Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Arınç ne dedi... Aslında ne demek istedi?

Arınç ne dedi... Aslında ne demek istedi?

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın dünkü açıklamasını izlediniz mi?.. Şahsen ben, “sarfettiği sözleri” büyük bir dikkatle izlemek ve “sözlerin altında yatan anlamları” çözmeye çalışmakla birlikte; “sözünden ziyade yüzüne” baktım... O yüzde bir “tedirginlik” var mıydı?.. Kendisine yönelik “suikast girişimi” iddiaları konusunda “korkmuş, ürkmüş ve tırsmış” mıydı, yoksa “yola devam” mı diyordu... Evet, “yüzüne” baktım, “göz”lerine dikkat kesildim... Gördüm ki; bana göre “son derece duygusal” olan ve zaman zaman “duygu patlamaları” yaşayan Bülent Arınç, dün, son derece “sakin” görünüyor, zaman zaman “ironik cümleler” bile kullanıyordu... Ortada “kaka” bir durum olmasına rağmen, “şaka”lar yapıyordu... Kısacası, “duygularını bastırıyor” ve kameralar karşısında “devlet adamı ciddiyeti” sergilemeye çalışıyordu!.. Evet, “duygularını dışa vurmuyor”du ama “mizahi cümleler”in altında, ben bir “kırgınlık” ve “öfke” sezdim!.. Hani, bu gibi durumlarda, insanlar; “işi gırgıra vururlar” ve “ağlayacakları” veya “öfke patlaması” yaşayacakları yerde “gülme krizi”ne tutulurlar ya; ben de Arınç’ın “tebessüm”lerinin altında, “öfke derecesinde kırgınlık” hissettim.
İNANMIYOR... İNANMAK İSTİYOR!
Meselâ, şu cümlesi:
''Biz siyasetin içindeyiz, siyasetin zor günlerinde çok bulunduk. Yanlış iş yapanları tanıdık, bu yolda gidenlerin zaman zaman neler yapabileceğini gördük, ama ben Türkiye'de bir siyasi şahsiyete karşı, bir Başbakan Yardımcısı’na karşı, hele hele Türkiye'nin en güzide kurumu, en onurlu kurumu, en disiplinli kurumu Silahlı Kuvvetler içerisinde böyle bir yanlışlık yapacak kimsenin olmadığına bütün gönlümle inanmak istiyorum.”
Dikkat ederseniz, “Genelkurmay açıklaması” konusunda, pek de “ikna” olmuşa benzemiyor.
“İnanmak istiyor!”
Bu demektir ki;
“İnanmıyor!”
Niye inanmıyor?.. 
Bana kalırsa, bu sorunun cevabı şu cümlede gizli:
''Evimizin yakınında araçlar, plâka numaralarıyla beraber ihbarda söylenen araçlar... Kişiler, askeri kişiler... Seferberlik bilmem ne başkanlığında çalışıyor görünüyor, ama Özel Kuvvetler Komutanlığı’na giriş belgeleri olduğu ifade edilmiş ve ilk üst aramasında da bir tanesinin bir dergi adına sarı basın kartı taşıdığına ilişkin bir kart veya kartvizit varmış. Şimdi olay budur.” 
Evet, olay bu!.. Peki, Bülent Arınç, bu sözleriyle “aslında” ne demek istiyor?..
Bana göre, demek istiyor ki;
Madem bir “istihbarat çalışması” yapılıyor o halde oraya niye “istihbaratçı subaylar” değil de, genelde “eylem yapmakla” görevli “Özel Kuvvetler”in subayları gönderiliyor?..
“İstihbarat” çalışmaları; genelde “astsubay” ve “teğmen”lere yaptırılırken; hem de “Özel Kuvvetler”de görevli bir “albay” ve “binbaşı”nın orada işi ne?..
Arınç, inanmasın da ne yapsın?..
Haklı olarak “kuşku” duyuyor...
Bu “kuşku”sunu da şöyle dile getiriyor:
''Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasında da görebildiğim kadarıyla iki kişinin yakalandığı veya tespit edildiği doğrulanıyor... Bu kişilerin asker olduğu doğrulanıyor. Bu kağıt parçasıyla ilgili de böyle bir iddia var ama araştırılıyor deniliyor.
Herkesin en çok merak ettiği şey, neden burada bir gözetleme yapılıyor?.. Onu da kendilerine göre açıklamış. 
'Bu bir istihbarat amaçlı bir çalışmadır ama Bülent Arınç'a yönelik değildir. Silahlı Kuvvetlerden dışarıya bilgi sızdıran bir kişinin takibi sırasında bu iş olmuştur' şeklinde. 
Bütün bu açıklamalar basında da televizyonlarda da farklı şekilde yorumlandı... Ben bu yorumlara girmeyeceğim.''
OMURGASIZ... REZİL... AHLÂKSIZ!
Çok doğru... Sayın Bülent Arınç, “durum”u aktardı ama hiç “yorum” yapmadı... Yorumdan özellikle kaçındı... Ama, “olay üzerine yapılan yorumlar”a cevap vermekten de kaçınmadı.
Mesela; “Muhalefetten yapılan açıklamalarda bu iddialar biraz hafife alındı'' diyen bir gazeteciye; ''Utanma, utanma söyle... Mizah konusu yaptılar. Bir tanesi safsata dedi'' şeklinde cevap verdi.
''AK Parti bu suikast iddiasıyla kendi derin devletini oluşturuyor şeklinde iddia var'' diyerek yorumunu soran gazeteciye de şöyle cevap verdi:
''Dilin kemiği yok... Bir defa bunların bir siyasetçi ağzından çıkmasından utanç duyuyorum. Bir geçmiş olsun dileğinde bile bulunmadan, meseleyi sulandırarak, meseleyi mizah konusu yapmaya çalışarak bu siyasetçiler ne yapmak istiyor, anlamakta zorluk çekiyorum. 
Bu; mizah konusu bir olay değildir ama hayatları tamamen mizaha bağlı insanlardan başka türlü bir davranış da beklenemez.
Siyasette hiç düz çizgisi olmamış, omurgasız hareket etmeyi meslek edinmiş insanlar, bu tür olay karşısında da söyleyecekleri budur. 
Maalesef, 'bu iş safsatadır' diyen bir milletvekili var. Bu milletvekilinin tek görevi var, genel başkanının talimatıyla Silivri'deki 'Ergenekon' duruşmalarını takip etmek!.. 'Ergenekon' duruşmalarını takip etmekten vakit bulduğunda Meclis’e gelen bir insan; böylesine ciddi bir olay karşısında 'safsata' kelimesini yüzü kızarmadan kullanabiliyor... Çok garip bir şeydir.
Bir başkası; Türkiye'de dürüstlüğün timsali haline getirilmeye çalışılırken, son olaylar sebebiyle üzerindeki makyajların tamamını kaybetmiştir. O da 'bu tamamen bir mizahtır' diyor. 
Bir başkası başka şey söylüyor.
Hele hele bir genel başkan, açıkça söylemedi ama basına yansıyan haberler doğruysa, meseleye Berlusconi sendromuyla bakıyor. Bu, Türkiye'de hem muhalefetin, hem siyasetin önemli ağızlar konuştuğu zaman ne hale geldiğini gösteriyor. 
Hiçbir sendrom içinde değiliz. 
Bu tür olayları bir senaryo haline getirmenin ne kadar rezil ve ahlaksız bir iş olduğuna da inananlardan birisiyiz. Bu konuda iddialar varsa; meseleye ciddiyet açısından bakmaları gerekirken, maalesef sadece kendi boyları kadar meseleye bakıp, bunun ötesinde insanları küçültmeye çalışmak belki bu olayda çok daha vahimdir.''
Dedim ya, sayın Arınç; zaman zaman “espri” yaptı, zaman zaman “şakayla karışık çuvaldızlama” yaptı... Bakalım CHP’li Şahin Mengü ve Kemal Kılıçdaroğlu, yukarıdaki “beton çivileri”ne ne cevap verecek?..
“ZIRVA TEVİL GÖTÜRMEZ”
“Espri”ye gelince;
“TSK bu olayla ilgili yazılı bir açıklama yaptı, bu açıklamayı nasıl okudunuz?” sorusuna, “tecahül-ü arif” yapıp, “Yakın gözlüğümle” şeklinde cevap verdi...
Ancak, bir cümlesi var ki; bana son derece ilginç, son derece düşündürücü geldi...
 “Tevil yollu ikrarı, sabah bir gazeteci arkadaşıma yaptım. Yıllarca cezada hukukçu avukat olarak bulundum... Bir insana bir şey söylendiği zaman; bir suç isnat edildiği zaman; 'evet, ben bu işi yaptım' derse, bu ikrardır... Yani kabul etmektir. 
'Ben bu işi yapmadım' derse rettir, inkardır. 
'Ben bu işi yaptım ama, başka türlü yaptım, başka amaçla yaptım' derse bu tevil yollu ikrardır... Atasözlerimiz arasında teville ilgili birçok söz biliyorum ama, şimdi bunun yeri değil!..”
Sayın Arınç; “tevil yollu ikrar” sözüyle “kimi ve hangi açıklamayı” kastetti bilmiyorum.
Bildiğim şu ki;
“Tevil”le ilgili atasözleri arasında, en çok bilineni, “Zırva tevil götürmez” sözüdür!..
Ama, dedim ya;
Arınç’ın “zırva” dediği açıklama “Genelkurmay’ın açıklaması” mıdır, yoksa “muhalefetin açıklamaları” mıdır, bilemiyorum... Ama, “zırva”nın; “Saçma sapan düşünceler” anlamına geldiğini biliyorum...
İşin doğrusu, Arınç’ın; “suikast girişimi” iddiaları üzerine dün yaptığı açıklamalardan, aklımda kalan tek söz, “tevil” oldu!..
Çünkü, son günlerde “zırvalayan” çok!..
“Zırva”larını “tevil” etmek isteyenler de!..
=============
TÖMER’in hassasiyeti
Geçtiğimiz Pazar günü; Yerel Gündem gazetesinde yer alan ve Yusuf İnan tarafından kaleme alınıp Ertuğrul Aksu tarafından bana aktarılan bir “olay”dan söz etmiştim...
İddiaya göre; TÖMER’in İzmir Şubesi’nde “Türkçe kursu” alan İsviçreli Roger Bernheim adlı şahıs; “imam”larla görüştüğü için; “okutman” tarafından “Onlar tehlikeli, görüşmeyin!” şeklinde uyarılmıştı!..
İşte bunun üzerine, Yusuf İnan, Yerel Gündem gazetesinde; “TÖMER’de yabancılara din düşmanlığı mı öğretiliyor?” başlıklı bir yazı kaleme almıştı...
Malûm, o yazıyı, geçen Pazar günü köşeme taşıyıp, TÖMER hakkında eleştirilerde bulunmuştum.
TÖMER İzmir Şube Müdürü Murat Caner, dün “8 sayfalık bir açıklama” gönderip, “olayın seyri”ni anlatmış...
Öncelikle, bu “hassasiyet”lerinden dolayı, kendilerini kutluyorum... Çünkü, gönderdikleri açıklamada “suçlama” ve “hakaret” yok, tamamen “teknik bilgiler” var.
Kısaca diyorlar ki;
“Yazı” üzerine “araştırma” yaptık... Yazıyı “Almanca”ya çevirip, Roger Bernheim’e gönderdik ve böyle bir olay yaşanıp yaşanmadığını sorduk...
Roger Bernheim, bize Almanca yazdığı, bizim de Türkçe’ye çevirdiğimiz mektubunda; “imam”larla 6 ay içinde 6-7 defa görüştüğünü ama “İslâmiyet” konusunun gündeme gelmediğini söyledi...
TÖMER’in Türkçe okutmanı da, “imamlarla görüşmenin tehlikeli olacağına” dair bir uyarıda bulunmadığını söyledi...
Roger Bernheim, TÖMER’in yanındaki “bakkalın kızı” ile de, rica üzerine “İngilizce” konuşmuş... Ama o, Bernheim ile neredeyse hiç “Türkçe” konuşmadığı için, daha sonra onunla görüşmekten vazgeçmiş!..
Gördüğünüz gibi;
Yerel Gündem gazetesinin bahsettiği olayda; “kişi”ler, “yer” ve “eylem”ler doğru ama “yorum”lar yanlış!..
TÖMER’i, işte bu açıdan kutluyorum... Yazının üzerine “hassasiyetle” eğilip, adeta bir “dedektif” gibi araştırdıkları ve “gerçekleri ortaya çıkardıkları” için, gerçekten tebrik ediyorum kendilerini.
Sonuç olarak; Murat Caner’in gönderdiği açıklamada, “olayın seyri”ne dair verdiği bilgiler beni tatmin etti.
İstedim ki, sizler de bilesiniz.
============
Yalım Eralp’in papyonu!
CNN Türk’te her sabah yayınlanan ve “güncel olaylar”ın değerlendirildiği “Haber Toplantısı” adlı bir program var... İşte o programda, birkaç gün önce “Arınç’a suikast girişimi” iddiası konuşulurken; “hemen her gün ayrı bir papyon takması” ile dikkati çeken “eski monşer”lerden Yalım Eralp; bu olayın “gündem değiştirmeye” çalışan Hükümet’in bir “tertibi” olduğunu iddia edip, dedi ki; “Bu işler için astsubaylar kullanılır... Orada yakalananlar bir albay ve binbaşı olduğuna göre; demek ki, bu bir hükümet mizansenidir!”
Yalım Eralp’in, hâlâ aynı görüşte olup-olmadığını bilmiyorum... Çünkü, ortada “Genelkurmay’ın açıklaması” var... Açıklamada; “olay yerinde 2 subayın bulunduğu” ikrar ve itiraf ediliyor... 
Yani, olay “düzmece” değil... Ortada “vahim bir durum” var!..
Demek oluyor ki; “monşer” olmak ve ekrana “papyon”la çıkmak, insanı “uzman” yapmıyor!..
Bana kalırsa, bazılarının “Noel Baba” kıyafetiyle katıldığı programa, Yalım Eralp de, “papyon”unu “boynuna” değil de, artık, “başına” takarak çıkmalıdır!..
Yakışır!.. 
“Çıplak baş” üzerinde papyon, “kelebek konmuş gibi” olur!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi