Mehmet Talu

Mehmet Talu

Necid Çöllerinden Medine-i Münevvere'ye

Necid Çöllerinden Medine-i Münevvere'ye

Ziyaretin lüzum ve önemi 6

Demir parmaklıklar üzerinde hasbihal ediyor Resûlü Ekrem (S.A.V.) efendimizle:

- Elliüç yaşına kadar senin Hicranının azabını sinemde taşıdım, yanına geldiğim zaman şu başımı çarptığım demir kafes de nedir Ya ResûlALLAH! Hâlâ vuslat olmayacak mı?... Tihame çölünü kat ettim, gözlerime uyku girmedi. Arzu edersen yıldızlara sor, sor ki şu üç aylık zaman içinde bu gözler bir kere uyudu mu? Uyumadı diyecekler Ya ResûlALLAH! Dağlarla, taşlarla bütün hilkat heyakili ile hasbıhal ettim Ya ResûlALLAH. Derdimi geceye döktüm, leyale derdimi anlattım, cibali söylettim Ya ResûlALLAH! Nihayet huzuruna geldim Ya ResûlALLAH!

Akif derinleşmiş, coşmuş bu Sudanlının sesini, feryad ü figanını Resûlü Ekrem (S.A.V.) efendimiz karşısında gerçek bir âşıkın nasıl dolu olduğunu müşahede ediyor. Resûlü Ekrem (S.A.V.) efendimizin parmaklıklarından tutan bu insan, son sözlerini söylerken sesi kısılmaya başlamıştır. Akif şöyle bitiriyor: Kısa bir sessizlikten sonra adam şöyle diyordu.

- Şu kadar mesafeyi tepip huzuruna geldim, bu hasta gönlümü bir daha hâk-i pâyinden ayırma Ya ResûlALLAH! Tahammülüm yoktur artık.

Sonra bir sessizlik oldu, bir ah feryadı duydum. Döndüğüm zaman parmaklıkların dibinde yıkılıp gitmişti. Bir Seylanlı alnından öperek gözlerini kapatıyordu. Birkaç dakika sonra da bir iki gassal bir iki taşıyıcı geldi, Cennet-ül Baki'ye kaldırdılar mübarek cenazesini. Fakat ruhu muhtemelen Ravza-i Tahire'nin parmaklıklarına takılıp kalmıştı. Resûlullah (S.A.V.) efendimize yürekten âşık bu genç:

- Artık bu hasta gönlümü hâk-i pâyinden ayırma Ya ResûlALLAH! diyordu.

Aman ALLAH'ım! O aşktan bizlere de nasip et! Amin. Olayı bir de Akif'ten dinleyelim:

Necid Çöllerinden Medine-i Münevvere'ye

Henüz dua ediyordum ki, "Ya Rasulellah!"

Nidası kükreyerek, bir kanadlı tayf-i siyah,

Basıp eşikleri tutmuş yığınla gölgelere,

Süzüldü uçdaki "Bâbüsselâm" önünde yere.

Mehîb sayhası hâlâ fezâda çınlardı,

Ki yükselip yeniden, yardı geçti eb'âdı.

Düşünce Ravza-i Peygamberin ayaklarına;

Sarıldı göğsüne çarpan demir kuşaklarına.

Dikildi Cebhe-i Dîdâr önünde, müstağrak.

Diyordu inleyerek:

Ya Nebi! Şu halime bak!

Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca sahranın

Benim de ruhumu yaktıkça yaktı Hicranın!

Harîm-i pâkine can atmak istedim durdum

Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum

"Tahammül et" dediler... Hangi bir zamana kadar?

Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.

Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak

Önümde durmadı artık, ne hânumân ne ocak

Yıkıldı hepsi. . Ben aştım diyar-ı Sudan'ı

Üç ay "Tihame!" deyip çiğnedim beyâbânı

Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada

Yetişmeseydin eğer, ya Muhammed, imdada

Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin

Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin

İradem olduğu gündür senin iradene râm

Bir an için bana yollarda durmak oldu haram

Bütün heyakil-i hilkatle hasbihal ettim

Leyale derdimi döktüm, cibali söylettim

Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü

Nucuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?

Azabı hecrine katlandım elli üç senedir

Sonunda alnıma çarpan bu zalim örtü nedir?

Beş-altı sineyi Hicran içinde inleterek

Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?

Demir nikaabını kaldır mezâr-ı pâkinden!

Bu hasta ruhumu artık kayırma hakinden!

Nedir o meşale? Nurun mu? Ya ResûlALLAH!

Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir "âh!"

Ne gördüm oh! Serilmiş zemine Sudanlı...

Başında, ağlayarak bir zavallı Seylanlı,

Öpüp öpüp kapıyor elleriyle gözlerini.

Bitince hârice nakliyle gasli, tekfini,

"Baki"'a gitti şehîdin vücûd-i fânîsi;

"Harem"de kaldı fakat rûh-i câvidânîsi.

(Mehmet Akif ERSOY, Safahat, 312)

Ahmed er Rufâi Hazretleri, Hicri 555 senesinde hacca gitmiştir. Hac dönüşü Medine-i Münevvere'de Ravzaı Mutahhara'yı ziyaret etmiştir. Arkadaşları ile birlikte Medîne-i Münevvere'ye gelen Ahmed er-Rufâî, şehre girerken ayakkabılarını çıkararak eline almıştı.

Bu sırada şehirde bulunan Yemen, Hicaz ve Şam hacılarının sayısı 90 bin civarında idi. Bunların arasında Abdülkadir Geylanî de vardı.

İkindi namazından sonra Rufâî Hazretleri Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kabrine yaklaşarak, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kabri önünde şöyle selâm verdi: "Esselâmü Aleyke ya Ceddi!" Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kabrinden: "Aleyküm Selam Ya Veledi" cevabı duyulmuştur. O sırada orada bulunan bütün ziyaretçiler bu sesi işitmişlerdir. Bunun üzerine vecde gelen Seyyid Ahmed-er Rufâi Hazretleri, titreyerek diz çöküp şunları söylemiştir: "Uzakta iken ruhumu gönderiyordum. Bana, vekâleten toprağını öpüyordu, şimdi ise huzurundayım şu mübarek elini uzatıver de dudaklarım onunla haz duysun!" Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kabrinden parıltısı bütün Mescid-i Şerifi aydınlatan nuranî eli dışarıya uzanmış ve bütün ziyaretçilerin gözleri önünde O, bu eli öpmüştür. Bu hâdise üzerine sanki kıyamet kopmuş, cemâatin getirdiği salât u selâmlar gök kubbeyi çınlatmıştı.

Ahmet Rufâî Hazretleri bu kadar iltifat karşısında kendisini kaybetmiş ve olayı takip eden birkaç gün boyunca baygın bir halde yatmıştı. Hattâ hayatından umut kesilecek bir hale gelmiş, fakat sonradan ayılmıştı.

Bu hadise bir tevatür derecesinde hacılar arasında yayılmış, bütün İslâm ülkelerinde duyulmuştur.

Bundan dolayı her Müslüman ve bilhassa hacca giden her ehli iman, büyük bir engel karşısında kalmadıkça, mutlaka gidip Fahr-i âlem (S.A.V.) Efendimizi ziyaret etmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Talu Arşivi