Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Her yıl bugün, “yanık ten kokusu” gelir burnuma!

Her yıl bugün, “yanık ten kokusu” gelir burnuma!

Tam “50 yıl önce” bugün… Yok “bebek” dâvâsıydı, yok “köpek” dâvâsıydı denilerek, bir sürü “yalan-dolan”la “ihtilâl” yapıldı ve Türkiye; “demokrasi tarihinin en kara günlerinden birini” yaşadı... “50 yıl önce bugün yapılan darbe”den bir yıl sonra; Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildiler... Bu “ihtilâl”in; “darbe” mi, “devrim” mi olduğu hâlâ tartışılıyor... “Solcu”lara bakarsanız, 27 Mayıs 1960’ta kalkışılan hareket, bir “devrim”dir!.. Bu memleketin “muhafazakâr” evlatlarına göre ise; bu kalkışma; sadece “ihtilal” değil, aynı zamanda “iğrenç bir cinayet”tir!.. Evet evet; 27 Mayıs’ın sonrasındaki süreç, yani Yassıada’dan İmralı’ya kadar geçen 15 aylık süreç, “hem maddi, hem de manevi işkence” sürecidir!.. Aydın Menderes’in de ifade ettiği gibi; “İmralı’daki 3 idam” ise, “taammüden işlenmiş birer cinayet”tir!..
Ama, biraz önce dedim ya;
Solcular, işin “cinayet” boyutunu bir türlü görmek istemezler!.. Bu yüzden de; mesela “12 Eylül 1980 Darbesi”ni sahiplenmezler, Kenan Evren’e “darbeci” derler ama, “27 Mayıs 1960 İhtilâli”ne “devrim” derler!.. Dahası; 12 Eylül’e “darbe”, Kenan Evren’e “darbeci” derler ama, “12 Eylül’ün yargılanması”na da yanaşmazlar!..
27 MAYIS’TA TSK’NIN İÇİ BOŞALTILDI!
Peki, 27 Mayıs’a niye “devrim” derler?.. Bu sorunun cevabı; geçen yıl bugün sürmanşetimize taşıdığımız Ali Eyvaz imzalı haberin muhtevasındaydı!..
Ne deniliyordu haberde;
“Darbenin ardından, Genelkurmay Başkanı dahil olmak üzere çok kısa sürede 7 bin 200 asker emekliye sevk edildi.
27 Mayıs’tan hemen sonra, 3 Haziran'da Genelkurmay Başkanlığı'na getirilen Orgeneral Ragıp Gümüşpala, 4 Ağustos'ta emekliye sevk edildi.
Ayrıca Millî Savunma Yüksek Kurul Genel Sekreteri Vedat Garan, Yüksek Askerî Şûra üyeleri Fazıl Bilge, Eşref Manas ve Canip İskilipligil de emekliye sevk edilen generaller arasında yer aldı.
Emekliye sevk edilen 7 bin 200 subay, generallerin yüzde 90'ı, albayların yüzde 75'i, yarbayların yüzde 50'si, binbaşıların ise yüzde 30'una tekabül ediyordu. Yani bu tabloya göre; darbe sonrasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içi büyük oranda boşaltılmıştı.
Bir başka ifadeyle, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dörtte üçünü teşkil etmesi gereken muharip subay mevcudu yüzde 50'den fazla azaltılmış ve Silahlı Kuvvetler’in savaş güç ve kabiliyeti büyük oranda düşürülmüştü.”
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde yaşanan bu büyük tasfiye hareketi NATO çerçevesinde Türkiye’de görev yapmış olan Yunanlı General Haris (Khares)’i de hayretler içinde bırakmıştı.
Haris, ‘Ordunuzda yapılan bu tasfiye yanlıştır. Müşterek düşmanımız olan Kuruşçef (Sovyet lideri) memleketinize birkaç atom bombası atsaydı bu derece kıymetli subay ve generallerinizi bir hamlede imha edemezdi’ diyordu.”
Demek oluyor ki;
“27 Mayıs İhtilâli”nin asıl hedefi; “Demokrat Parti’nin şahsında, ordu içindeki muhafazakâr subay/astsubayları imha etmek”ti!.. Yani, o zamanın tabiriyle “sağcıları tasfiye etmek”ti!.. Ehh, “sağcı”lar tasfiye edildiğine göre, geriye kimler kaldı?..
Elbette “solcu”lar!..
O halde, şöyle diyebiliriz:
“27 Mayıs’ta ordu solculaştırıldı!”
İhtilâli özetleyen çarpıcı bir cümle!..
KORKMAYIN, TSK’YA BİR ŞEY OLMAZ!
Şimdi sormak gerekmez mi bu “solcu”lara;
“Ergenekon Terör Örgütü soruşturması” kapsamında tutuklanan “general”lere bakıp; “Komuta kademesi safdışı bırakılmış, generalleri içeri atılmış bir ordu, terörle nasıl mücadele eder?.. Hem yetişmiş komutan kalmadı, hem de moralleri bozuk” diyen sizler, söyler misiniz; “27 Mayıs 1960 İhtilâli”nden sonra ne oldu?..
“İhtilâl”den sonra “emekli” edilen “7 bin 200 subay” demek; “generallerin yüzde 90’ı, albayların yüzde 75’i, yarbayların yüzde 50’si, binbaşıların da yüzde 30’u” demek olduğuna göre; demek oluyor ki; yine de işler yürümüş!..
Şunu demeye çalışıyorum;
Korkmayın, “Ergenekon tutuklusu” subaylara rağmen, TSK’ya hiçbir şey olmaz… İşler yürümeye yine devam eder!..
27 Mayıs’tan sonra olduğu gibi!..
“Eğitim” de yapılır, “terörle mücadele” de!..
“Kurum”lar, “kişi”lerle kaim değildir!..
DARBECİLERİN UYDURDUKLARI YALANLAR!
Bunu böylece ifade ettikten sonra, gelelim “50 yıl öncesi”ne… Yani, 27 Mayıs 1960’a!.. Malûm, bütün “cuntacı”lar, kalkıştıkları “darbe”lere mutlaka bir “kılıf” bulmuşlardır!.. Eğer “kılıf” bulamamışlarsa; “üretmişler, hazırlamışlardır!”
27 Mayıs için hazırlanan “bebek” ve “köpek” dâvâları gibi!. 12 Eylül için hazırlanan, “ülkede kan gövdeyi götürüyordu” kılıfı gibi!.. 28 Şubat için hazırlanan “laiklik tehlikede” kılıfı gibi!.. 27 Nisan için hazırlanan “İrtica hortladı!.. İlâhi okuyan çocuklar yurdu sardı” kılıfı gibi!..
Malûm ya; “kuzu”yu yemeyi kafasına koymuş kurt için, ne “kılıf” biter, ne de “bahane!”
Meselâ, “27 Mayıs cuntacıları”nın bahanelerinden biri de, “kaçarken yakalandılar” iftirasıdır!..
Daha önce belgelerini de yayınladığım gibi;
27 Mayıs 1960 tarihinde “Eskişehir Örfi İdare Komutanı Tuğgeneral Bedii Kireçtepe” imzasıyla, “Eskişehir Örfi İdare Kumandanlığı Tebliği” yayınlanmış ve o “bildiri”de, şu “yalan”lar savrulmuştu:
“Ankara'da bütün hükümet erkânı ve Demokrat Parti başkanları yabancı memlekete kaçarken yakalanmışlardır.
Beraberlerinde 12 uçak dolusu altın mücevherat ve parayı kaçırmakta iken yakalandılar.
Sabık Başbakan Adnan Menderes ve sabık Reisicumhur Celâl Bayar, askeri kumandanlık tarafından tevkif edilmiştir.
Eskişehir'de matbaası olan herkes bu havadisi basıp yayınlamalıdır.
Dikkat... Dikkat... Dikkat
Vatanseverliğinize hitap ediyoruz. DP'li ilçe ve bucak başkanlarının kaçmalarına mahal vermeden tevkif edilmelerini ve askeri kuvvetler gelinceye kadar salınmamalarını rica ederim.”
İşte bu tür “yalan bombardımanları” sonrasında, merhum Adnan Menderes ve arkadaşları Yassıada'ya götürülüp, orada yargılanmaya başlandılar!..
Sonra, Menderes, Polatkan ve Zorlu idam edildiler!..
Aslına bakarsanız; bu idamlar, bir anlamda “işkencenin sonu” idi!.. Çünkü onlar, öyle bir “işkence” gördüler ki; o olayı tekrar anlatacağım!..
Çünkü beni, “Yalovalı Nuran Hanım”ın üç yıl önce anlattığı “işkence türü” çok etkiledi!.. Defalarca anlatsam, yine rahatlamaz, tekrar tekrar anlatırım!..
BU SİNEDE BİR SİGARA DA SEN SÖNDÜR!
Efendim, Nuran Hanım'ın “birinci ağız tanıklar”dan dinleyip anlattığına göre, Yassıada'da, “CHP'li bir ailenin damadı” da “doktor” olarak görevliymiş!.. Bu doktor, “Demokrat Parti iktidarı” döneminde, “bir numaralı Menderes düşmanı”ymış!..
Fakat, “Menderes'i tanıyıp” da, bazı “gerçek”lerin ortaya çıktığını görünce; ona “kanı ısınmaya” ve hatta onu “sevmeye” başlamış!..
Sırf bu yüzden de, “muhtemel bir idam kararı”na karşı, Menderes'e “azar azar ilaç” veriyor ve böylece onu “hasta” ediyormuş!.. Evet, “hasta” olsun da, “asmasınlar” diye düşünüyormuş!..
O, böyle düşünüyormuş, ama diğer doktorlar, “daha güçlü ilaçlar” verip, “iyileştirmeye” çalışıyorlarmış Menderes'i!..
“İyileşsin ki, bir an önce asılsın!”
Günler böyle geçip giderken, “CHP'li ailenin damadı” olan doktor, merhum Menderes'in tutuklu bulunduğu odanın civarında dolaşmaya başlamış!..
Niyeti, “muayene saati olmadığı” halde, Menderes'in yanına girip, onunla “sohbet” etmekmiş!..
Biraz da, görmelerinden “tedirginmiş” tabiî!..
Doktor dışarıda dolaşıp, “uygun bir an” kollamaya çalışadursun; onu “ayak sesleri”nden tanıyan Menderes, odasındaki “sigara”ları ve “kül tablası”nı derhal gizlemiş!.. “Doktor” geliyor ya, “Bu ne perhiz, bu ne turşu” demesin!..
Uzatmayalım... Doktor, etraf sakinleşince, açmış kapıyı, girmiş içeri... Başlamışlar sohbet etmeye!..
Bir ara, “sigara paketi”ni çıkarmış doktor... Etrafa bakıp, “kül tablası”nı göremeyince, sormuş Menderes'e;
“Sigara içtiğini biliyorum... Hele söyle, nereye sakladın kül tablasını?”
İşte o an!..
Menderes, çok seri bir hareketle ve adeta yırtarcasına, “gömleğinin düğmeleri”ni çözüp, göğsünü açmış!..
“Doktor” demiş;
“Bırak kül tablası aramayı!..
Al sana kül tablası!!!
Bu sinede o kadar çok sigara söndürdüler ki, bir dostun sigarası da pekalâ sönebilir!!!”
Doktor bir de bakmış ki, Menderes'in vücudu, “sigara yanıkları” ile dolu!..
Ki, bu “sigara yanıkları”nın sayısı için “en az 30” diyen de vardır, “60” diyen de!..
Ama hiç kimse;
“Yok öyle bir şey” diyemez!..
Çünkü, “işkence” bir gerçektir!..
Hem de acı bir gerçek!..
“Böyle bir işkenceyi hayvanlar bile yapmaz” dedirtip, isyan ettiren bir gerçek!..
İşte; ne zaman “27 Mayıs” denilse, hep o “işkence” sahnesi canlanır gözlerimin önünde!..
Burnuma ise, üzerinde “sigara” söndürülen vücuttan yayılan “et kokusu” gelir!..
Ve hep dua ederim;
Ergenekon üyesi “darbeciler” iyi ki başaramadılar!.. Eğer başarsalardı var ya, “inançlı” insanların vücudunda; “sigara” değil, herhalde “puro” söndürürlerdi!..
Hem de “Komünist Küba Purosu!”


Darbeciler millet düşmanı mı?
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölüm Başkanı Sosyolog Prof. Dr. Mustafa Esat Erkal, dün AA’ya yaptığı açıklamada demiş ki; “Darbe, Türk toplumunun sosyal dokusunda kamplaşmaları artıran, mutabakatları azaltan, sosyal bütünleşmenin gerçekleşmesinde birtakım uzlaşmaz alanlar açan sonuçlar doğurmuştur.”
Ve devam etmiş:
“Bugüne kadar yapılan darbelerin ve başarıya ulaşmamış birtakım darbe teşebbüslerinin, Türkiye’nin sorunlarının çözümünde bir reçete olmadığı ortaya çıkmıştır!..”
Dikkat edin; Prof. Mustafa Erkal, sadece “Darbelerin anası 27 Mayıs”tan değil, “bütün darbeler”den ve “bütün darbe girişimleri”nden söz ediyor... Ve teşhisi koyuyor: “Darbeler ve darbe girişimleri toplumda kamplaşmaları artırır, uzlaşmaları azaltır!”
Bu “teşhis”ten hareketle, şöyle diyebilir miyiz acaba;
“Darbeciler ve darbelere teşebbüs edenler, birer millet ve memleket düşmanıdır!”
Öyle ya; “kamplaşma” varsa, orada “millet”ten söz edilemez ki!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi