Mustafa Çelik

Mustafa Çelik

Müslüman, Müslümanın azınlığı olamaz

Müslüman, Müslümanın azınlığı olamaz

Allah’ın mülkünde kâfir ile Müslüman’ı eşitlemek isteyenler, Müslüman kavimleri birbirlerine yabancılaştırdılar. Birbirlerine yabancılaşan ve birbirlerinden uzaklaşan Müslüman kavimler, kâfirleri kendilerine veli/dost, idare edinirler. Oysa ki üsve-i hasenemiz Hz. Muhammed (sav) şöyle buyuruyor: “Müslüman kâfire, kâfir de Müslümana mirasçı olamaz!” (Buhari Hacc, 44, Meğazi, 48, Feraiz, 26; Müslim, Feraiz, 1; Ebu Davud, Feraiz, 10) Evet, kâfirlerin kavimleri, kabileleri farklı da olsa küfür bir tek millet, Müslümanlar ise bir tek ümmettirler. İster Türk, ister Kürd, ister Arap, ister Çerkez olalım Müslüman kavimler olarak birbirimizin azınlığı olamayız. Birbirimize gayr-i Müslim, gavur muamelesi yapamayız. Aksine hepimiz dinde kardeşiz ve birbirimizin Müslümanlığına iltica etmemiz gerekir. Bu şu demektir: Senin Müslümanlığın kifayetsizse bu benim emniyetime halel getirir. Dolayısıyla senin kâmil bir Müslüman olman için gayret göstermeliyim.
Hiçbir Müslüman kavim, etnik grup veya mezhep diğer bir Müslüman kavim için “azınlık” olamaz. İslam dininin amir bir hükmü olarak bir Müslüman başka bir Müslüman’ın azınlığı olamaz. Nisbi ayrımcılığı hedefleyen “azınlık” gibi kavramlar uygulama olarak Batıya aittir. İslâm toprakları üzerinde emellerini gerçekleştirmeye çalışan müstekbir güçler, Müslüman kavimleri birbirlerinin düşmanı haline getirdiler. İdeolojilerin egemenliği altında yaşayan Müslümanlar, birbirlerini ötekileştirmeyi adeta ibadet telakki eder hale geldiler. Oysa ki İslâm toplumunda herkes birbirinin kardeşidir. Tıpkı namazda saf tuttukları ve beraber oldukları gibi, kendi aralarından seçtiklari ehl-i hal ve’l akd (imam, halife, emir sahibi, veliyyül emr) yetkilisinin başkanlığı altında dünya ve din işlerini yürütürler. Allah’ın dinini yaşamaya çalışırlar. Onların önderleri kendileri gibidir, hiçbir üstünlüğü yoktur ve onların serbest oylarıyla (bey’atleriyle) seçilmişlerdir. Namazdaki imam gibi yetkileri sınırlıdır ve o Allah’a itaat ettiği müddetçe müminler de ona itaat ederler. Allah’a, Allah’ın gönderdiği dine itaat etmeyenin makamı ve unvanı ne olursa olsun o bir hayduttur, Müslümanların veliyyül emri olamaz.. Bir kimse, cemaat istemediği halde onlara namaz imamı olamadığı gibi, hiç kimse de ümmet istemediği halde zorla, diktatörce, onlara imam (yönetici) olamaz.
Mü’minler, tıpkı namazda olduğu gibi toplum hayatında de birbirlerinin yanındadırlar. Müslümanlar namazda niçin bir araya geldiklerinin şuurunda oldukları gibi, Müslümanlarla niçin bir arada olmaları gerektiğinin de farkındadırlar. Onların cemaat oluşu bilinçli bir tercihtir. Onların aralarındaki bağ iman bağıdır; soy, hemşehrilik, ırk, kabile, hizib, ya da vatandaşlık, hele hele çıkar beraberliği hiç değildir. Müslümanlar bulundukları yerlerde küçük cemaat olsalar bile aynı özelliği taşırlar, aynı şuura sahiptirler. Herhangi bir amacı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen mü’min topluluklarının da bundan farklı yanları yoktur.
Bazen bütün müslümanların bir önderin (imamın) yönetimi altında bir araya gelmeleri mümkün olmayabilir. Şartlar buna müsaade etmeyebilir. Günümüzde müslümanlar farklı coğrafyalarda ve farklı bağımsız ülkelerde yaşamaktadırlar. Birçok ayrı siyasî güç müslümanlara hakim durumdadır. Buna rağmen onlar İslâmın genel esasları ve hedefleri etrafında bir cemaat olmak durumundadırlar. Onlar birbirlerinin kardeşidirler. Herkes birbirinin destekçisi, yardımcısı ve duacısıdır.
Müslüman kavimlerin üst kimliği ümmet ve imamettir. Müslümanlar bulundukları yerde, az da olsalar cemaat anlayışını yaşatmakla görevlidirler. Bazı mü’minler, bir amacı ya da bir hedefi gerçekleştirmek üzere bir araya gelebilirler, bir grup çalışması yapabilirler. Meşrepler, mezhepler farklı olabilir. Bu şekilde oluşan cemaatlar, kendi aralarında bazı prensipleri uygulasalar bile, diğer Müslüman cemaatlarla İslâm kardeşliği çerçevesinde ilişki kurarlar, ayrılık gütmezler, onlara sırtlarını dönmezler. Bir cemaatin İslâmî olup olmaması, onun İslâmî prensiplere ne kadar uyduğuna bağlıdır. ‘En iyi cemaat biziz’ iddiasi geçersizdir. Belli bir amacı ve çalışmayı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen cemaatler, tefrikaya sebep olmamalı, Müslümanları bölüp-parçalamamalıdır. Dinde ayrılık güdenlerin ve kendi cemaatının veya grubunun görüşlerini, prensiplerini din haline getirenlerin son derece hatalı oldukları açıktır. Kaldi ki İslâm sürekli bir şekilde Müslümanların kardeşliğini vurgulamakta, onları ‘vahdet’e davet etmektedir. Müslümanlar, yaşadıkları yerlerde azınlık da olsalar cemaat olmaya çalışmalılar. Bunu yapmazlarsa ve cemaat şuurunu diri tutmazlarsa; cemaat olmanın avantajlarını ve nimetlerini kaçırırlar. ‘Cemadat’, yani şuursuz, sıradan sürü haline gelirler. Sürüleri güden çobanlar da her zaman bulunur.
Müslümanlar, birbirlerinin hasmı değil, müttefikidirler. Kavim ve kavmiyetçilik düşüncesi; dil, tarih, toprak ve ırk temeli üzerine bina edilmiştir. Bu söylenilen değerler vesilesiyle kavimlerin birbirleri arasında kavmiyetçilik bağı oluşur, din ve inançtan uzak olarak birbirlerine karşı dostluk ve sevgi gösterirler. Zira kavmiyetçilik düşüncesinde din ve inancın hiçbir önemi yoktur. Üstelik kavmiyetçilik düşüncesi, din ile devlet işlerini birbirinden ayıran la dini laik sistemleri yerlerinde sabit kılıcı bir düşüncedir. Düşüncelerini, inanç ve yaşantılarını kavmiyetçilik ilkesi üzerine bina eden ve birleştirenler için kavmiyetçilik, Allahû Teâla’dan başka ibadet ettikleri bir tağut hükmündedir. Çünkü bu kimseler her türlü dostluk ve düşmanlığı, hak ve hukuku kavmiyetçilik temellerine dayandırırlar. Her kim bu kavimden ise, velev ki yeryüzündeki en zalim kişi olsun, her türlü dostluk, yardım ve haklar ona verilir. Fakat her kim de bu kavimden değilse, velev ki yeryüzündeki en takvalı insan olsun, ona hiçbir dostluk, yardım ve hak verilmez. Bilakis tam tersi tavır sergilenir. Özetle kavmiyetçilik fikri, Allah (c.c)’ın haramını farz kılan, farz kıldığını haram kılan bir düşüncedir. Bu ise apaçık bir küfürdür. Bu nedenle kavmiyetçilik fikrine inanmak, onun için çalışmak, ona yardım etmek, o fikri yaymak; tağuta yardım etmek ve ona inanmak demektir. İslam dini, dostluk ve düşmanlığı inanca ve dine bağlı kılar. İslâm dinine göre insanlar arasındaki üstünlük; dil, ırk, toprak ve tarihleri ne olursa olsun, ancak takva ve salih amelle olur. Zira dil, ırk, toprak ve tarih insanlar arasında üstünlük sebebi değildir. Dolayısıyla üstünlüğü iman ve takvada bulan Müslüman kavimlerim müşterek üst kimlikleri ümmet ve imamettir. Ümmet olamayan ve Allah’ın şeraitini tatbik edecek bir imamete sahip olmayan Müslüman kavimlerin kavgaları bitmez. Allah’ın mülkünde Müslüman kavimlerin ümmet olması kuvvet bulmasıdır. Kuvvet bulmak, devlet olmaktır. Ümmet olmayanların ne kuvveti ve ne de devletleri olur.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Çelik Arşivi