Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Ortadoğu'da "normalleşme" sancısı

Ortadoğu'da "normalleşme" sancısı

Sancı normalleşme sancısı.
Türkiye'nin normalleşmesi, Ortadoğu'nun normalleşmesi, dünyanın normalleşmesi...
Osmanlı'nın devre dışı kalmasından bu yana Türkiye normal değildi, Ortadoğu normal değildi, dünya normal değildi.
Türkiye normal değildi, çünkü içine sürüklendiği sistem sancısı ile birlikte derin bir kimlik sancısı içine itilmişti. En başta, toplum-devlet ilişkileri sancılıydı.
Ortadoğu normal değildi çünkü İslam coğrafyası diye nitelenen bu büyük dünya, merkezi bir büyük devletten mahrum hale gelmiş, hem sistem yapıları, hem yönetim kadroları, hem ekonomik statüleri, hem kültürel ezilmişlikleri ile sömürge-yarı sömürge, örtülü sömürge konumuna itilmişlerdi. Bu, koca İslam medeniyetinin oyun kurucu olmaktan çıkarılması anlamına gelmekteydi. Bu büyük bir nüfus yapısının etkisiz kılınmasıydı. Bu yapı normal ve sürdürülebilir olamazdı. Bu, dış ilişkiler dahil bütün alanlarda, sürekli sancı anlamına gelmekteydi.
Ve dünya normal değildi. Çünkü böyle sancılı bir Ortadoğu-İslam dünyası ile dünyanın istikrara kavuşması mümkün olamazdı.
Bu süreçte en tayin edici hadisenin Osmanlı'nın, sonraki adıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırlı-sorumlu bir ülke haline getirilmiş olması olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bütün bir yirminci yüz yıl bu sancılara tanıklık etti.
Türkiye, tüm Ortadoğu'da tayin edici bir rol ile devreye girmeye muvaffak olamadı. Kimi girişimler ise bu düzenin mimarları tarafından sabote edildi.
Ama Türkiye, içten içe bu coğrafyadaki büyük misyonundan vazgeçmiş değildi.
Bu arada, İslam dünyasında da hem bağımsızlık çabaları hem İslam'ın yeniden idraki noktasında içten içe kaynamalar yaşandı.
Geldiğimiz noktada, Türkiye'nin geçmiş birikimleri de dikkate alarak, tarih sahnesine yeniden çıktığı bir dönemi yaşamaktayız.
Evet, yeni Türkiye doğuyor.
Bu "Yeni Türkiye" 20'nci yüzyılın başında koparıldığı kendi coğrafyası ile yeniden ve "yeni dil"lerle iletişim kuruyor.
Ve İslam dünyasının öteki birimleri, Türkiye'nin bu "yeni dil"iyle iletişim sağlamaya başlıyor.
21"inci yüzyıl, 20'nci yüzyılın başındaki şartlardan çok farklı şartları getirmiştir hiç şüphesiz. Türkiye'nin şu andaki dış politika yapımcıları (Bunda hiç şüphesiz Ahmet Davutoğlu'nun inşa edici rolü, Gül ve Erdoğan'ın icracı etkinlikleri büyük önem taşıyor) bu yeni şartları okuyarak, Türkiye'yi tarih sahnesinde yeni rol oynamaya yöneltiyor.
Bunun zamanı gelmiştir.
Türkiye, bu rolü ifa ederken, İran'la boğuşma hesabını bozmuştur.
Türkiye bu rolü ifa ederken, Arap dünyası ile sağlıklı iletişim kurmayı başarmıştır.
Türkiye bu rolü ifa ederken, bölgede ve dünyada barışın en etkili dilini kuşanmayı başarmıştır.
"Medeniyetler İttifakı" girişiminde başı çeken Türkiye, Ortadoğu'da inşa etmeye çalıştığı rolün, "öteki"ne karşı bir rövanş eylemi olmadığı, evrensel barış için bir hamle niteliği taşıdığı tezini pekiştirmiştir.
Türkiye, barış için elini uzatanın elini boşta bırakmayan bir ülke imajını kuşanmıştır.
İsrail, bu süreçte en kritik odaktır.
Batı, o odağı, bu coğrafyaya bir kriz nüvesi olarak yerleştirmiştir.
İsrail, 1948'den beri Ortadoğu'da kriz nüvesidir.
Türkiye'nin tarihe yeniden çıktığı bu süreçte, İsrail için öngördüğü bir barış ve varlık çerçevesi vardır. Yani Türkiye İsrail'in yokluğunu öngörmüyor.
Ama İsrail'in, kendi varlığını bölge içinde bir kriz nüvesi yapmaması şartıyla...
İsrail bir kriz nüvesi olmaya devam ettikçe, onun bölgedeki varlığı her zaman sorgulanacaktır. Hele İsrail, Türkiye ile bile çatışmayı öngören politikalar içine girerse bu, bölgenin "normalleşme" sürecine karşı bir duruş halini alır ki, tarihi akış bunu kabul etmez. Son hadise, bu açıdan İsrail için son derece dramatik bir mahiyet taşımaktadır.
Dünya iyiye gidecekse, Ortadoğu'nun normalleşmesi gerekir.
Bu, Türkiye'nin Türkiye olmasına, İslam dünyasının İslam dünyası olmasına, dünyanın diğer bölgelerinin bu coğrafya ile bu coğrafyanın "normal" yapılanmasına uygun doğru iletişim kurmasına bağlıdır.
21'inci yüzyılda, bu coğrafyanın kendi kimliğini yeni bir bilinçle kuşandığı bir noktada hâlâ 20'nci yüzyılın başlangıcındaki "mağlup dünya" muamelesine maruz bırakılmak, kabul edilmeyecek bir durumdur.
Türkiye bu zihniyeti dışlıyor, zorluyor ve tarihin çöplüğüne atmak istiyor.
İslam dünyasının Türkiye'ye yönelik heyecanı, böyle bir onurlu kalkıştan duyduğu heyecandır.
İslam dünyasındaki birçok yönetim bile, şayet jeton geç düşerse, tarihin gerisinde kalacaktır.
Herkes bilsin ki, bu dünyanın nabzı yüz yıl öncekinden çok farklı atıyor.
Son bir söz: Bu yol dikenlidir. Büyük basiretle yürünmelidir. O basiretin sergileneceğine inanıyorum.
İbret: Milli Gazete Başbakan'ın konuşması ile ilgili haberi şöyle vermiş: "Başbakan'ın lafı: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!" Ben dünkü medyanın hiçbirisinde Başbakan'ın sözlerinin "laf" diye nitelendiğine rastlamadım. İbretlik bir hadise bu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Taşgetiren Arşivi