Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Vakit’in iftarı, bir “Türkiye fotoğrafı”ydı

Vakit’in iftarı, bir “Türkiye fotoğrafı”ydı

Önceki akşam, “Vakit’in iftarı” vardı... Dün de yazdığım gibi, “iftar”lar da olmasa, aylar ve hatta yıllardır görüşemediğimiz “dost”larla görüşme imkânı bulamayacağız... Her iftarda, değişik dost ve arkadaşlarla karşılaşıyoruz... “Vakit’in iftarı” bu açıdan diğerlerinden farklı... Hani her zaman söyleriz ya; Vakit, “yönü kıbleli, alnı secdeli” bütün insanlara karşı “eşit mesafede”dir ve “herkesi kucaklar”... Çünkü biz, yayın hayatına atıldığımız ilk gün deklare ettiğimiz gibi; “Müslümana karşı müşfik, kâfire karşı şedit” olmaya devam ediyoruz, edeceğiz inşallah... Biz, bütün “cemaat”lere yakın, bütün “tarikat”lara dost ve kardeşiz... Yeter ki yönleri “kıble”ye, alınları “secde”ye dönük olsun... Bu “prensip”ten dolayıdır ki; bütün “cemaat”lerde, bütün “tarikat”larda, bütün “parti”lerde, bütün “dernek” ve “vakıf”lar ile bütün “STK’lar”da “Vakit’in özel bir yeri” vardır... Hepsi bilir ki; Vakit, kendilerine “dost”tur.
AYNI ÇATI ALTINDA YÜZLERCE İNSAN!
İşte önceki günkü “iftar”da da bunu gördük... İstanbul Büyükşehir Belediyesi”nin “Florya Sosyal Tesisleri”nde verdiğimiz iftara, “hemen her kesimden” insan katıldı... Hepsi de, “toplumun seçkin insanları”ydı... Öyle bir “fotoğraf”tı ki, gerçekten görülmeye değer.
AK Parti’den de temsilciler vardı, Saadet Partisi’nden de... Büyük Birlik Partisi’nden de temsilciler vardı, Büyük Türkiye Partisi’nden de...
“Dernek”lerden de temsilciler vardı, “Vakıf” ve “sendika”lardan da!.. “Eski bakanlar” da vardı, “milletvekilleri” de... “Gazeteci”ler de vardı, “doktor”lar da... “İşçi”ler de vardı, “memur”lar da... “STK temsilcileri” de vardı, “bilim adamları” ve “işadamları” da... Kısacası, “Vakit ailesi” aynı çatı altında toplanmış ve birbiriyle “görüşme” fırsatı bulmuştu... Kusura bakmayın; “unuttuklarım olabilir” endişesiyle, “isim”leri yazamıyorum.
İtiraf edelim, katılım, beklentilerimizin de üzerindeydi... İğne atsan yere düşmeyecek derecede bir kalabalık vardı... Hatta, trafiğe takılıp da geç gelenlere, ayrı servisler açıldı...
Kısacası, önceki gece Florya Sosyal Tesisleri’ne “Vakitseverlerin fotoğrafı” yansıdı...
Genel Yayın Koordinatörümüz Mustafa Karahasanoğlu, yaptığı kısa konuşmada “Vakit’in misyonu”nu anlattı... Ben ve arkadaşlarım, “masa”ları tek tek dolaşıp, “dost” ve “okurlarımız”a hem “hoş geldiniz” dedik, hem de kısa süreli “sohbet” etme imkânı bulduk.
SAKIN REHAVETE KAPILMAYIN!
Sohbetlerin ana konusu, elbette yaklaşan “referandum” idi... Herkes, “referandumun sonucunu” merak ediyordu.
Ben, dün de yazdığım gibi, “yüzde 62” dedim... “Az” deyip, “yüzde 65” ve hatta “yüzde 70” diyenler oldu!..
Ancak, bir “uyarı”da bulundum:
“Nasıl olsa Evet çıkacak diye rehavete kapılmamak gerekir... Son ana kadar, evet referandum gecesine kadar çalışmak lâzım... Aksi halde hüsran yaşayabiliriz... Malûm ya; su uyur, düşman uyumaz!.. Her türlü hileye ve fitneye karşı hazırlıklı olunmalı... Kısacası, sandıklar açılıncaya kadar, kontrolü elden bırakmamak gerekir!”
Bu “uyarı”yı özellikle yaptım, çünkü biraz önce konuştuğumuz bir dost; “yaşanmış bir olay” aktarmıştı...
ŞANSI OLMAYAN ADAM, NASIL KAZANDI?
Olay şuydu:
Adana’nın Kozan ilçesine bağlı bir “belde”de “belediye başkanlığı seçimleri” yapılacaktır... “İki aday” vardır... Adaylardan birisi; gerçekten “sevilen/sayılan” birisidir ve ona “kazanması muhakkak” gözüyle bakılmaktadır!..
Diğer aday ise, “silik”tir!..
Bırakın “seçimi kazanması”nı, “nakavt” olması bile işten değildir... Evet, hiç şansı yoktur... Belki “kendi aile çevresi”nden bir-iki oy alır, o kadar!..
Ama, ne yapar biliyor musunuz;
Seçime üç gün kala; ev ev, kapı kapı bütün beldeyi dolaşır ve der ki;
“Ben de çok iyi biliyorum ki; hiç kazanma şansım yok... Elbette diğer aday kazanacak... Ama, bu işe soyundum, bu saatten sonra geri çekilmem yakışıksız olur!..
Hani, diyorum ki; nasıl olsa kaybedeceğim, hiç olmazsa sizler bana oy verin de, rezil-kepaze olmayayım!.. Mağlup olacağım olmasına da, hiç olmazsa hezimete uğramayayım!.. Birkaç oy alırsam, seçim sonrasında boynu bükük dolaşmam!.. Ne olur, bu iyiliği esirgemeyin benden!”
Sizin anlayacağınız;
Tam bir “dilenci taktiği” uygulamış ve iyice “acındırmış” kendisine!..
Dahasını da yapmış...
Son gece, “diğer aday”ın da kapısını çalmış ve ona da yalvarmış;
“Senin kazanacağın kesin!.. Ama ne olur, bari sen bana bir oy ver de, hiç olmazsa 2 oy aldım diyebileyim!”
“Bu kadarı da arsızlık” diyeceksiniz ama, siz “netice”ye bakın!..
Sandıklar açıldığında bir de görülmüş ki;
“Hiç şansı yok” denilen aday, “tulum” çıkarmış!.. Silip-süpürmüş bütün oyları!..
Seçimi “yüzde 85’le” mi kazanmış, “yüzde 90’la” mı, orasını pek hatırlayamadı dostum... “Yüzde 10-15’lik fark” da, herhalde “gidemediği evler”den kaynaklanmış!.. Onlara da gidebilseymiş var ya, “oyların tamamı”nı alacakmış!..
Boşuna dememişler;
“Harp, hiledir!”
Hiçbir zaman, “Bir oydan ne çıkar” demeyeceksin!.. İşte görüyorsunuz; adam, “bir bir” toplamış bütün oyları!..
Onun içindir ki, siz siz olun;
“Bir oydan ne çıkar?” demeyin ve hele de “referandum”a yaklaştıkça, pusuda bekleyen “hile”lere, “tuzak”lara, “entrika”lara, özellikle de “tehdit” ve “şantaj”lara karşı uyanık olun!..
“Oy dilencileri”nin taktiklerine de kanmayın!..
ECEVİT, İYİ BİR “ORKESTRA ŞEFİ”YDİ!
Meselâ, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “miting kürsü”lerine “kasket”le çıkmasına bakıp da, onun “işçiden ve köylüden yana” olduğunu sanmayın!..
Huzurunuza “kasket”le gelip, “Efsane liderimiz Ecevit” diyebilir, Ecevit’in; “Ne ezen, ne ezilen, hakça bir düzen” dediğini hatırlatıp, “Biz de aynı yerdeyiz” iddiasında bulunabilir!..
Sakın aldanmayın!.. “Ecevit’li dönem”in, “zam, zulüm, işkence” dönemi olduğunu, “gaz, tuz, ekmek ve yağ kuyrukları”nda ömür tükettiğinizi aklınızdan çıkarmayın!..
Şunu da hiç unutmayın;
Türk siyasî tarihine geçen “Güneş Motel” olayı, “mebus pazarlığı”nın ve “entrikanın başlangıç tarihi”dir!.. Hepsine “bakanlık” sözü vererek, “AP’den 11 adam ayartan” Ecevit’ten başkası değildir!..
Ki, bu “11 adam”dan ikisi, yaptıkları “yolsuzluk”tan dolayı daha sonra Yüce Divan’da yargılanmış ve “mahkûm” olmuşlardır!..
İşte bu “yolsuzluk” olayından sonradır ki, Bülent Ecevit’in çok iyi bir “orkestra şefi” olduğu söylenmiştir!..
Malûm, “orkestra şefleri”nin kendileri “çalmaz” ama “çaldırır”lar!..
Ecevit’in kendisi, belki çalmamıştır!..
Ama, “çaldırmıştır!”
İşte, Bay Kılıçdaroğlu’nun “efsane” dediği Ecevit, böyle bir adamdır!..
Evet, iyi bir “orkestra şefi”dir!..
NİYE FÖTR DEĞİL DE KASKET!
“Kasket” meselesine gelince...
Söyleyin Allah aşkına;
Günümüz Türkiyesi’nde “kasketi takan” var mı ki, “kasket takan” olsun!.. “Kasket takmayı mecbur edenler”in günümüzdeki temsilcileri bile “kasket takmıyor” ki, bu bir sembol olsun!.. Eğer “sembol” olacaksa; niye “fötr” değil?.. Çünkü CHP’nin alâmet-i farikası “kasket” değil, “fötr”dür!..
Önceki gün, Dr. Sivilay Genç yazmıştı:
“Kılıçdaroğlu kasket takarak halktan biri olduğunu göstermek istiyor. Ancak halkla ilgili bilgileri güncel değil. Yardımcı olalım.
Halkın kasket taktığı yıllar, lambalı radyoların evlerin başköşesine kurulduğu, Vita kutularının henüz sardunya saksısı bile olmadığı yıllardı.
Sonra zaman geçti, evlere içme suyu, kanalizasyon, renkli televizyon geldi. İnsanların yüzde 80’i şehirlerde yaşamaya başladı. Kasket ise; lise piyeslerinde, dönem dizilerinde yere çalınan bir aksesuar olarak kaldı.
Halk kasket takarken CHP fötr şapka takıyordu. Halk kasketi çıkardı, CHP kasket takmaya başladı... CHP kafasının, halkın kafası ile çakışması hayli zaman alacak gibi görünüyor.”
Demek ki, neymiş;
“Halk kasketi çıkaralı” yıllar olmuş ama, o yıllarda “fötr şapka” giyen CHP’liler, yeniden “kasket”e sarılmış!..
Bir de “çağdaş” ve “ilerici” geçiniyorlar... Oysa, yaptıkları “çağdışılık”tan başka bir şey değil!..
Şu hâle bakın;
Siyasete “yeni bir şey” getiremediklerinden, analarının-babalarının “naftalinli sandık”larından çıkardıkları eşyalarla “çağdaşlık” taslıyorlar!..
Dua edelim de;
Bu kadar “çağın gerisi”ne giderlerken, toplumu da “lâmbalı radyo” günlerine götürmesinler!..
Öyle ya; “kaset”i örtbas etmek için takılan “kasket”ler, yeniden “kasvet”li yıllara götürebilir ülkeyi!..
TÜRBANI NASIL ÖZGÜRLEŞTİRECEKLER?
Haaa, Bay Kılıçdaroğlu’nun; “Türbanı da biz çözeceğiz!.. Türbana da biz özgürlük getireceğiz” sözlerine de aldanmayın sakın!.. “Nasıl çözecekleri” daha “rapor” açıklanmadan anlaşıldı zaten!..
“Türbana özgürlük” çalışmasını yürüten CHP’li Prof. Sencer Ayata demiş ki;
“Saçı hiç göstermeden örtmek şart mı?.. Saçın bir kısmı açıkta kalsa ne olur ki?!?”
Bunların, “dinî emir”lerden ve “türbana özgürlük”ten ne anladığı da, böylece ortaya çıkmış oldu!..
Öyle anlaşılıyor ki;
Hanımların başında sağa-sola oynamayacak şekilde sıkıca bağlanan ve hatta “toplu iğne” ile kayması engellenen türbanı, bunlar “çözecek”ler ve tamamen “serbest” bırakacaklar!..
Böylece;
“Türban, özgürlüğüne kavuşmuş” olacak!..
Nasıl çözüm ama?!?..
Bay Kılıçdaroğlu, “Türbanı özgürleştireceğiz” derken, işte bunu demek istiyor!..
Yani, amaçları; “hanım”ları değil, “türban”ı özgürlüğüne kavuşturmak!!!..
Dedim ya;
“Harp, hiledir!”
Siz, siz olun;
“Hile”lere karşı uyanık olun!..
Aksi halde, “kazanılacak” bir referandumu “kaybetme” riski de vardır!..
“Uhud Savaşı”nda da böyle olmadı mı?..
İşte “Vakit iftarı”ndan izlenimler!..
============
Beni, ne de çok severdi!
Dün veda etti... Gelmemecesine gitti... Bana sarılamadan gitti... Biliyorum, çok severdi beni!.. Gördüğü yerde vücuduma sarılıp, “kemiklerimi kırmak” isterdi... Boynuma sarılıp, “ümüğümü sıkmak” isterdi... Hasılı kelâm; çok severdi beni, çoookkk!.. Eline geçirse, “bir kaşık suda boğmak” isterdi!..
Dünden itibaren “emekli” sıfatına bürünmüş olan İlker Başbuğ’dan söz ettiğimi anladınız herhalde... Kendisiyle, “yıldız”larımız hiç barışmadı... Neyse, dünden itibaren o da “yıldızsız” kaldı!..
Kalanlar o kadar çok ki... Kendi gitti, “boru”lar kaldı yadigâr!.. Hani, “Bunlar lav silahı değil, boru, boru!” demişti ya, emekli Başbuğ’u, artık “elindeki borular”la tahayyül edeceğiz!..
Tabiî, “ıslak imzalı belge”leri inkâr edip “kâğıt parçası” dediğini de asla unutmayacağız!.. Gerçi, unutulmayacak şeyler o kadar çok ki... “Embeddet” olmayan gazetelere “mütareke basını” demesini mi?.. Hasan Iğsız’ı terfi ettirmek için dayattığı “temayül” numaralarını mı?.. “TSK’ya karşı asimetrik savaş” sözünü mü?.. “Çoban sanılan teröristler ile terörist sanılan çobanları” mı?.. Hangi birisini unutacaksın?.. Ne “Heron”lar unutulur, ne Aktepe, Gediktepe ve Dağlıca!..
Hiçbiri unutulur gibi değil... Ama en yakışıklı pozu, “Yahudilerin Hac Yeri” olan “Ağlama Duvarı”nda gülerek verdiği pozdu... Onu, hiç unutamam!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi