Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Şeyh Esad Efendi'den Mustafa Kuseyri'ye... Ergenekon!

Şeyh Esad Efendi'den Mustafa Kuseyri'ye... Ergenekon!

Dağıtım Koordinatörümüz ülkü Kumral, yandaki fotoğrafı getirip, koydu masamın üzerine... "Tamam" dedi, "28 Şubat Süreci”nde Erbakan Hoca ve Merve Kavakçı'nın maruz kaldığı muameleleri yazdın... Erbakan Hoca'yı, ellerinden gelse hapse attıracaklardı!.. Merve Hanım'ın ise, bir gece yarısı, hem de "küçücük çocuklarının gözleri önünde" evi basıldı... Bu "linç"leri, bu "yargısız infaz"ları alkışlayan "kartel medyası"nın, bugün kalkıp da İlhan Selçuk gibi yaşlı ve hasta bir adamın sabaha karşı gözaltına alınmış olmasından şikâyet etmesi, bir "çifte standart"tır... "83 yaşındaki bir adam"ın, hem de sabaha karşı gözaltına alınmasının "insanlık dışı" olduğunu söylüyorlar... Sen de, bunlara cevap verirken; aynı kartel medyasının "82 yaşındaki Erbakan Hoca"ya yönelik yayınlarını ve Merve Kavakçı'ya yönelik "linç kampanyası"nı hatırlattın... Bunlar tamam da, şu fotoğrafı niye koymadın sayfana?.. Fotoğraftaki Şeyh Esad Efendi'nin maruz kaldığı muameleyi niye anlatmadın?.. öyle ya, Şeyh Esad Efendi, "tam 96 yaşında"ydı!"
ülkü, haklı... Hem de, yerden-göğe kadar haklı... "Hadiselerin hızlı gelişmesi" ve "çok yönlü" olması dolayısıyla, bazen gerçekten de böylesine çarpıcı örnekleri gözden kaçırıyoruz...
"Menemen Şehidi Şeyh Esad Efendi" olayı da bunlardan biri!..
ŞEYHİN KOYNUNA SOKULAN 2 FAHİŞE!
23 Aralık 1930'da Menemen'de meydana gelen ve bir "esrarkeş"in elebaşılık yaptığı "kalkışma"(!)yı uzun uzadıya anlatacak değilim...
O günün "operasyon"cuları; "mermisiz tüfek"lerle olay yerine gönderilen Mustafa Fehmi Kubilay adlı asteğmenin öldürülmesi üzerine, Türkiye'nin dört bir yanında "insan avı" başlatmıştı... Herkes tutuklanıyor ve hapse atılıyordu.
"Derviş Mehmet"(!) adlı elebaşının "esrarkeş güruhu"na "ip" satan "Yahudi bakkal" bile!..
Şeyh Esad Efendi de, İstanbul'dan Menemen'e götürülenler arasındaydı.
Şeyh Esad Efendi, "95-96 yaşında"ydı.
Gerisini, muhterem Mustafa İslamoğlu'nun "Dağarcık" adlı kitabından okuyalım:
"Ben bu iğrenç ve insanlık dışı komplonun ilk defa Menemen'de Kemalistlerin yaş haddinden dolayı asamadıkları için zehirleyerek şehid ettikleri Muhammed Es'ad Erbilli Efendi'ye yapıldığını biliyorum.
O günün diktasına kuyrukçuluk yapan laik basında, 96 yaşındaki zatın iki yanına iki çıplak fahişe yerleştirip, ‘İşte Şeyh'in Gerçek Yüzü’ diye kamuoyu aldatılmaya çalışılmıştı."
Lütfen dikkat;
"Ayakta bile duramayan" ve ancak "iki koluna girenlerin yardımıyla yürüyebilen" Şeyh Esad Efendi; "Menemen Sanığı" olarak yargılanıyor!..
"1930'lu yıllar"ın şartlarında;
"Sanığın idamına, şahitlerin bilâhere dinlenmesine!!!" şeklinde kararlar veren mahkemeler, "yaş haddi"nden dolayı Şeyh Efendi'yi "asamıyorlar" ama "zehirlenerek öldürülmesi"nin üzerine de pek gitmiyorlar!..
Ben, olayın bu tarafında değilim... Şeyh Efendi'nin "asılması" veya "zehirlenmesi" konusu, üzerinde ayrıca durulacak bir konu!..
Ama, şu "96 yaşındaki zatın yanına iki çıplak fahişe yerleştirilmesi" ve bu fotoğrafın altına da, "İşte Şeyh'in gerçek yüzü" başlığının atılması, bana öyle geliyor ki, "psikolojik harp taktiği"nin o zamanlar da uygulandığını gösterir!..
Hiç düşünmemişler ki;
96 yaşındaki bir "pir-i fani"nin, yatakta yanına uzanan "çıplak fahişe"lerle ne işi olabilir?..
Ama, "kavgada yumruk sayısı aranmayacağı" gibi, "psikolojik savaş"ta da, "akıl ve mantık" aranmaz!..
önemli olan, "vurmak"tır!..
Tabiî, "aşağılamak" ve "horlamak" için!..
Tabiî, "operasyon ve tutuklamalara haklılık kazandırmak" için!..
ALPARSLAN ARSLAN, BİR PİYON'DU!
Görüyorsunuz ya; bizim ülkü Kumral'ın, "İlhan Selçuk 83 yaşında gözaltına alındıysa; al işte, Şeyh Esad Efendi de 96 yaşında gözaltına alınmıştı" diyerek masama bıraktığı bir "fotoğraf"tan hareketle nerelere gittik?..
Aslına bakarsanız;
O fotoğraf, o mantık, o zihniyet ve o psikolojik savaş taktiği, bugün de geçerli.
Hani, dün, "Ergenekon'un şifresi Danıştay'da" diye bir başlık atmıştık ya, bu konuyu lütfen ciddi olarak düşünün.
Cumhuriyet gazetesinin yürüttüğü "Tehlikenin Farkında mısınız" kampanyalarını, bu kampanyayı yürüten Cumhuriyet'e "Ergenekon’cular tarafından temin edilen" ve ilk ikisi "patlamayan" el bombaları atılmasını, bu bombaları atanların daha sonra "Danıştay'da cinayet" işlemesini filan... Olaylar arasında bir "bağlantı" olup olmadığını ciddi ciddi düşünün!..
Ama, asıl şunu düşünün:
Cumhuriyet'e atılan "bomba"nın ve Danıştay'da işlenen "cinayet"in faili olan Av. Alparslan Arslan, bu eylemleriyle kimleri "töhmet" altında bırakmıştır?..
Ve, kartel medyası;
Alparslan Arslan üzerinden kimlere yüklenmiştir?..
"96 yaşındaki şeyhin yatağına iki çıplak fahişe yatıran" ve böylece "Müslümanlar" üzerinde terör estirenler, açık söylemek gerekir ki; "bomba ve cinayet sanığı" Alparslan Arslan üzerinden de "Müslümanları töhmet altında bırakmak" istemişlerdir!..
Alparslan Arslan, sadece bir "piyon"dur!..
Ne var ki;
"Evdeki hesap, çarşıya uymamış"tır!..
"Mızrak, çuvala sığmamış"tır!..
Evet, hesaplar tutmamıştır!..
"Foya"lar çok çabuk dökülmüştür!..
öyle sanıyorum ki, bütün plânlar "Alparslan Arslan'ın cinayetten sonra kaçması" üzerine yapılmıştı... "Güvenlik kameraları arızalı"(!) olduğu için, elde pek fazla "delil" olmayacak, bu da "bol bol senaryo üretilmesi"ne ve bu senaryolardan hareketle “insan avı” başlatılmasına zemin hazırlayacaktı!..
Ancak, Allah büyük...
Alparslan Arslan’ın yakalanması ve hele de “bomba”ların ve “silah”ın, kendisine “Ergenekon’cular tarafından verildiği”nin ortaya çıkması, hesapları altüst etti!..
Ne garip değil mi?..
“Ergenekon’cuların bombası” ile saldırıya uğrayan Cumhuriyet gazetesi, şu anda “Ergenekon zanlısı” durumunda!..
MUSTAFA KUSEYRİ OLAYI!
Bu tür olaylarda, benim aklıma hep “Mustafa Kuseyri olayı” gelir!..
Malûm, Milliyet yazarı Hasan Cemal, Mayıs 2006’da piyasaya çıkan "Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım" adlı kitabında "Kuseyri olayının aslı"nı şöyle yazmıştı:
"Mustafa Kuseyri"nin ölümünü hatırlıyor musun?
1970 baharıydı. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. ‘Faşistler, Mustafa Kuseyri'yi öldürdü!’
Koşa koşa dergiye geldim. Adakale Sokak'taki Devrim bürosuna... Doğan Bey, her zamanki gibi kesif sigara dumanlı, küçücük odasında çalışıyordu. Ağzının bir kenarından hiç eksik olmayan Samsun cigarasını tüttürürken:
‘Bak Hasan’ dedi gözlüklerinin üstünden bakarak, ‘Kuseyri'yi faşistler öldürmedi. Bir arkadaşı kazayla vurmuş...’
Bir dolmuşa atlayıp Cebeci'ye, Siyasal Bilgiler'in yanındaki Basın-Yayın'a gittim. Dışarıda öğrenciler ‘Kahrolsun faşistler!’ diye slogan atıyordu. Olay akşam vakti olmuştu. Kuseyri, tabancayla Rus ruleti oynarken yakın arkadaşı Nejat Arun tarafından kaza sonucu vurulmuştu."
(....)
"Hatırlıyor musun o günü? 1970 sonu, 1971 başı olmalı. Ankara'nın göbeğinde, Sıhhiye'deki Ankara Orduevi'nin önünde patlayacaktı bombalar...
İki yandan iki bomba!
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nin bahçesindeki miting bittikten sonra gençler yürüyüşe geçecekti. Orduevine yaklaştıkları sırada atılacaktı iki el bombası da. Biri Ankara Sineması'nın oralardan, öbürü tam aksi istikametten, Mithat Paşa Caddesi ile Atatürk Bulvarı'nın kesiştiği noktadaki Yüksel Palas'ın bulunduğu köşeden. Şimdi orası da orduevi.
Bombaların hedefi, toplum polisiydi.
Patlamalarla birlikte sloganlar tam orduevinin önünde atılacaktı..."
KİM, KİMİ VE NEYİ GİZLİYOR?
İşte bunları hatırlayınca;
"Niye olmasın" diyorum; "dinci" olduğu iddia edilen Alparslan Arslan da; niye "başka odak ve mahfillerin tetikçisi" olmasın?!?..
Madem ki;
"Mustafa Kuseyri olayı" bahane edilerek "Ankara Orduevi'nin önünde bombalar patlayacak" ve "slogan"lar da, tam "Orduevi'nin önünde" atılacaktı, "şimdi yapılanlar" da, niye "aynısının tıpkısı" olmasın?..
İDDİANAME VE YARGITAY’IN KROKİSİ!
“Şimdi” dediysem, medyada önceki gün yer alan “iddia”ları kastediyorum!..
önceki günkü gazetelerde şöyle iddialar vardı:
¥ “Ergenekon Operasyonu kapsamında arama yapılan yerlerde bulunan CD’lerin birinden Yargıtay’ın ayrıntılı krokisi çıktı. Yargıtay ve ek binalarındaki protokol, personel, avukat, vatandaş, mutfak, garaj kapılarının gösterildiği krokide, polis ve güvenlik görevlisi bulunan alanların da işaretlendiği görüldü.
Krokinin okunabilmesi için hazırlanan ‘kroki açılımı’ ise krokinin bir suikast için hazırlandığı kuşkusu uyandırdı. Kroki açılımında Yargıtay’a en kolay girilebilecek kapılar, güvenlik kameralarının görmediği alanlar, polis ve güvenlik görevlisinin bulunmadığı yerler ayrıntılarıyla anlatılıyor.”
¥ “Bulunan diğer CD’den ise Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın AK Parti aleyhine 14 Mart’ta Anayasa Mahkemesi’nde açtığı kapatma davasına ilişkin iddianamenin bir bölümü çıktı.”
Bunları okuyunca şöyle düşündüm:
“Cumhuriyet’e bomba” attırarak ve hemen ardından “Danıştay’da cinayet” işlettirerek amaçlarına ulaşamayanların yeni hedefi acaba “Yargıtay” mıydı?..
Bu defa da “Yargıtay’da cinayet” işletip, eylemi yine “dinciler”(!)in üzerine mi atacaklardı?..
Niye olmasın?!?..
Ne diyordu Kemal Alemdaroğlu;
“Bu işler kansız olmaz. Darbe lazım!”
Sizin anlayacağınız, “tezgâh” hep aynı.
1930’dan 1971’e, 1971’den 2008’e!..

Susurluk-Ergenekon!
Evet, Susurluk; "karanlık bir olay"dı... "Derin Devlet"i görebilmek için, "ışık"lar yakılmalıydı... öyle de yapıldı... Av. Engin Cinmen'in öncülük ettiği kitleler, "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" kampanyasıyla "Susurluk'ta suçüstü" olan Derin Devlet'i protesto ettiler... Evlerde "ışık" yakıp söndürdüler... Meydanlarda "mum" yaktılar!.. Sokaklarda "tencere-tava" çaldılar... Kartel gazeteleri ve televizyonları da, bu kampanyaya büyük destek verdi.
Şimdi, Mazlum-Der Genel Başkanı Dr. ömer Faruk Gergerlioğlu, haklı olarak soruyor: "Ergenekon da karanlık bir örgütlenme değil mi?.. Bunun da aydınlatılmaya ihtiyacı yok mu?.. O halde, ışıklar niye yakılıp söndürülmüyor?"
Cevabını, galiba ben biliyorum... Susurluk, "Ergenekon'un sağ tarafı" idi!.. Şimdi ortaya çıkarılanlar ise, "Sağ-Sol karışık" kişiler!.. Yani, içlerinde "Benim teröristim iyidir" denilenler de var!..
Ne yani, "suçüstü" olan "kendileri" için de mi "ışık" yakıp söndürsünler?..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi