Serdar Arseven

Serdar Arseven

“Bak yaşın geçiyor!.. Adam ol, adam!..”

“Bak yaşın geçiyor!.. Adam ol, adam!..”

“Dede” olacak yaşa gelmişsin amma; seni gülerek karşılayacak, şöyle gönülden bir “hoş geldin” diyecek bir “Helalin” yok!..
Elinden tutup, balığa götüreceğin bir “evladın” yok!.. Ya da “evlat” bellediğin bir yakının yok!..
Ders çalıştırdığın bir garip?..
Kompozisyonuna yardım ettiğin bir komşu çocuğu?..
Sevdiğin, sevenin…
Bir anlık mutluluğun yok!..
Barlarda yalnızsın aslında!..
Evde…
Yapayalnız!..

Gecenin bir yarısında hastalanan komşunu doktora yetiştirdin mi?.. Seni, senden yardım isteyecek kadar seven bir akraban, bir komşun var mı?.. Bir işsiz için iş aradığın oldu mu?..

Bayramların nasıl geçer?.. Evine çocuklar gelir mi cıvıl cıvıl; onlara bayram harçlığı dağıtmak için para bozdurur musun?..

Sen nesin ki? Etrafında kimler var?
Sözümona “sanatçı”, birkaç soytarı. Birkaç “palyaço!..”
Aklı selülitlerinde bir iki manken.
Kim ağlar “inkar” ettiklerinden başka… Kim ağlar yarın ölsen!..
Hayat mı bu? Buna “Yaşamak” mı diyorsun sen!..

Evet, o adam; yine bize saldırmış!..
Aklıma gelene bak:
Neyzen Tevfik, arkadaşıyla lokantada yemek yerken bir adam yaklaşmış arkasından. “Şaaak” diye tokat atıp ensesine, ilerideki masalardan birine oturmuş… Hiçbir şey olmamış gibi yemeğine devam edince Neyzen, çıkışmış arkadaşı: “Ne biçim herifsin sen; cevap vermeyecek misin bu tokada?..”
Kafasını hafiften kaldırıp bakmış Neyzen: “Bir eşek sana çifte atsa, cevaben sen de mi çifte atarsın hayvana!”
Nasıl tavır?..
Bazen ben de böyle yapıyorum. Uymuyorum!.. Lâkin; ısrar devam ederse “sopa”yı ele almaktan başka çare kalmıyor!..

Ben bu adamla, Kanal 7’de çalıştığı dönemlerde ara sıra görüşürdüm.
“Çok hazır cevapsın; senle başa çıkmak kolay değil” filan derdi.
Sıkı bir AKİT okuyucusuydu, özellikle Hasan Karakaya ağabeyi okurken çok zevk aldığını söylerdi!..

Sonra sonra, nasıl bir değişime uğradı malûm.
O’nu bu hallere düşüren sebepleri “hüsnü zan”la değerlendirmeye çalıştım çoğu zaman.
“Dindar geçinenlerden bazılarının, yolsuzluklara pisliklere bulaşmış olduklarını gördükçe soğumuş, uzaklaşmış olabilir” diye düşünmeye gayret ettim. Lâkin, o böyle hassasiyetler içinde olması beklenemeyecek bir adamdı.
Zira; zamanında, “28 Şubat’a karşı çıkar” göründüğü günlerde, “en yakınlarından birinin” üzerinden “iş görmek” gibi icraatları vardı!..
“Coşkun” dalgalar gibiydi parayı takipte!..

O böyle “Coşkun” şirketler grubu ile işini götürürken; bizler 28 Şubat’ın davaları ile uğraşırdık.
Baskınlara uğrar, habire göz altına alınırdık!..
Çok yatacaktık, çok da… Şükür, “Rahşan Affı” vesile oldu da yırttık!..
Binlerce tehdit; çete takibi, resmi makamlardan “Sizi yakında öldürecekler, aileniz bilsin de sonra bizi ihmalle suçlamasın” uyarıları…
En hafifi; bitmez tükenmez hacizler!..

Bu “adam” ise; zamanında öne çıkmanın bedeli olarak bir “dalak” feda etti o kadar… Dalağını malum tezgâha kaptırdıktan sonra, “yeni bir kariyer planlaması” yapmanın “dünyevi menfaatleri açısından şart olduğunu” düşündü.
Özlemleri de vardı; ara sıra yazdığı üzere; İmam Hatipte okuduğu için kahrediyordu; Müftü babanın oğlu olmak, yıllarını “Fatih, Süleymaniye” taraflarında harcamak…
Ne varsa etrafında, kurtulmak istiyordu.

Ve kurtuldu!
Ne karşılığında? Kaç para?.. Kaç sevgili?.. Ve ne kadar dünya zevki?..

Bu adamı gündemimize almamızın sebebi ne?..
Hiç. Dedik ya; yine sataşmış!..
Bir Paşa canlı yayında, Başörtülü Şehit Anaları hakkında berbat laflar etti; darbeyi ve darbecileri en berbat ifadelerle savundu. Biz de dilimizin döndüğünce hakkını verdik.
Oğlan’ın zoruna gitmiş; yine bize saldırıyor!..
Bizim gibilere gıcık kapıyormuş da onun için “Hayır” diyecekmiş referandumda!..
Seviyesizlik!
Referandumda neleri oylayacağız; paketin içeriği ne?..
Bunlardan habersiz…
Kim “evet” diyor, kim “hayır”…
Bu belirliyormuş kararını…
Beyninin içinde başkaları dolaşıyor adamın ve başkaları belirliyor neyi niçin yapacağını!..

“Önder Sav, telefon dinledi, dinlemedi, böcek koydu, koymadı” mevzuunda bize alçakça hücum ettikten sonra, gerçeklerin ortaya çıkması üzerine “nasıl çuvalladığını” çatır çatır yazmak mecburiyetinde kalmıştı bu adam!..
Kimle dans ettiğini anlamış gibiydi, bunu gösteren bir yazı kaleme almıştı!..
Acısı geçmiş ya da artık “acı hissetmeyecek” kıvama gelmiş olmalı ki, bize saldırmaya cür’et ediyor!..

Oğlum bak; bunları bırak…
Yaşın geldi geçiyor…
Her gün “çocukluk” yapacağına “baba” olmaya bak!..
Ya da olamıyorsan, bir “yetime” evlâdınmış gibi kucak aç!..
O zaman dünyaya çok farklı bakacaksın; olgunlaşacaksın!..
Sorumluluk binecek omuzlarına…
İşte o zaman, umarım gerçekten “adam” olacaksın!..
İZNİNİZLE…
Kıymetli okuyucularım ve mesai arkadaşlarım.
Kaç yaz geçti; gündem, koşturma, stres derken nefes alamadık.
Malûm; bu yaz çok daha sıcak geçiyor. Referandum’a biraz zaman var. Galiba, araya bir küçük izin sıkıştırabilirim.
“Küçük bir izin” zira; siz daha fazlasını verseniz de, gündemimiz müsaade etmiyor.
Önümüzdeki hafta sonu, bir Güneydoğu seferimiz olacak kısmetse.
Sivil toplum örgütlerini bir araya getireceğiz…
Yani, ancak birkaç günlük zaman dilimi.
Sizden müsaade istiyorum sözün özü.
Çoluk çocuğun da hakkı var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi