Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Minibüse 1 Lira... Tekneye 350 Bin Euro!

Minibüse 1 Lira... Tekneye 350 Bin Euro!

Geçenlerde Hasan Aksay ağabey uğradı gazeteye... Özlemiştik kendisini... Oradan-buradan derken, hemen her konudan söz ettik... Bir ara, “fakirlik”ten ve “zenginlik”ten söz ettik... Gazetelerde, Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün “işsizlik”le ilgili değerlendirmeleri vardı... Bakan Bey; “İşsizlik daha da inecek... Yüzde 10’lar seviyesine, belki daha da aşağılara inebilir” diyordu... Ve bu gelişmeyi, “Türkiye ekonomisinin performansı”na bağlıyordu... “Türkiye ekonomisinin performansı, işsizlik rakamlarını daha da aşağılara çekebilecek bir noktaya gelmiştir... Bu performansı, siyasi istikrarla, güven ortamında ihracat artışlarıyla pekiştirdiğimizde, işsizlik rakamlarını daha da aşağı çekebiliriz” diyordu Sayın Nihat Ergün... Demek oluyordu ki; “1 milyon 600 bin kişiye istihdam” sağlanmakla yüzde 11’e gerileyen işsizlik rakamı daha da düşebilecek...
İŞSİZLİK DEMEK, BUNALIM DEMEK!
Bu “güzel haber”e sevinmemek mümkün değil... Çünkü “işsizlik” demek, sadece “para kazanamamak” değil... “İşsizlik” demek, aynı zamanda “ruhsal bunalım” demek, “stres” demek, “içe kapanmak” demek!..
Düşünebiliyor musunuz;
“İşe yaramaz bir insan” olarak oturuyorsunuz evde... Sürekli “televizyon” izliyor, eğer bilgisayarınız varsa, sürekli “internet”te dolaşıyorsunuz... Yani, “gerçek dünya”da değil, “sanal âlem”de yaşıyorsunuz... Sürekli “sinirli, öfkeli, agresif ve saldırgan”sınız...
Özellikle “işsiz gençler” bu durumda!..
4 yıl okumuş, “üniversite”yi bitirmiş ama “iş” yok!.. “Bunalım” geçirmesin de ne yapsın o genç?.. “Okulda” iken “ana-baba parası yemek” neyse de, şimdi “ağırlarına” gidiyor!..
Dün rahatlıkla “harçlık” isterlerken, bugün boyunları bükük, utangaç ve sıkılgan!..
Sadece “gençler” mi?.. “Yüzde 11’lik işsiz” kitlesi demek, “7 milyon insanın işsiz olduğunu” gösterir ki; elbette küçümsenmeyecek bir rakam...
ERDOĞAN, KIZMAKTA HAKSIZ MI?
İşte böyle bir ortamda, CHP Genel Başkanı Bay Kemal Kılıçdaroğlu’nun; “Bu anayasa değişikliği işsizliğe çözüm getirecek mi?” diye sorması, TÜSİAD’ın da “referandum” konusunda “sessiz” kalması, Tayyip Erdoğan’ı elbette öfkelendiriyor!..
Öfkelenmekte de haklı...
Öyle ya; iş dünyası, “Ekonomik ve Sosyal Konsey’e anayasal güvence” istedi, pakete konuldu...
“Vergi borcu yüzünden yurt dışına çıkamıyoruz” dediler, yeni düzenleme yapıldı...
“Yargıdaki ideolojik tutum” yüzünden birçok “ihale” iptal ediliyordu, “iş dünyasının elini rahatlatmak” için “yerindelik denetimi”nden vazgeçildi...
Peki, bütün bunlar “iş dünyası” için değil mi?.. Bütün bunlar “ekonomi”ye yansımayacak mı?.. Bütün bunlar “işsizliğe çözüm” değil mi?..
O halde bu “paket”in neresi yanlış?..
Ve iş dünyası, neden sessiz?..
Meselâ TÜSİAD...
Daha önceki “referandum”larda gazetelere ilânlar verip “Evet” diyeceklerini açıklayan TÜSİAD’lı patronlar, bu defa niye “dut yemiş bülbül”e döndü?.. Niye “görüş” açıklamıyorlar, niye “Evet” veya “Hayır” diyeceklerini deklâre etmiyorlar?..
Bu paket, “iş dünyasının önünü açıyor” ise, “Evet” diyeceğini, aksini düşünüyorsan “Hayır” diyeceğini deklâre edersin, olur biter!..
Ama, bu “sessizlik” niye?..
Öyle ya, “dut mevsimi” de geçti!..
“SADECE 1 LİRAM VAR, ŞOFÖR BEY!”
İşte bunları konuştuk Hasan Aksay ağabeyle... “İşsizlik”ten bahsettik, “fakirlik ve yoksulluk”tan bahsettik...
Bir ara, “yaşadığı bir olay”dan söz etti...
Her zaman “araba”yla gelirdi gazeteye... Bu defa, “halkın içinde olmak” ve “insanların neler konuştuklarını” duymak için, “dolmuş”a binmiş, “otobüs”e binmiş, “metrobüs”e binmiş... Sizin anlayacağınız “3-4 aktarma” ile gelmiş gazeteye...
“Epey yorucu oldu ama değdi” deyip ekledi: “Halimize ne kadar şükretsek azdır.”
Sonra, “minibüste şahit olduğu” olayı nakletti... Bir kadın binmiş minibüse... Gideceği mesafe hayli uzak... Usulca eğilmiş “şoför”ün kulağına; “Gideceğim mesafenin uzak olduğunu biliyorum ama benim sadece 1 liram var... Eğer götürmezseniz, ineyim!”
Şoför, “Öyle şey olur mu hanımefendi” demiş; “Her şey para değil ya!.. İnsanlık öldü mü?”
Hasan Aksay ağabey, bu konuşmayı duyunca, “tüyleri diken diken” olmuş. Ağlamamak için zor tutmuş kendini...
Şu hâle bakın, kadın evine gidecek ama cüzdanında sadece “1 lira”sı var!..
Gel de üzülme!.. Gel de, boğazın düğüm düğüm olmasın!.. Gel de, “Fakirliğin gözü kör olsun” deme!.. Gel de, kendi haline bakıp, şükretme!..
LÜKS MALLARA 14 MİLYAR DOLAR!
Fakirlik, yoksulluk ve hatta açlık, Türkiye’nin bir gerçeği... “Minibüse verecek sadece 1 lirası olan” kadın da Türkiye’nin acı gerçeği!..
Ne var ki, “Türkiye’nin bir başka gerçeği” daha var... Öyle bir gerçek ki; “fakir-zengin uçurumu”nun çarpıcı bir göstergesi...
Gazetelerde, önceki gün şöyle bir haber vardı:
“Lüks mallara yılda 14 milyar dolar harcıyoruz!”
Haberin ayrıntısı şöyleydi:
¥ “İthal tüketime son 5 yılda 76.4 milyar dolar harcayan Türkiye, yılda tam 13 milyar 739 milyon 600 bin doları lüks tüketim için harcıyor. İstanbul Ticaret Odası tarafından yayınlanan İtovizyon’un ağustos sayısında yer alan araştırmaya göre, bu rakamlar çerçevesinde lüks tüketime ayrılan aylık tutar 1 milyar 144 milyon 966 bin dolar olurken, günde 37 milyon 642 bin dolar, saatte ise 1 milyon 568 bin dolarlık lüks tüketim harcaması yapıldığı hesaplanıyor.
Yapılan değerlendirmeye göre, petrolden sonra Türkiye’nin cari açığını artıran en önemli harcama kalemi olan lüks tüketim ürünlerine ilgi o kadar çok arttı ki, geçtiğimiz yıl İstanbul’da ilk defa lüks tüketim fuarı bile düzenlendi. Fuarda birbirinden lüks yatlar, milyon dolarlık değerli taş ve mücevherler, kürkler ve otomobiller de sergilendi.”
¥ “Lüks tüketim ürünleri arasında mumdan çoraba, otomobilden gözlüğe kadar birçok ürün bulunuyor.”
¥ “Gucci, Bottega Veneta gibi dünyanın ünlü birçok markasının sahibi olan PPR Grubu’nun yönetim Kurulu Başkanı François Henri Pinault, lüks tüketimdeki hızlı artışın bu ürünlerin fiyatlarının azalmasından değil, yeni zenginlerin ortaya çıkmasından kaynaklandığını ifade ediyor.”
¥ “Şu anda Türkiye’de bankalarda 1 milyon dolar ve üzeri mevduatı olan kişi sayısı 50 bin. Bu rakam, geçen yıllara göre yüzde 18’lik, yani 8 bin kişilik artışı gösteriyor.
Geçen yılki milyoner fuarında sergilenen ürünlerin de aslında talebin seyrini gösterdiği ifade ediliyor. Geçen yılki fuarda, 1 milyon İsviçre Frangı etiket taşıyan platin Franc Müller saat, İngiliz markası Bentley’in 875 bin euroluk (1.7 milyon dolar) modeli, 45 metre, 3600 beygir gücündeki 21 milyon euroluk tekne ile ‘deniz limuzini’ denilen ve 350 bin euro değerindeki özel tekne de sergilenmişti.”
Düşünebiliyor musunuz;
Bir yanda “minibüse verecek parası olmayan” insanlar, bir yanda “lüks içinde yüzen” insanlar!..
Bir yanda “futbol yorumculuğu”ndan “2 milyon dolar” kazanan Rıdvan Dilmen’ler ve “670 bin dolar” kazanan Mustafa Denizli’ler, öte yandan “minibüse verecek parası olmayan” kadınlar!..
Bir yanda ithal “Etro marka gömlek” giyip “fakirlik edebiyatı” yapanlar, bir yanda “marketlerdeki promosyon yığınları”ndan çocuklarına “ucuz çamaşır” bulmaya çalışanlar!..
Bir “çelişki” değil mi bu?..
Hem de yaman bir çelişki!..
HABUR GÜMRÜĞÜ’NDE SEFALET DİZBOYU!
Ben, yazının tam burasına gelmişken, “Mardinli kamyon şoförleri”nden Mehmet adlı bir okuyucum aradı... “Şu anda Zaho’dayım” dedi; “Perişanlık ve sefalet içindeyiz!”
“Niye” dedim; “Habur Gümrüğü’nde düzensizlik var” dedi, “Temizlik yok, işler yavaş ilerliyor... Kamyon kuyrukları uzadıkça uzuyor!.. Tayyip Bey bürokrasiyi en aza indirmek istiyor ama buradaki memurlar tam bir bürokrasi işkencesi yaşatıyor bize...
Ne olur sesimize tercüman ol da, yetkililer duysun!.. Şu mübarek Ramazan günlerinde bize işkence yapıyorlar... Kazandığımız üç-beş kuruş, onu da zehir ediyorlar!”
İşte bu da “Türkiye’nin gerçekleri”nden!..
“Ekmek” artık “aslanın ağzında” değil, “aslanın midesinde!”
Sıkıysa “aslanın midesi”ne uzat elini de, al ekmeği oradan!..
Peki, bütün bunlar “12 Eylül’deki referandum” ile son bulacak mı?.. Referandum, bütün bu “dert”lere, “sıkıntı”lara ve “işkence”lere çözüm olacak mı?..
Elbette hepsine değil, ama büyük bir kısmına elbette “çare” olacak... En azından, “daha kapsamlı bir anayasa değişikliği”nin kapısını aralayacak!..
Yeter ki “tezgâh”lar bozulsun!..
Yeter ki “vesayet”ler son bulsun!..
Yeter ki, herkes “kendi işini” yapsın!..
Bakın o zaman; “adalet” ve “kalkınma” sağlanıyor mu, sağlanmıyor mu?..

Ateş olmayan yerden!..
Malûm, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diye bir “atasözü”müz var... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ile ilgili haberler de atasözünü hatırlattı...
Bir duyduk ki; Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’ün elindeki dosyalar alınmış, önüne “dandik dâvâlar”ın dosyaları sürülmüş... Hem de, “al da, meşgul ol” dercesine!.. Peki kim yapmış bunu?.. İddia şu: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı!.. Yani Başsavcı Aykut Cengiz Engin, ya da Başsavcıvekili Turan Çolakkadı...
Bizler, “Bu kadar da olmaz” derken, bir de duyduk ki; Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e ifade veren “yüzbaşı”lardan biri, “Bana; ifadeye gitmememi, sağlık raporu almamı söylediler... Yukarıdan verilen talimat öyleymiş” deyince, dikkatler yine Aykut Cengiz Engin’in üzerine çevrilmiş... Güya Aykut Cengiz Engin, Merkez Komutanlığı’nı arayarak “böyle bir akıl” vermiş!..
İnsanların ağzı “torba” değil ki, büzesin!.. Ağzı olan konuşuyor işte!.. İddia üzerine iddia... Tabiî bu iddialar hemen yalanlanmış Aykut Cengiz Engin tarafından!..
Yalnız, “ateş-duman” bağlantısı unutulmamalı... Başsavcılık’tan bu kadar “duman” çıkıyorsa, orada bir “ateş” yanıyor ve bir şeyler “pişiriliyor” demektir!.. Ben böyle düşünüyorum, ya siz?!?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi