Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Yalan ve yanlışlardan meded ummadan, hakçasına..

Yalan ve yanlışlardan meded ummadan, hakçasına..

*Birkaç konu.. Birincisi, Fethullah Gülen'le ilgili..
İngiliz dergilerinden 'The Economist' geçen hafta, Fethullah Gülen üzerine, 'Dünya sahnesinde bir köylü çocuğu' başlıklı bir haber-yorum yayınlamıştı. Yazıda, Gülen için‚ 'prophet' ifadesi kullanılmıştı. Haberi gördüğümde, bunun yanlış tercüme edilebileceğini düşünmüştüm ki, öyle de oldu ve Hürriyet, o kelimeyi 'Peygamber' olarak vermekten çekinmedi. Yüksek tirajlı bir gazetenin böyle bir hata yapması, düşündürücüdür.
Keşke, diğer alanlarda, her konunun uzmanının görüşü alınırken, inanç konularında da, görüşünün alınması için, medya kuruluşlarının bünyelerinde de, bir 'ilahiyatçı uzman' kadrosu bulundurulsa.. Kezâ, tercümeler konusunda da.. çünkü bir dilin inceliğini bilmeyenler, konuya bir de sevgi veya kinlerini karıştırınca, objektiflik kayboluyor.
Bir mühendis hatalı hesabla köprü yapsa, o yıkılır; zararı sınırlı kalır.. Medya aracılığıyla yapılan hatalarda ise, milyonlarca insanın düşüncesi, duygu ve hatta inançları vurulabiliyor. Nitekim, peygamberlik nitelemesi yapılan o haber üzerine de internetlerde yazılan yüzlerce yorumda, Fethullah Gülen'e nasıl da seviyesizce saldırıldığı görüldü..
Halbuki, 'prophet' kelimesi, çok ayrı bir kültür ve inanç havzasına aid..
çünkü Hz. îsâ (a)', hristiyanlara göre, 'prophet' değil, 'tanrı, tanrı'nın oğlu..' 'Prophet / elçi' denilenler ise, îsâ aleyhisselam'ın getirdiği 'vahy-i ilahî'ye, onun dünya hayatında bulunduğu sırada iman etmiş bir avuçcuk, 12 kişiden oluşan 'havari'ler..
Ki, eldeki İncil metinlerinde 'Resullerin İşleri' bölümünde, anlatılanlar, gerçekte onlardır.. 'Prophet' kelimesi, hristiyan kültüründe, 'coşkulu vaiz' mânasında da kullanılıyor..
1930'larda vefat eden Lübnanlı hristiyan arab şair ve mütefekkiri 'Khaleel Jibran'ın Batı dillerinde‚ 'The Prophet' adıyla yayınlanan kitabı, türkçeye 'Nebî' diye de tercüme olundu, 'Ermiş' diye de.. Bana göre, 'Ermiş' isimlendirmesi daha doğru idi..
Dünkü Hürriyet'te, F. Gülen'in, Hürr. Gen. Yy. Yön. E. özkök'e hitaben kaleme aldığı mektubu yayınlandı.. Gülen Hoca, 'The Economist'de çıkan bir değerlendirme yazısını vesile kılarak benim için 'peygamber' tabirinin kullanılması beni yürekten yaralamış, derinden üzmüştür. Dilin inceliklerine vakıf olan dostlarıma göre 'prophet' tabirinin tek karşılığı peygamber olmadığı gibi, bahsi geçen yazının siyak ve sibakında da böyle bir muradın hedeflenmediği anlaşılıyor. Yazının içinde tırnak içinde kullanılan 'A prophet' kelimesi 'Peygamber' şeklinde tercüme edilmemeliydi; zira yazı boyunca 'İslâm âlimi', 'çok duygulu vaiz' gibi ifadeler de geçmektedir. (…) Kaldı ki yabancı bir kaynağın bizim inancımızdaki peygamberlik kavramını hatalı kullanması da muhtemeldir' diyordu.. Bu açıklamaya rağmen, o habere yazılan yüzlerce okuyucu yorumunun çoğu, seviyesizceydi.
Fethullah Gülen'in özellikle bazı yaklaşımlarını ve takibçilerinin iç ve dıştaki çalışmalarının bazı yansımalarını veya onu 'yüceltelim' derken, onu (Eflatun, Konfuçyüs, Montesqiue, Franklin, Erasmus, Home ve Kant, Gandhi veya Mandela gibi) isimlerle kıyaslamak ve uluslararası sempozyumlarda tartıştırmak gibi tuhaf noktalara taşımalarını anlamadığımı bu sütunlarda da belirtmişimdir. Ne var ki, onun her söz veya davranışı o benim için bir delil olmadığı gibi; benim görüşlerim de, onun hakkında bir ölçü olamaz. Ama, ona yapılan haksız saldırılara, -geçmişte, hangi odaklarca hazırlandığı anlaşılan CD'ler üzerine yazdığım gibi,- şimdi de, bir müslüman olarak karşı çıkmak gereğini duyuyorum..
*İkinci konu.. Dünkü yazımda değindiğim, 'sövgücü em. general' konusu üzerine.. Sözkonusu kişi, 'generalliği günleri'nde, A. Gül ve T. Erdoğan'ın kendisiyle görüşmek için Mehmed özhaseki aracılığıyla çaba harcadıklarını iddia etmişti. (O zaman Melikgazi Bel. Başk. olan şimdiki) Kayseri B. Şehir Bel. Başkanı özhaseki, dün bu iddiayı kesinlikle yalanladı.. özhaseki, dün yaptığı açıklamada, 'ağzı bozuk, asabî bir kişiliğe sahip olduğu için hoş geldin ziyaretine gitmeyi bile kendime yakıştıramamıştım' dediği bu kişiyle, protokol gereği yapmak zorunda kaldığı bir görüşmenin de, 'soğuk bir havada geçtiğini' belirtiyor ve onunla, 'ne uluslararası, ne iç politika ve hatta şehir meseleleriyle ilgili bir görüşme bile yapılmadığını; sadece Kayseri'nin tarihî geçmişi, kültürel değerleri gibi konular etrafında dönüp dolaşan birkaç cümle ve beş on dakika süren zoraki muhabbet yapıldığını' söylüyor..
Elbette ki ben, M. özhasekî'ye güvenirim; O. özbek gibi, dili frensiz bir em. general'e değil!.
*üçüncü konu, Filistin'lileri kınamak üzerine.. Başta İslâm Konferansı örgütü olmak üzere gibi bazı kuruluşlar, geçen hafta Kudüs'deki bir ‘haham okulu'na yapılan saldırıyı kınadılar.
İşgalciye karşı verilen saldırı nasıl kınanabilir? İşgalci, haksız olarak ve tabiatiyle zorbaca girdiği bir yere, sivilleri yerleştirmek hakkını haiz midir? Hele o sivilleri bir de, ‘fiilî asker' olarak görüyorsa.. Ve ayrıca, hele de hakklarını, ülkelerini gasbettiği ‘düşman'larının saldırılarına karşı, işgalcinin ‘din adamı' giyimlileri veya çocuk, kadın veya savunmasız yaşlı erkekleri ‘canlı siper' olarak kullanması, ayrı bir şeytanî kurnazlık değil midir? Bir yeri işgal eden kimse, oraya sadece askerlerini götürebilir ve onları ateşin içine atabilir.. Bu, her yerde böyledir. Nitekim, Azerbaycan da, ‘işgal ettiği yerlere sivilleri yerleştirmemesini, onların da düşman sayılacağı konusunda Ermenistan'ı, uyarmaktadır, haklı olarak.. Ve sivillerin oraya yerleştirilmesi, hakk sahibi olduğunu iddia edenlerin mücadelesini etkilemez.. Filistin konusuna böyle bakılmadıkça daha nice yanlışlara ve işgalcilerin paraleline düşülür..
Tekrar edelim.. İşgal edilen bir yere sivillerin yerleştirilmesi kabul edilemez ve hele, o yerleştirme ile, işgalin artık kalıcı ve haklı bir mahiyet kazandığı iddiası asla yapılamaz.. İsimlerinde İslâm adı bulunan veya insan hakları faaliyetleriyle tanınan bazı kuruluşların bu ince noktayı görmeyip, müslümanların kurtuluş mücadelelerini kınaması, esef vericidir.
*Dördüncesi konu.. çocukluğumda filmlerini Kenan Pars ismiyle seyrettiğim aktörün asıl isminin Kirkor Cezveciyan olduğunu bilmiyordum. 88 yaşında vefatı üzerine, Kanal7 muhabirinin kendisiyle birkaç ay önce yaptığı bir röportajı dün izledim, duygulandım.
Evinin duvarları ‘Allah, Muhammed ve ‘Kelime-i Tevhid' tablolarla dopdolu idi ve bunları kendisi yazmıştı. Bu ilgisi sorulduğunda, ‘İslâm'ın her şeyi bana da aid.. Allah'ı da , Kur'an'ı da, Peygamberi de..' diyordu.. 6 ay önce de, Zaman muhabirine, 'Ben Hristiyan'ım. Ama Müslüman bir ülkede yaşadığım için İslâm'ın her şeyi bana da aiddir. Ne Allah'ı, ne Hz. Muhammed'i, ne Besmele'yi, ne de 'Lailahe illallah'ı benden alamazsınız. İslâmiyet'e biraz yakınım. Torunuma da 'kelime-i şehadet'i öğrettim..' demişmiş.. Pars'ın kızı çiğdem Taşlıdan da, dün, yaptığı açıklamada, 'Son iki gününü 'Besmele' çekerek ve 'Kelime-i Şehadet' getirerek geçirdi. O yüzden onu kiliseye Müslüman cenaze aracıyla getireceğiz' diyordu..
‘âdil-i mutlak' olan Allah'u Tealâ'nın ‘rahmet-i vâsia'sı elbette onu da kuşatacaktır..


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi