Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

"Muhalefet bayrağı"

"Muhalefet bayrağı"

Yazarlık hayatımda iki yazım büyük ses getirdi.Birisi, 28 Şubat günlerinde, Necmettin Erbakan Hoca, Anayasa Mahkemesi'nde savunma yaparken yazdığım "Seni Seviyoruz Savunan Adam" başlıklı yazı... Diğeri de 2005 yılının 19 Ağustos'unda, Başbakan Erdoğan ilk defa "Kürt sorunu" açıklamasını yaptığında yazdığım yazı.

İlk yazı, hâlâ Anadolu'da gittiğim yerlerde hatırlanır, hatırlatılır.

İkinci yazım ise, 10 yıl yazdığım Yeni Şafak'tan ayrılışımın başlangıcı olmuştur.

Burada, medyada "tek adam diktası" tartışılırken, ikinci yazımdan yola çıkarak bir değerlendirme yapmak istiyorum.

İkinci yazım Yeni Şafak'ta yayınlanmadı ama internet ortamında yer aldı ve medyada geniş yankı buldu.

"Başbakan Erdoğan'ı harcadınız" tonunda, daha çok danışmanlara yönelik sert bir yazıydı.

Yazının yankı bulması normaldi çünkü normalde, muhalif olmayan bir kalemden çıkmaktaydı.

O yazıyı, o günlerde Gerçek Hayat dergisinin bünyesinde yayın yapan "8 Sütun" isimli internet sitesi, "Taşgetiren muhalefet bayrağı açtı" diye verdi.

Ben, olayın akış seyrinden hoşnut olmadığım için "8 Sütun"a bir açıklama gönderdim.

"Ortada muhalefet bayrağı açmak gibi bir şey yok. Ben bir hareketin öncüsü değilim. Ben bir yazarım ve sadece düşüncelerimi ifade ettim" dedim.

Muhtemelen bu gibi durumlarda şöyle bir şey bekleniyor:

-Bir adam çıksın ve muhalefet bayrağını taşısın.

Hele bu adam, düne kadar, iktidara sempati ile bakan birisi ise, koç başı olarak da kullanılabilir.

Hatırlıyorum, o günlerde Milliyet adına bir muhabir benimle uzun uzun görüşmüş ben de, sorunu nasıl gördüğümü ve Başbakan'dan neden farklı düşündüğümü anlatmıştım. O görüşmeden gazeteye yansıyan kısım, sadece keskin eleştirel cümleler olmuştu.

"Neden böyle olduğunu" sorduğumda, bayan muhabir, "yazı işlerinin böyle tercihte bulunduğunu" söylemiş, "Dilerseniz, ombudsman kısmında açıklama koyacaklar" demişti.

Böyle oluyor bu işler, şu veya bu odak, sizi kendi politikalarına monte etmeye yöneliyor.

Bugün düşünüyorum.

O kırılma noktasında, "muhalefet" duygusuna kilitlenebilir ve ondan sonra her olaya "ancak muhalefet" duygusu ile bakabilirdim.

Ama bu benim sağlıklı bulduğum bir tavır değil.

Bunun gibi "Mutlak muvafakat-mutlak uyum" yaklaşımı içinde bulunmayı da, yazarlık namusu ile bağdaşır bulmuyorum.

"Yeminli muhalif" ya da "yeminli muvafık" olmak iki sakat uç...

Birinde doğruları göremezsiniz, diğerinde yanlışları...

"Eleştirel durmak" diyorum ben sağlıklı tavrı ifade etmek için. Yanlışa yanlış, doğruya doğru diyebilmek... Vicdanla bakabilmek...

Kırılma noktası ve muhalefete kilitlenme; medyada sıkça sergilenen örnek bu bence...

Mesela "Cumhurbaşkanı, Gül olmamalı" diye bir kanaate ulaşıyorsunuz, bunun "gerilim doğuracağını" düşünüyorsunuz. İktidar kadroları ise sonunda "Gül'ün Cumhurbaşkanlığı"nda karar kılıyor...

Alın size bir kırılma noktası...

Ondan sonra gelişen bütün olaylarda "Gül'ü Cumhurbaşkanı seçtiniz, her şey berbat oldu" gibisinden bir tutuma kilitleniyorsunuz.

Oysa Gül'ü Cumhurbaşkanı seçtirmemek dahil birçok siyasi tavır, Türkiye'nin bilinen anti demokratik geleneklerinin ürünü. Ve siz, aslında tüm bu anti demokratik geleneklere karşısınız. Ve yine siz, böyle durumlarda medyada nasıl bir kumpanya oluşur, o kumpanya nasıl bir odağın yansımasıdır ve kendinden olmayan bir siyasi oluşumu boğmak için nasıl çullanır, bunu çok iyi bilirsiniz. Ama nasıl oluyorsa oluyor ve siz, o kilitlenme noktasından ayrılamıyorsunuz.

Gül Cumhurbaşkanı oluyor, son derece dengeli ve saygın bir profil çiziyor. Tahmin edildiği gibi Çankaya bir gerilim odağı olmuyor, gerilimin büyük kısmı yine siyasi iktidar-muhalefet ilişkisinde ortaya çıkıyor. Ama yoo, siz hâlâ kilitlenme noktasındasınız.

Ben, "açılım" alanı dahil hâlâ birçok konuda siyasi iktidara eleştirel yaklaşıyorum. Bunları yazıyorum, söylüyorum.

Ama üzerimden muhalefet yapılması söz konusu olduğunda ona imkân vermemek gibi bir hassasiyetim de var.

Sanırım birçok yazar buna itina ediyor. Bir kısmı da edemiyor.

Şu hususun altını çizmek isterim:

-Türkiye'de, belki dünyada hâlâ AK Parti gibi bir siyasi kadronun Türkiye'yi yönetmesini hazmedemeyen odaklar bulunuyor. Onlara kalsa memleket üzerinde tek söz sahibi onlar veya onların adamları olmalıydı. Böyle bir kadronun iktidar olmasını asla istemezlerdi. Ama sandık konuşuyor ve böyle konuşuyor. O zaman ne yapacaklar?

Olan biten, bize "Ne yapacaklar?"ın cevabını veriyor sadece...


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Taşgetiren Arşivi