Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Duyduğumuz ses vicdanımızın sesi olabilir..

Duyduğumuz ses vicdanımızın sesi olabilir..

Aslında biz kalabalık bir dünyada yaşıyoruz.
“Dinleniyor muyum”, “İzleniyor muyum” kaygısının bizde olmaması gerek.. Daha doğrusu bizim bu konuya ilgimizin, kendi açımızdan değil, bu işi yapanların bir yasak, ayıp, günah, suç işlemesinden kaynaklanması gerek.
Yoksa biz gayba, ahirete inanan insanlar olarak bundan kaygı duyacak değiliz.
Biz biliriz ki, kiramen katibin melekleri yaptıklarımızı, söylediklerimizi fişlerler.. Hatta aklımızdan geçenleri de, kalbimizden geçenleri de. Çünkü “İnnemel ağmalü binniyet” denmiştir.
Yanımızda sadece katip melekler değil, koruyucu melekler de vardır. Dahası cinler, şeytanlar, kalabalık bir topluluk şeklinde dolaşırız. Buna bir de insin ajanları, cinleri, şeytanları eklenmiş ne gam!
Şeytan damarlarımızda dolaşır. Nefsimize taht kurar oturur bazen. Kulağımıza melekler de fısıldar, cin de, şeytanlar da. İns de..
Göklerin sesini dinlemek için ille de Mekke’ye, Medine’ye gitmeye gerek yok.
Mesela her insan vicdanının sesini her zaman duyar.. Bazen rüyalarına yansır.
Bu konuya nereden geldim derseniz, son zamanlarda bazı sanatçı, televizyoncu umreye gidip dönüyor. Dönüşte de aslında güzel şeyler söylemiyor değiller.. Ama yine de dikkatli olmak gerekiyor.. Özellikle de bazıları için “örtünme biçimi” dini çerçevede mi, ona bakmak gerek.. Öyle örtünenler görüyorum ki sokakta, örtü biçimi, hal ve hareketi ile başörtüsünün canına okuyor aslında.. Hani, “Açsa daha iyi” diyeceği geliyor insanın..
Boşluktan duyulan bir sesten önce vahyin satırlarındaki mesaja kulak vermemiz gerek.. Sonra din religiolaşıyor.. Yani, kişi dinin aslını bırakıp, kendince tanrısına karşı vicdani bir sorumluluk duyar ve onu sembollerle ve ritüellerle ifade etmeye çalışır.. Kendimize özel yorumlar, biçimler, formlar icad ediyoruz.. Bunlar din değil. Dinin çerçevesini Allah tayin eder.
Oysa kim dine bir şey ekler ya da çıkartırsa, kişi eklediği ve çıkarttığı ile baş başa kalır ve din aradan çekilir.
Kuşkusuz yönelim önemli. Nereden gelip nereye gittiğimiz, istikametiniz önemli..
Başörtmek, sadece saçını kapatmaktan ya da başına çaput bağlamaktan ibaret bir şey değil. Onun bütün bir hayata yansıması gerekiyor.. Yani sadece kadının saçı ve cinsel dürtüden ibaret bir sapmaya karşı tedbir değil kadının başörtüsü..
Konuyu eğer sadece vicdan konusu olarak ele alacak olursak, bana kalırsa, doğru yönelimlerin önünde bir engel olma riski de var.. “Madem böyle de oluyormuş” diye insanlar için yanlış bir örneklik söz konusu ki, iyi niyetli de olsa bu gibi çabalar, beklenen hayrı değil, başka bir vebali de kişinin sırtına yükler.. Unutmamak gerekir ki, “Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir..” “Batılın tasviri saf zihinleri idlal eder” denmiştir. Yani yanlışın örneklenmesi, saf zihinlerin aldanmasına sebep olur ki bu ağır bir vebaldir.
Bir dine girmek bir sürü şartı bir arada yerine getirmeyi gerektirir..
Allah’ın varlığı ve birliği. Ama sayıyla ifade edilemeyen bir birlik ve teklik, varlığı da eşyanın varlığı gibi değil. Çünkü Sübhandır O.
O’nun bir elçisi vardır, o hem kul ve hem de resuldür.. Onu İlah ve Rab edinmeyeceksiniz.. Bir de kitap vardır. Bütününe şeksiz ve şüphesiz iman edeceksiniz. Bunun için de onu okumanız, anlamanız ve gereğini yapmanız gerekir.. Bundan sonra da gayba ve ahiret gününe iman gerekir..
İman ayrı, amel ayrı. Onun için kitapta “İman ettik demekle yakanızın bırakılıvereceğini mi sandınız” diye sorulur ve “Ey iman edenler, iman ediniz” buyurulur..
Namaz dinin direğidir ama mesela “Vay o namaz kılanların haline ki..” diye başlayan bir başka ayet vardır..
Namazın, başörtüsünün bizim hayatımızdaki yansımalarının, karşılığının ne olduğuna bakmamız gerekir.. Yoksa bu “eylem”ler, karşılıksız çek gibidir.. Yüksek rakamlı çeklerin bankada karşılığı yoksa, sonuç hüsrandır. Tıpkı öyle, eğer amellerin din gününde karşılığı yoksa, “boşa vakit geçirmişsek” o nefsimize hoş gelen amellerimizle, halimiz nice olur?
Melekler, cinler, şeytan bizimle konuşur, bize ilham verirler.. Bu sözlerin Kur’an filtresinden geçirilerek kabul edilmesi gerekir.. Bazen şeytan, iyiliğe karar verenlerin iyiliğini azaltmak ve saptırmak için ona başka tekliflerde bulunabilir.. İyiyken saptırmak istediklerine ise, farklı yaklaşır. İlle de kendi sesi ile konuşmaz, bazen güvendiğimiz isimlerin ağzından seslenir ya da zihnimizde sözün anlamını değiştirir..
Fıkradır. Bir kadın kötü bir hayatın ardından tevbe etmiş ve iffetli bir hayat yaşamaya başlamış.. Bir gün bir düğünde, bunu bilenler, onun birazcık oynamasını istemişler. O “Tevbe ettim, yapamam” demiş. “Olsun” demiş misafirler, “Azıcık şöyle.. Günah olmaz.” Kadın ısrara dayanamamış başlamış oynamaya. Oynarken de kendi içinden “Allah günah yazma, Allah günah yazma” diyormuş. İzleyenler, coşmuş. Hadi biraz daha, şöyle daha canlı. Bakmış örtülü kardeşlerinin tezahüratı bitmiyor. Kendisi onlardan daha dindar olmadığına göre, biraz da ilgi hoşuna gitmiş, “Yazarsan da az yaz, yazarsan da az yaz” diye sürdürmüş oynamasını. İzleyenlerin temposu dinmiyor. Oyun sürüyor, kadın kendini kaybetmiş, eski günlere dönmüş birden, “İster yaz, ister yazma” diye oynamaya devam etmiş.
Vicdanımızda duyduğumuz acıyı tedavi etmek isterken, şeytan o yönde daha alt seviyede bir teklifle gelerek, nefsimizi tatmin edecek, vicdan sancısını uyuşturacak tekliflerle seslenebilir kulağımıza.
Dini konuları, vicdani bir konu ya da duygusal bir tatmin konusu olarak görmemek gerek temelde.. Sonuçta bu da olabilir, ama aslolan daha farklı bir şey..
“Kaş yapalım derken göz çıkartmamamız” gerek.. Dini magazinleştirmeden, moda bir akım gibi sulandırmadan, onun insanın yaratılış gayesi ile ilgili yaratanın açıklanmış rızası ile ilgili bir temel inanç olmasından yola çıkarak ne yapacaksak, ona göre yapmamız gerek..
Tamam, aklımızla vicdanımızı barıştıralım, insanı insanla, insanı tabiatla barıştıralım. Sonuçta Allah’la barışa ulaşmak için, yaratılış gayemizle barışmak için bu yola girmemiz gerek.. Allah’la barış, ona iman etmek ve onun dinine girmekle mümkün.. Yaşantımıza göre bir din icad ederek değil, hayatımızı dinimize uydurarak.. Eğer “inandığınız gibi yaşamıyorsanız, sonunda yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” çünkü!
Selam ve dua ile..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Dilipak Arşivi