Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Beko'daki yangın, Ergenekon'un neresinde?

Beko'daki yangın, Ergenekon'un neresinde?

Bazen bir olay... Bazen bir kişi... Ya da bazen bir fotoğraf... "Bütün"e baktığınızda, size hiçbir şey anlatmayabilir... Hiç üzerinde durmaz, bakar, geçersiniz.. Ama o "olay"ın, o "kişi"nin veya "fotoğraf"ın ayrıntılarına girdiğinizde; "vay beee!" dersiniz, "Bu tarafını hiç düşünmemiştim!"... Ondan sonra, başlarsınız "iz" sürmeye... "Ayrıntı"lardan hareketle, "bütün"ü görmeye başlarsınız...
Tıpkı, "Yap-Boz"un parçalarını birleştirdikçe "fotoğrafın tamamı"nı görmek gibi!.. Ya da; gözlerinin önüne "kibrit çöpü" tutan insanın "ormanı görememesi" ve fakat "çöp"ü kenara çekince "devasa büyüklükteki ormanı görmeye başlaması" gibi!..
Malûm, AK Parti hakkında "kapatma dâvâsı" açılınca, hemen herkes, "bu işin altındaki sebepleri" düşünmeye başladı... Bu dâvânın altında, "başka bir sebep" olmalıydı..
çünkü, eğer AK Parti, Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya'nın iddia ettiği gibi; "laikliğe aykırı eylemlerin odağı" olmuş olsaydı, bunu "Yargıtay Başsavcısı"ndan önce "Yargıtay Başkanı" dile getirir ve ilk önce o "uyarı"da bulunurdu!..
GERçEKER... YA DA GERçEKLER!
Oysa, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, daha dün denecek kadar yakın tarihte yani 20 Şubat'ta yaptığı açıklamada;
"Ben rejim tehlikesi görüyorum diyemem. Rejim tehlikesi görmek mümkün değil, böyle bir şeyi söylemek mümkün değil. Birey olarak da, Yargıtay'ın temsilcisi olarak da böyle bir şeyi söylemek mümkün değil" demişti...
Yani, ortada bir "rejim tehlikesi" yoktu...
Peki, aradan geçen 3 haftada ne değişmişti ki, Yargıtay Başsavcısı, laik rejimin tehdit altında olduğu iddiasıyla 14 Mart'ta dava açmıştı?..
Demek ki, bu işin içinde "laiklikten de öte" bir sebep vardı.. Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya "gaz"a mı getirilmişti, "birilerinin dolmuşu"na mı bindirilmişti?..
Yoksa, "zorlanmış" mıydı?..
Derken, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın sözleri, gündeme bomba gibi düştü.
Bir özel televizyon kanalında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Günay, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın belli çevreler tarafından dâvâ açma konusunda zorlandığını öne sürdü.
Ertuğrul Günay, bu kadarla da yetinmeyip, şu önemli iddiayı getirdi gündeme:
"çünkü ortaya çıkmış olan bu tartışmalar başka önemli tartışmaların önünü kesti. Bu yüzden özel düzenlemeler yapmayalım. çünkü yeniden yeni tartışmalara vesile oluyor. Açıklıkla söylüyorum, kastettiğim Ergenekon soruşturmasıdır. Olaylar öyle gelişti ve geliştirildi ki, Sayın Başsavcı da yönlendirildi belki. Belki dava açma konusunda zorlandı. İnsanlar nihayet bir karar veriyor ama o kararı oluşturan bir çevre var, etkiler var, telkinler var.
Bütün bunlar bizi başka gündeme doğru sürüklüyor."
Sadece Ertuğrul Günay değil, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın gündeminde de "Ergenekon" adlı "terör örgütü" bulunduğu yansıdı gazetelere.
İddialara göre; 17 Mart günü, Bakanlar Kurulu'ndan sonra Parti Grubu'nu toplayan Erdoğan, milletvekillerine şöyle seslenmişti: "Provokasyonlara dikkat edin!.. çok hassas bir dönemden geçiyoruz... Mafyayı bitirdik...
Şimdi çetelerle uğraşıyoruz...
Ergenekon'u çökerttik... Bundan mı rahatsız oluyorlar?"
İşin aslına bakarsanız;
Başsavcı'nın iddianamesinde yer alan "gerekçeler"in pek de sağlam olmaması, iler-tutar yanının bulunmaması, ister istemez "kuşku"ları besliyor ve "sorular" sorulmasına yol açıyordu:
"Dâvânın arkasında bazı güçler ve onların yönlendirme veya baskıları mı var?"
İşte bu "soru"lar, dikkatlerin "Ergenekon örgütlenmesi" üzerinde odaklanmasına yol açtı!..
Olabilir miydi?. Dâvâda "Ergenekon parmağı" olabilir miydi?.. Hem, bu örgüt, "nasıl bir örgüt"tü ki, "nasıl çalışıyor"du ki, "korku ve sindirme taktikleri" ile sonuca ulaşıyordu?..
DİNLEMEYE TAKILAN BİR REKTöR!
İnsanlar, "Ergenekon" kod adlı illegal örgütlenmeye kilitlenmiş ve onunla ilgili haberlere dikkat kesilmişken, "telefon dinlemesi"ne takılan bir "rektör"ün haberi yansıdı gazetelere!..
Giresun üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Metin öztürk, Ergenekon Operasyonu kapsamında gözaltına alınıp tutuklanan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'le yaptığı telefon görüşmesinde şöyle diyordu:
"Sizin izniniz olmadan bir adım atmam... Her zaman emrinizde ve hizmetinizdeyim!"
Bu konuşma, pek de yadırganamazdı... çünkü Veli Küçük "Emekli Tuğgeneral", Osman Metin öztürk ise, nihayetinde "Emekli Binbaşı" idi... Yani, "emekli" de olsalar, ikisi de nihayetinde birer “emekli asker”di!
İşin içinde "ast-üst ilişkisi" vardı!..
Osman Metin öztürk, şu anda "Giresun üniversitesi Rektörü" olsa da, 1978-1984 arasında "Kara Harp Okulu öğretim üyeliği" yapmıştı..
1984-1995 yılları arasında da Genelkurmay Başkanlığı'nda "Uluslararası Hukuk İşleri Müşavir Yardımcılığı" görevinde bulunmuştu...
Anlayacağınız, "asker" geçmişi olan bir insanın, daha üst rütbedeki bir askere, "emrinizdeyim" demesi, gayet normaldi.
Kaldı ki; öztürk, 18 Mart günü Giresun üniversitesi'nin Güre Yerleşkesi'ndeki konferans salonunda düzenlenen "çanakkale Zaferi'nin Türk ve Dünya Tarihindeki Yeri" konulu panel öncesinde yaptığı konuşmada, bazı gazetelerde isminin Ergenekon çetesi ile birlikte anıldığını belirterek, şunları söylüyordu:
"Giresun'da düzenlenen bir konferansa konuşmacı olarak geldiğimde, Jandarma Bölge Komutanlığı'na konaklamam ile ilgili bir dilekçe verdim. Bölge komutanı, o değerli insan, Veli Küçük Paşa hiç tereddüt etmeden 'Hocam, yeriniz hazır, sizi bekliyoruz' dedi.
Aradan yıllar geçti, konuşmacı olarak geldiğim şehirde yeni kurulmuş olan üniversitenin rektörü olarak göreve başladım. Emekli bir asker olarak o anıları tazelemek adına, 'Komutanım Giresun'dayım, bir emriniz olursa her zaman için emrinize amadeyim' dedim."
BEKO'DAKİ ESRARENGİZ YANGIN!
Görüyorsunuz; Rektör Bey’in tavrı son derece "insanî", son derece "medenî" bir tavır!..
Mı acaba?..
Evet, "mı acaba?"
çünkü efendim; son derece "insanî ve medeni" karşılanabilecek bu "emrinizdeyim" sözünün altında, "ast-üst ilişkisi"nin de ötesinde bir "ilişki" olduğu var gibi görünüyor!..
O "ilişki" de, bir "ayrıntı"da gizli!..
Hani, biz gazeteciler; "haber, ayrıntıda gizlidir" der ve mümkün olduğu kadar "ayrıntı"lara ineriz ya, bu da böyle bir ayrıntı!..
Ama önce, "haber"in kendisi...
Tarih 26 Ocak 2005-çarşamba:
"Esrarengiz yangın... Beylikdüzü'ndeki Beko Elektronik A.Ş.'nin deposunda çıkan yangın, itfaiye ekiplerinin yaklaşık 7 saat süren çalışmalarının ardından söndürüldü..."
Evet, "haber" bu!..
Görünüşte, "sıradan" bir haber... Yangın, "elektrik kontağı"ndan veya "sigara izmariti"nden çıkmış olabilir!..
Ama, hayır... Vakit de dahil, o günkü gazetelerin hemen hepsinin haberinde şöyle bir ifade var:
"Beko deposunun bulunduğu bina, yoldan hayli uzak... Dolayısıyla, yoldan geçen herhangi birinin yangına sebep olması mümkün görünmüyor.. Yangının, birileri tarafından KASITLI olarak çıkarılmış olabileceği iddia ediliyor!.."
İşte bu yüzden, Vakit, 26 Ocak 2005 tarihli haberini, "esrarengiz yangın" başlığıyla vermiş!..
Diğer gazetelerden bazıları ise, "Beko'yu PKK'nın yaktığı" iddiasını başlığa çıkarmış!..
İyi, hoş da;
Bu yangını "kim" çıkarmış olabilir?..
Haberde geçen "birileri" kimdir ve "kasıtları" nedir?..
Ya da, gerçekten "PKK'nın işi" olabilir mi?..
öyle hatırlıyorum ki; bu "soru"ların üzerinde pek duran olmadı... Hem, dursa ne olacak, "birileri"ni ortaya mı çıkaracak?..
Ne yalan söyleyeyim;
Herkes gibi, ben de bu haberleri okuyup geçmiştim!..
öZTüRK’üN DİLİNİN ALTINDAKİ BAKLA
Ta ki, bizim Kenan Kıran'ın dün getirdiği habere kadar!..
Kenan Kıran, "Ergenekon" adlı "terör çetesi"nin dillerden düşmediği şu günlerde, tabiri caizse "iz" sürmüş!..
"Veli Küçük-Osman Metin öztürk ilişkisi"nden hareket eden Kenan, "Osman Metin öztürk" adının daha başka nerelerde geçtiğini araştırmış!..
Kafaya takmış ya; illa araştırıp, bir şeyler bulacak!..
Sonunda, karşısına ne çıkmış biliyor musunuz?..
"Rektörün bir yazısı!"
Hem de, "Beko yangını"yla ilgili bir yazısı!...
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yeni kurulan Giresun üniversitesi'ne rektör olarak atadığı emekli binbaşı Rektör öztürk, 'www.habusulu.com' adlı kişisel web sitesinde kaleme aldığı 'BAZI TESPİTLER VE SORULAR’ başlıklı yazısında, 24 Ocak 2005 tarihinde İstanbul Beylikdüzü'ndeki Beko Elektronik A.Ş'nin deposunda çıkan yangını değerlendirmiş...
Prof. Dr. öztürk’ün söz konusu yangından 4 gün sonra yani 28 Ocak 2005 tarihinde yazdığı yazı aynen şöyle:
“İstanbul'da, Koç'a ait Beko fabrikasında yangın çıktı.
Ciddi bir ekonomik zarar meydana geldi.
Sonraki günlerde, bunun PKK/Kongra-Gel terör örgütü tarafından yapıldığı gazetelerde haber olarak yer aldı.
Ben buna inanmadım!...
Niye?
Rahmi Koç'un Kıbrıs konusundaki son açıklamaları, kabul edilir açıklamalar niteliğinde değildi.
Kendi şirketlerinden elini-eteğini çekip tekne ile dünya turuna çıkan Rahmi Koç, durup dururken kendisini ilgilendirmeyen (emekliye ayrılmadığına işaret eden!) işlere karışmaya başlıyor.
üstelik bu işler, üstüne vazife olmayan işler…
Aynı şeyi geçmişte merhum Sakıp Sabancı da yapmıştı. Ancak o zaman, Sabancı'ya dur diyecek bir siyaset adamı vardı!..
Merhum Alparslan Türkeş, ‘çizmeyi aşma’ demişti.
Koçlar ile ilgili olarak sadece Kıbrıs konusunda değil, başka konularda da soru işaretleri var. Ve bu işaretler her gün biraz daha yoğunlaşıp netlik kazanmaya başlıyor.
Türkiye'nin ülke ve ulus bütünlüğünü görmezden gelen bu yaklaşım ile Beko fabrikasının yanması arasında ilişki kurmamak elde değil.
Bu ülkenin imkânlarıyla dünyanın sayılı şirketleri arasına gir, ondan sonra da kalk Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yok varsayan uluslararası (üstü) sermayenin emrine gir!
Yedirmezler…
Koç, üstüne vazife olmayan işlere burnunu soktukça, bu tür olaylar ile daha çok karşılaşmayı beklemelidir diye düşünüyorum…
Sadece Koçlar mı, başkalarına da sıra gelecek…
Ayrılıkçı Kürt hareketini ve PKK/Kongra-Gel terör örgütünü besleyen Kürt işadamaları ile aynı yolun yolcusu diğerleri de, bu tür olaylar ile karşılaşabilirler diye aklıma geliyor.”
TESBİT Mİ, YOKSA GöZDAĞI MI?..
Evet, yazı aynen böyle...
Düşünebiliyor musunuz;
İstanbul'da bir "yangın" oluyor, bu yangını hiç kimse umursamıyor ama "Rektör Bey"imiz, internetteki köşesinden "yangınla ilgili tesbit"(!)lerde bulunup, bir anlamda "gözdağı" veriyor "işadamları"na!..
"Sadece Koç mu?.. Başkalarına da sıra gelecek!!!"
Bu satırlar bir "tesbit" mi, bir "tehdit" mi, yoksa işadamlarına verilmiş bir "gözdağı" mı?..
Bu satırlar, bir "emekli binbaşı"nın, bir "rektör"ün "üzerine vazife olan işler"den midir?..
Yazacak çok şey var... Ancak, şu kadarını söyleyeyim:
Rektör Osman Metin öztürk'ün, Veli Küçük'le olan ilişkisi, sadece bir "ast-üst ilişkisi"nden ibaret görünmüyor!..
Beko'daki yangın, bir "PKK kundaklaması" mıdır?..
Bunlar, "yeniden araştırılmalı"dır!..
Ama, asıl araştırılması gereken şey;
Başsavcı Yalçınkaya tarafından açılan kapatma dâvâsının, "Ergenekon'un neresinde" olduğudur!..
"Bütün"ü görmek için, "ayrıntı"lara dikkat!..
Lütfen, "parça"ları birleştirin!..
--------
AK Parti, kum çuvalı mı?
Bir "kavga"da veya "boks ringi"nde, rakiplerden birinin "elinin-kolunun bağlı olduğunu" ve adeta bir "kum çuvalı" gibi dövüldüğünü düşünebiliyor musunuz?..
Bir tarafa, "dur, sen vurma" diyorlar ama öteki taraf, "balyoz gibi yumruk"ları habire indiriyor!.. Olabilir mi böyle bir şey?..
İnsanlığa, adalete, hakkaniyete sığar mı böyle bir durum?..
Ama oluyor... Burası Türkiye... Her şey olabiliyor bu ülkede!..
Bazıları, "kıçı kırık köpek"ler gibi ekran ekran dolaşıp, "yargı süreci" filan ayaklarıyla habire "AK Parti"ye vuruyorlar... Güya, "yargıya saygılı"lar!.. Güya, hakimlere "tavsiye ve telkin"de bulunmuyorlar!.. Güya "İddianame" hakkında konuşmuyorlar!.. Ama, "davanın tarafı" olan "AK Parti"ye, ağızlarına geleni söylüyorlar!..
Bunun adı da, "yargıya saygı" oluyor!..
Severim ben, böyle "saygı"yı!..
AK Parti, "kum çuvalı" mı ki, ona vurmak "hukukî" olacak ama "iddianame"yi eleştirmek "telkin ve tavsiye" olacak?..
Ya bu "ikiyüzlülük"ten vazgeçsinler ya da başkalarından gelecek "eleştiri"lere tahammül etsinler!.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi