Mustafa Çelik

Mustafa Çelik

Seherin güne yürüyüşü

Seherin güne yürüyüşü

Gönül denilen evlerin ihrama girdiği saatler, secde seferlerinin başladığı vakt-i seherlerdir. Bu vakitler, vicdanımızın sesiyle kalkıp yürüyeceğimiz anlardır. Seher; şüphelerin açığa kavuştuğu, gizlilerin netleştiği tüm benliklerin kendini bulduğu andır. Kısaca seher, aydınlanmanın muştusudur. Seher durmaz güne yürür. Seher kendini günde, gün de kendini seherde bulur.
Seher, sabahın muştusudur. Seher, hayatı ev iş ve mutfak üçgeni arasında geçmiş, tüm değer yargıları çiğnenirken kendileri tasasız bir hayat sürmüş kişilere sabahı müjdelemez. Çünkü böylelerinin sabahı beklemeye hakları yoktur. Sabaha en yakın an karanlığın en koyu olduğu andır diyerek zulümdeki paylarını da gizlemeye çalışıyorlarsa siz bu koyuluğa bakıp sabah yakındır diyebilir misiniz?
Hz. Lut (as) da, diğer peygamberler gibi çileli geçen gece hayatından sonra kavminin inkârını “keşke size karşı bir gücüm veya dayanağım olsaydı” diyerek Allah’a havale eder. Bu noktaya kadar ki mücadele ve sabır dönemi zaten dönüşümü başlatmış, iman iktidarının temelini atmıştır. Neticede Allah o kavmi suçüstü yakalamak için iki elçi gönderir. Hayâsız kavim suçlarını itiraf edercesine Hz. Lut’un etrafını sararlar. Ve böylece azap onlara hak olur.
Dönüşüm sabah vaktidir. Rabbimiz buyuruyor: “Ey Lut! Gecenin bir vaktinde ailenle beraber yola çık. Ve sakın hiç biriniz geri kalmasın! Onlara vaat ettiğimiz azap sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?” (Hud Sûresi//81)
Allah’a isyan etmeyi yaşam biçimi haline getirmiş olan bir topluluğun helak haberini alan Lut (a.s.) oturup sabahı beklememiş, kendisine gelen emirle ilahi aydınlığa kavuşmak için gecenin koyuluğunda yollara çıkmış ve sorumluluk sahibi bir insanın görevinin en son noktaya kadar bitmediğini göstermiştir. İşte sabah böylesine seher seferlerine katılma gayretinin ardından doğacaktır… Karanlığa takılmayıp ufka yürümek hünerdir. Fırsat dediğin dem-i seherdir. Seheri olmayanın seferi, seferi olmayanın da zaferi olmaz!
Kâinat denilen kitaba ibretle, basiretle bakanlar görürler ki; seherin güne yürüyüşü bütün hızıyla devam ediyor. Bizim seyr-ü seferimizde seherin seferi gibi geceden güne olmalıdır. Ama ne yazık ki, ayrı düşmüşüz vakt-i seherde başlayan secde seferlerinden. Çünkü beyaza çalan ruhumuzun yazgılarını silmiş ve uzak düşmüşüz kendimizden!
Vakt-i seher, uyanıklığı salık verir. Utangaç kentlerin kaldırımlarında sergiye koyduğumuz aymazlıklarımız, aydınlığı bize unutturan karanlıklarımız oldu. Yorgun şakayıklar gibi unutulmuş vadilerde boynu bükük kalakalmışız. Ruhumuzun kumaşına kuşku motifleri düştü. Binlerce parçaya bölünmüş lime lime olmuşuz. Yırtık yelkenlilerin güvertesinden düşüşümüzü, pişmanlıklarımızı yaşıyoruz.
Tayfuna tutulduk nedamet deryasında. Sahile vurduk dert adasında.. Desiselerin hileleri ruhlarımızı sardı. Tükenmiş takvimler, geçen seneler, biten sevdalar, mezara gömülen umutlar içimizi acıtıyor. Ruhumuzun vadilerine kar yağıyor, işgal altındayız. Bütün yollar kapanmış, geçit vermiyor içine düştüğümüz hüznün girdapları. Hüzzam duygular fethetmiş yüreğimizi. Ruhumuzun esrarında mutlak sözü söyleyecek umutlar gizli. Havf ve recâ arasında med ceziri yaşıyor gönlümüz.
Acı bir melalin ağırlığı demir atmış içimize. Ürkek ceylanların hüznü vurmuş yüreğimize. Sırtımızda insan yüklü dağlar var. Bin bir günahın sel olup aktığı karanlık bir çağda, aklını, kalbini, fıtratını, dolayısıyla insanlığını bozulmaktan korumuş irade sahibi yiğitlere ihtiyaç var.
Zaman egemenlik ihtirasının hasretiyle gün geçirme zamanı değildir. Seher gibi karanlığa takılmadan güne uzanma zamanıdır. Karanlığın barikatlarına, ayak diretmelerine rağmen yar-ü hemdem olma zamanıdır. Sırat-ı müstakim caddesinde birbirimizi düşmanın kucağına atmadan sahiplenme zamanıdır. “Benim etimi cımbızla çeksinler, ama talebelerime dokunmasınlar” diyen Said Nursî (rh.a.)’in feryadını duymayan hocalar, “talebelerimi idam etsinler ben şahidlik ederim” ikrarına garanti verdiler. Ey egemenlik peşinde koşan hocalar! Talebelerinize dokunanlar, çoktan sizin canınıza okuyanlardır!
“Herkes benim için” demekten vazgeçip hayırlı olma hususunda herkes için olmalıyız. “Başkaları okusun, beğensin, ismim duyulsun, takdir göreyim” diye değil de bir bahçevanın çiçeklerini sulayıp ayıklarken, bir ev hanımının ata yâdigârı pirinç tepsisini oğuştururak parlatırken, bir sanatkârın çakıyla yumuşak bir tahta parçasını yontarken hissettiği cinsten içe dönük bir lezzetle yazılanlar, yüreğe derman yazılardır. Okuduğunuz yazı su gibi yüreğe akıyorsa, manası ve medlûlü şeker gibi kolayca kana karışıyorsa, yüreğinize derman bulmuşsunuz demektir. Günümüze ışık tutmuyorsa tarih okumanın; davranışlarımızı düzeltmiyorsa ahlâk kurallarını okumanın, problemlerimizi çözemiyorsa, bizi firavunların idaresinden kurtaramıyorsa siyasetle iştigal etmenin gereği kalmamıştır.
Maddenin kiri ve kibri insanlarda merhamet ve şefkat bırakmadı. Müslümanlar ilim yıldızlarını, irfan denizlerini kaybettikleri günden bu yana çöllerde su diye inlemekte ve çöl çakallarından su dilemektedirler.
İlim yıldızları, irfan denizleri, gönül terazileriyle insanların en hassas noktalarına kadar eğilmeyi bilmişler, onları yüreklerinden fethetmişlerdir. Yürekleriyle yürümüşler, insanların içine gönül aracılığıyla çıkmışlar, gönül konuşmuş, gönül söylemiş, gönül tamir etmiş, gönül kazanmışlardır.
Aklın varlığını gönlün mahkûmiyetine bağlamış olan Batının lügatinde adalet olmaz. Batı’nın terazisi sadece madde tartar. Batı medeniyetinden ilham alan paraya, pula ve puta tapar. Para uğruna, pul ve put uğruna adaleti satar. İçerisinde sevgi, şefkat ve merhamet gibi insan ruhu için, insan kalbi için teskin edici, iyileştirici tesire sahip, özünü ilahi kaynaktan alan düsturlara yer vermeyen sistemler, plan ve projeler, insanlığa ihanetten başkasını getiremezler. Yürekler loş, planlar boş hepsi vahye yabancı. Bu karanlıkta tadı olmaz hiçbir şeyin bal bile acı. Ümmet gülistanında körpe karanfiller koparılıyor. Gül koklayan Şeyda bülbüller oklanıyor. Engebelerle baharın neferi olan nilüferin, zafere giden seferi engelleniyor. Bu nedenle altını çizerek diyoruz ki, iyilerin dünyasına ulaşma yolunda aşılmaz yokuşlar; gülden, gönülden ve gündemden kovulmadıkça ateş gözlü baykuşlar!
Seherin güne her gün yürüyüşü bize umut veriyor. Aydınlık günler uğruna kamçılandıkça bülbüller, yangınlarda açar solmayan güller. Güneşin doğuşuna hazırlanır çiçekler. Vahye sevdalanmışlara saadet içirecekler. Sar’a’ya tutulmuş ağır bir hasta misali sarsılır temelinden çağdaş zulüm sarayları. Şafak sevdalıları bir bir dağıtırlar karanlıkları!
Gül ekmeye ekmeye gönül çorak bir arazi. Gönlünü kaybeden kul, Allah’tan uzak şeytandan razı! Gönül arazisine gül ekmeyenler, seherin güne yürüyüşüne katılmayanlardır. Yani karanlıkta kalanlardır. Karanlıkta kalmak istemiyorsak, seherlerde secde seferlerine katılarak gönüllere gül ekmeye gayret edelim. Gönüllerde gülünüz olsun ki gecelerin ardından gelecek olan gündüzden payınız olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Çelik Arşivi