Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Terör örgütü dize gelmeden...

Terör örgütü dize gelmeden...

Öcalan Türkiye'ye teslim edildiğinde, Türkiye'nin "Kürt sorunu"nun çözümü için adım atması kolaydı. Çünkü terör örgütünün lider seviyesinde bir mağlubiyeti söz konusuydu.
Cumhurbaşkanı Gül, "Çok iyi şeyler olacak" dediği günlerde, dış konjonktürün çok uygun hale geldiği farz ediliyor ve terör örgütünün köşeye sıkıştığı ifade ediliyordu. O psikolojik durum gerçeği yansıtıyor olsaydı, "Kürt sorununun çözümü için açılım" yine başarılı yürüyebilirdi. Ama böyle gelişmedi olaylar.
Öcalan teslim edildiğinde, Ankara'nın "Kürt sorununun çözümü için adım atma iradesi" bulunmuyordu.
Son durumda da Habur krizi yaşandı.
Habur'u kriz haline getiren şeyi doğru okumak gerekiyor.
Oradaki problem, terör örgütünün, kendisini hâlâ "eşit müzakereci" gibi görebiliyor olması ve bunu Habur'da kamuoyuna mal edebilmesi olmuştur.
Ne denmiştir Habur'da:
-Yenişemedik, gelin barışalım.
Gelenlerin, kendilerini "pişman olmuş teröristler" şeklinde değil "barış elçileri" olarak tanıtmaları bu sebepledir.
Habur'dan sonraki gelişmelerde de, dağdan gelenler, bir davanın sonuç almış temsilcileri muamelesi görmüştür. Bu, bölge insanına böyle takdim edilmiş, bölge dışında da, bu görüntü ile tepki toplamıştır.
Peki terör örgütüne "bizi silahla yenemezsiniz" öz güvenini veren nedir?
Bu maalesef, son zamanlardaki genel söylemin ürünüdür. Bu noktada da en büyük cinayeti Yaşar Büyükanıt işlemiştir.
Büyükanıt, bir 32. Gün programında, Mehmet Ali Birand'ın "Yani tüm orduyu göndersek Kandil'i bitiremez miyiz" şeklindeki sorusuna, belki de sorunun idrakine varamamanın getirdiği derin gafletle "Evet bitiremeyiz" cevabını vermiştir.
Siz, fiilen mücadele ettiğiniz bir gücün, bütün orduyu üzerine salsanız yenilemez olduğunu söyleyen bir asker olabileceğini tasavvur edebiliyor musunuz?
Maalesef bu psikolojik zaaf devam ediyor ve her platformdaki "Terör silahla çözülmez" söylemi, bu zaafı besliyor.
Bu zaafın böyle böyle beslenmesinden daha ötede, son zamanlarda en olmaz yerlerde gerçekleşen PKK eylemleriyle, terör örgütünün, kendisine sempati duyan kesimlerde daha çok özgüven, buna karşılık verilen şehitler sebebiyle ülkenin başka yörelerinde daha çok öfke doğurduğu ve bunun, yine terör örgütünün geleceğe ilişkin hesaplarını beslediği aşikârdır.
Ben, "Eller tetikten çekilsin" tarzındaki, barış arayışı görünümlü söylemlerin aslında üretilen "eşitleyici" söylemin bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Aynı "eşitleyici" zihniyet, birçok kesimi, "Terör örgütü ile görüşülmeden olmaz" kanaatine de sürüklemiştir.
Benim başlığa koyduğum "Terör örgütü dize gelmeden..." ifadesinin, hangi kesimde nasıl tepkiler doğuracağını tahmin etmiyor değilim.
Biliyorum ki, en samimi tepkiler bile "Ne yani, eski bir Genelkurmay Başkanı bile aksini söylerken, böyle bir şey olabileceğini düşünebiliyor musun" şeklinde olacaktır.
Mehmet Ali Kışlalı'nın bile, hem de 21 Temmuz 2010 tarihinde (yani dün), "PKK ile yaşamaya alışmak" yollu yazılar yazdığı, "Türkiye demokrasisini ancak PKK'nın yarattığı rahatsızlığı toplumun kabul edeceği bir düzeye indirerek sürdürebilir" dediği bir zamanda, "Terör örgütünün dize getirilmesinden nasıl bahsedilebilir" sorusu yanlış durmuyor.
Eğer öyleyse, yani artık terör örgütü ile birlikte yaşamaya hazırlanmalıysak, onun inisiyatif kullandığını ve tüm Türkiye'nin o inisiyatife cevap verme telaşı içinde bulunduğunu da kabul etmemiz gerekiyor.
Ve eğer böyle ise o zaman BDP'ye dönüp, "terör örgütü ile arana mesafe koy" çağrılarında bulunmanın ne anlamı var? Abes olmaz mı bu çağrılar?
Burada, "Ne yani, teröristleri bire kadar kıralım mı" tepkileri de verilebilir. Tabii ki onu söylemiyorum. Ama ben terör örgütü ile bu şekilde bir ilişkinin, sadece oradaki megalomaniyi besleyeceğini ve her gün daha çılgınca taleplerle ortaya çıkılacağını düşünüyorum. Üstelik, terör örgütünün cesaret bulması ölçüsünde her yerde kan akmasının devam edeceğine de kesin gözüyle bakıyorum.
Ben, Türkiye'yi yönetenlerin, her şeyi yeniden değerlendirmesi gerektiğini, o noktada da, teröre asla müsamaha edilmeyeceğini, bu noktada sonuna kadar kararlılık gösterileceğini, sonunda terörün kesinlikle yenileceğini, bunun güvenlik boyutundan ayrı, ahlaki bir sorumluluk olduğunu, kimsenin, elinde silahla topluma dayatmada bulunamayacağını ilan etmelerini olmazsa olmaz görüyorum. Düşünün bir, Doğu-Güneydoğu'da, "sandığa gidip oy kullananın canına okurum" yollu bir boykot tehdidiyle halk oylaması yapılacak ve Kürt vatandaş özgürce (!) hareket edecek! Silahlı örgüt, bölgedeki askerden önce, her bir Kürt için tehdittir. Bu tehdide göz yumulamaz.
İkincisi ise şudur: Evet, Kürt sorunu sadece bir güvenlik sorunu değildir. Kimlikten insanca yaşamaya kadar uzanan çok geniş bir alan daha vardır, işte o alana ilişkin bir hamleyi, terörle mücadeleye paralel olarak yürütmek gerekiyor. Açılım bence odur. Burada olmazsa olmaz olan bir şey, "açılım" çerçevesine giren hizmet boyutunun, herkese doğru ve etkin biçimde anlatılmasıdır. Doğu'ya da Batı'ya da, Kuzey'e, Güney'e de...
6 şehit, 7 şehit, 10 şehit gibi haberlerin aktığı bir zamanda Türkiye, zihnini, kalbini bir kere daha toplamak zorundadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Taşgetiren Arşivi