Serdar Arseven

Serdar Arseven

Kur’an Kursu öğreticisi!..

Kur’an Kursu öğreticisi!..

Bu da bir meslek:
“Kur’an Kursu öğreticisi!..”
Hep kafama takılır;
Türkçe dersi verene, Fizik, Kimya, Matematik, Sosyal dersi verene “öğretmen” derler de...
“Kur’an Kursu”nda ders verene niçin “öğretici” gibi “eğreti” ve de “hafif” bir ad koyarlar?..
Bir de kısaltması var bu işin:
K.K.Ö!

Bir K.K.Ö olmak için bir sürü prosedürden geçiyorsunuz; lâkin kadro madro sıkıntılarından dolayı “K.K.Ö” (bile) olmanız hayli müşkül iş...
Devlet bu işe el attı şükür;
Meclis Genel Kurulu’ndan geçen Diyanet Teşkilat Kanunu, K.K.Ö’lerimizi üçe ayırıyor:
1) K.K.Ö’ler,
2) Uzman K.K.Ö’ler,
3) Baş K.K.Ö’ler.

Oyun oynuyoruz gibi geliyor bana; imamları da üçe ayırmışız:
1) Düz İmam
2) Uzman İmam
3) Baş İmam

Aslında düşünce olarak fena değil.
Yani; bir K.K.Ö ya da bir İmam uzmanlaştıkça, kendisini geliştirdikçe derece, kademe, daha fazla para filan alacak. İtibarı artacak.
Bunlar, masabaşından verilmiş “iyi niyetli” kararlar da... Nasıl işler, aklım ermez.
İmamlar, K.K.Ö’ler nasıl yükselecek?..
Kimin uzman, kimin azman olacağına kimler, nasıl karar verecek?..
Düzenlemeye baktım;
Kariyer basamaklarında yükselmede kıdem, eğitim, hizmet, bilimsel, sosyal ve kültürel faaliyetler, sicil puanları ile Başkanlıkça yapılacak sınav sonuçları esas alınacakmış...
Kaç bilinmeyenli denklem bu?..
Bir imam, sizin, bizim mahallemizdeki imam mesela; hadi kıdemi anladık, eğitimi de anladık; hangi “hizmet”i daha iyi verdiği için avantaj elde edecek?..
Verilebilecek hizmetler belli değil mi?..
Kıldır namazı; karışma devlete, yönetime, siyasete, şuna buna...
Yani, bu kısıtlı fevkalade dar alanın her tarafı “hizmet” olsa nasıl değerlendirilir?..
İmamlar arasındaki “hizmet farkını” kim, nasıl tespit eder?..
Camilere takip için ajanlar mı konur?..
“Bilimsel, sosyal ve kültürel faaliyet” meselesi de ilginç.
Cami imamı; sakıncalı olmayan hangi bilimsel, sosyal ve kültürel faaliyeti gerçekleştirebilir?..
Bu faaliyetleri müftülük ayarlayacak ve imamlarımıza mı dağıtacak?..
Hangi imamın payına, hangi sosyal, bilimsel, kültürel faaliyet düşecek?
Ve bu “katılımlar” hangi ekip tarafından nasıl değerlendirilecek de, imamın yükselmesinde, daha fazla maaş almasında kullanılacak?..
Başkanlıkça yapılacak sınavların toplam içindeki etkisi ne olacak?.. Yüzde 50’mi, daha mı fazla, daha mı az?..

Bu ne biçim sistem?..
Diyanet camiasından onbinlerce dostumuz var; lafımız onlara değil de; bu haliyle Diyanet fevkalade ucube bir yapı.
İmam nedir?.. Nasıl yetiştirilir?..
Bir İmam’ın, koca bir cemaatin sorumluluğunu taşıyabilmesi, kendisine amirleri tarafından yüklenmiş çok daha önemlisi “yüklenmemiş” görevleri bihakkın yerine getirebilmesi için hangi vasıflara haiz olması gerekir?..
Aldıkları eğitimin vasfı nedir?..
Bir tarafta; ezan okuduğunda yürek telini titretenler, öbür tarafta zayıf yürekleri dinden edenler var...
Sıradan bir işi güzel edâ etmek şart da, ezanı güzel okumak niye değil?

Diyanet İşleri Başkanı’nın düzeyi yükseltiliyor.
Bu güzel; lâkin şunu bilirim ki, kağıt üstündeki düzeyi ne kadar yükseltilirse yükseltilsin, Başkan’ı ve personelini “üzerinde en fazla baskı bulunan memur” pozisyonundan kurtarmak lazım.
Bunca Diyanet İşleri Başkanı tanıdım; bugünkü Başkan Prof. Ali Bardakoğlu, ilim dünyasındaki ağırlığından dolayı biraz konuşabiliyor ama diğerlerinin çoğu tamamen “ayarlı”ydı.
Bir önceki Diyanet İşleri Başkanı’nın askerden fırça yiyişinin canlı şahidiyim.
Elin Hahamı, Papazında bir azamet; bizim Diyanet İşleri Başkanı dikenli fıçı içinde.
Diyanet İşleri Başkanlığı makamının saygınlığı maalesef son derece sınırlı.
Öyle bir yapı ki; öğretmenine öğretmen denmiyor, muallim hiç denmiyor.
“Öğretici” deniyor!..
Öğretici!..

Ben bu camiayı ziyadesiyle önemsiyorum; ah imamların ayağa kalktığı günler bir gelse...
İşte demokrasi mi neyse, o zaman gelecek!..
Onlar da bu şuurda; geçtiğimiz günlerde “TEKEL’ciler ne biçim eylem yapıyor, biz niye boş duralım” diyen bir grup imam kardeşim geldi.
Eylem biçimi düşündük; “İş bırakma” olmaz; “namaz yavaşlatma eylemi” komik kaçar...
İmam kardeşlerimiz nasıl eylem yapar, nasıl sonuç alır, üzerlerindeki “şunu deme, bunu deme” baskısı nasıl azalır; 657 zinciri nasıl kırılır, aklı eren varsa söylesin.

Bu arada; asil imam askere gittiğinde, hasta olduğunda vs. yerine bakan vekil imamlar da kadroya geçmek istiyorlardı.
Kardeşlerimizin derdiyle dertlenen ve bu konuyu sürekli olarak işleyen bu kardeşiniz, şimdilerde 4 bin vekil imamımıza kadro verilmesinde “tuz” sahibi olmanın mutluluğunda...
Allah, kadroyu verenden de, alandan da razı olsun.
Diyanet’imiz sağ olsun, var olsun.
Lâkin biraz da “dik” olsun!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi