Hoca’nın Selimiyesi

Hoca’nın Selimiyesi

Yahudi’nin gücünün sermaye piyasalarını elinde bulundurmasından kaynaklandığı varsayılır. Yanlış olduğunu iddia edecek değilim. Ama bir de kavram piyasaları vardır. Nedense bu pek bilinmez; soyut değerler para etmez diye mi düşünülmektedir, bilmiyorum. Oysa benim değerlendirmelerime göre, en az sermaye piyasaları kadar önemlidir; asıl buradan güç devşirilmektedir.
Adam, çıkıp ‘mahalle baskısından’ söz etti mi, tabiiyeti olmayan bile kendisini mahalle baskısında hissediyor.
“Hoca’nın vesayeti” denmesi, Saadet tabanında dahi yargısız infaza yetiyor.
Kavram piyasalarında sadece kavram üretildiği düşünülmemelidir. Kavramların yozlaştırılması, melezleştirilmesi, içinin boşaltılması, çarpıtılması da, guruların maharetlerine kalmaktadır.
40 yılın emeği semeresini vermiş, Milli Görüş sosyal ve siyasal en değerli marka haline gelmiş; ünü Türkiye sınırlarını çoktan aşmıştır. Yahudi’nin tekelindeki kavram piyasaları, şimdi, “Milli Görüş markasını nasıl alır, kullanır, sulandırıp içini boşaltabiliriz?” diye hummalı bir mesai içine girmiştir. Al takke ver külah, bin bir türlü hokkabazlıklarla, “Milli Görüş patentini Hoca’dan kurtarabilir miyiz?” diye düşünmektedirler. Gurular, Milli Görüş markasının içini boşaltmak için bütün maharetlerini sergilemektedir.
Yanlış anlaşılmasın, bunları olaylı Saadet Kongresi ile birebir irtibatlandırarak söylüyor değilim. Saadet kadrolarını tenzih ederim. Böyle bir çabaları da olamaz, niyetleri de…
“Dava Hoca’nın tekelinde değildir” argümanı, aslında “Milli Görüş Hoca’nın tekelinde değildir” savını desteklemek için kullanılmaktadır. Biraz tarih, biraz dinsellik, biraz gelenek-görenek, biraz millilik ve yerlilik sosları karıştırılır, bulamaç yapılır ve adına da Milli Görüş denirse, millet yutar zannediliyor. Gerçekte bu yapılan da bir şeydir muhakkak, ama bunun adına herhalde Milli Görüş denmez, bu tatsız tuzsuz bulamaca dense dense ‘rejim aşı’ denebilir.
Öz değerlerimizi sahipleniyor olmaları da oyun içinde oyundur. Bu, iyi niyetli bir sahiplenme değildir. Onların da sahip çıkması, Milli Görüş’e bir değer katmaz. O nedenle, kim sahip çıkarsa çıksın, kimsenin babasının malı değil denilemez!
Mümessillik almak için bile, teminat gerekiyor, izin gerekiyor, ruhsat gerekiyor efendi! Milli Görüş’ü temsil etmek her babayiğidin harcı mı? Hoca’nın patent sahibi olarak Milli Görüş’e sahip çıkması hem hakkıdır; hem de sorumluluğu… Koca bir ömür harcamıştır Hoca; bir arkeolog titizliğiyle, tarihi gömüyü bulup çıkartmıştır. Dikkatinizi çekmek isterim, bu Hoca’nın bizatihi oğlu Fatih’e, kızı Elif’e bıraktığı miras değildir; bu hazine, sahibine; yani millete tevdi edilmektedir. Erbakan, kendi elleriyle çıkarttığı bu kadar kıymetli bir gömünün haramzadelerin elinde ziyan olmasını istemez elbette. Bunları, “Bu miras Fatih’in elinde kalırsa yerini bulmuş olur, Numan Bey’in geline geçerse ziyan olur”, bağlamında söylemiyorum. Hoca’nın bu miras üzerinde titizlenmesinin, hem hakkı, hem sorumluluğu olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Dolayısı ile kavram piyasası simsarlarının üretip piyasaya sürdükleri ‘Erbakan vesayeti’ söylemi yersiz olduğu gibi, haksızdır da. Hoca gördüğü halde, mayınları patlatmazsa, emanetin Çıfıtların eline düşmesine göz yumarsa, hem Hakk’ın, hem tarihin, hem de milletin huzurunda sorumluluktan kendini kurtaramaz.
Hoca’nın Milli Görüş’ün geleceğini düşünmeyeceği, küçük çıkar hesaplarına koca davayı feda edeceği zehabı, çok ağır bir bühtandır; oysa Erbakan bunu hak etmiş değildir. Herhalde, Hoca Milli Görüş’ün geleceğini, Numan Bey’den daha az düşünmez. Hatta, Fatih’in geleceğini düşünmez, ama Milli Görüş’ün geleceğini düşünür.
Milli Görüş gibi, Erbakan ismi de bir markadır. Ve bu iki marka bir birinden ayrı düşünülemez. Hoca ahir ömründe tarihe oynamak varken, ismine halel gelsin ister mi!
Hoca’nın yaptıklarının büyüklüğü, beklentileri beslemiş büyütmüştür. İlk gün yaptıkları da, sonrakiler de ustalık işidir hep. Ne ki, Mimar Sinan’ın kendi eserlerini tasnifi üzerinden giderek söylersek, 1970’li yıllardaki icraatlarını çıraklık, 1990’lı yıllardaki yaptıklarını ise kalfalık dönemi eserleri sayabiliriz. Refah Partisi kapatılırken, söylediği, “Mimar Sinan Süleymaniye’nin temellerini attıktan sonra ortalıktan kaybolunca, söylentiler çıkarıldı. Oysa temellerin oturması gerekiyordu” sözleri de Hocayla Mimar Sinan’ın eserleri arasında paralellik kurmamıza olanak sağladığı gibi, temellerin üzerinde yükselen muhteşem eser beklentisine de sokmaktadır bizleri Doğrusu birçokları gibi ben de hâlâ Hoca’nın ustalık dönemi eserlerini beklemekteyim.
Hoca’nın 80 küsur yaşını bahane ederek bizim savımızı geçersiz kılmak isteyenlere, Mimar Sinan’ın ustalık eserim dediği Selimiye Camii’ni 80 yaşında yaptığını hatırlatmak yerinde ve yeterli olacaktır.
Benim anlamadığım şudur. Hocam ne iştir Allah aşkına, biz sizden ustalık eserlerinizi beklerken, yapı tepemize çöküyor, neredeyse enkaz altında kalacağız. Bütün bu olup bitenleri aklımın aldığını söyleyemeyeceğim doğrusu; o bakımdan kaderin bir cilvesi deyip geçiyorum.
Fakat değil yapı, gökkubbe de çökse, ustalık eserlerinizi beklemeye devam ediyoruz.
Hocam, Selimiye’yi inşa etmeden ne sen Hakk’ın rahmetine kavuş, ne de görmeden ben kavuşayım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi