile kaynaşırlar” ise, ola ki “mikrop” bulaşır!..
Öyle değil mi Turgut beyciğim?!?..
Öyle değil mi, ey millet;
  İşte, ben bunlara “öfke” duyuyorum!..

***

İki abla
CHP Grup Başkanvekili KemalKılıçdaroğlu’nun, “Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ablası” hakkındaki sözlerini biliyor olmalısınız... Şimşek’in ablasının “yeşil kart” almış olmasını; önce “devlete kazık atma” olarak değerlendiren Kılıçdaroğlu, “gerçek” ortaya çıkıp da, “abla”nın “Şimşek bakan olmadan önce” yani 2005’te “yeşil kart” aldığı ortaya çıkınca, “tornistan” etmeyip, bu defa işi “duygu istismarı”na vurdu: “Bunu, bakana yakıştıramadım!.. Madem ablası yoksuldu, ona destek verip, yeşil kart kullanmasının önüne geçebilirdi.”
Bazı olaylar vardır ki, “göründüğü gibi değil”dir!..
Şimşek’in ablası niçin “yeşil kart” almıştır, ne kadar “yoksul”dur ve Şimşek, ablasına yardım etmiş midir, etmemiş midir bilmiyorum!..
Ama, bildiğim ve sebebini merak ettiğim konu şu: DenizKuvvetleri eski Komutanı Emekli Oramiral Güven Erkaya’nın “Salihli’de yaşayan yaşlı ablası” da son derece “yoksul”du ve bilebildiğim kadarıyla, geçimini onun-bunun “dikişlerini dikerek” sağlıyordu!..
Acaba, Güven Erkaya “ablası”na niye yardım etmiyor, onu niye “ele-güne muhtaç” yaşatıyordu?.. Her naneye maydanoz olan KemalKılıçdaroğlu, “Erkaya’nın ablası”nı niye hiç gündeme getirmedi acaba?..
Kaldı ki; Erkaya ailesinin maddi durumu, “trilyonluk 5 daire” alacak kadar iyiydi!.. Ama abla, “sefalet” içindeydi!.. 
“Abla”larına niye el uzatmadılar acaba?.. Şimşek niye el uzatmadı, Erkaya niye uzatmadı?.. Aile içi meseleleri bilemeyiz ki!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi