Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Denize düşen Karayılan’a... Karayılan, İsrail’e sarılır!

Denize düşen Karayılan’a... Karayılan, İsrail’e sarılır!

Artık kimin kime sarıldığı, kimin kime darıldığı, ayan-beyan ortaya çıkmaya başladı... Hani; eskiler, “Boğaz dokuz boğumdur” demişler ya, hani “Bin düşün, bir söyle” uyarısında bulunmuşlar ya; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, referandum sürecinde, düşünmeden sarfettikleri sözlerden dolayı acaba pişman mıdırlar?.. Malûm o süreçte; “Devlet ile PKK’nın anlaştığını” iddia ediyorlar, bu anlaşma üzerine de “PKK’nın ateşkes ilân ettiğini” ileri sürüyorlardı... Ve ekliyorlardı: “İşte bu gelişme, AK Parti ile PKK’nın ittifak içinde olduğunun belgesidir!.. PKK ile kimler, nerede görüşme yapmış, bu açıklanmalıdır!”
Evet, Bahçeli ile Kılıçdaroğlu, bu iddiaları öne sürerek yükleniyorlardı AK Parti’ye!..
“Ateşin kesilmesi”nden hiç de memnun görünmüyorlardı... Sanki, “şehit tabutları”nın artmasını istiyor gibiydiler... Öyle ya; eğer “tabut tabut şehit cenazesi” gelirse, ellerine “koz” geçirmiş olacaklar; kimbilir, belki de “referandumun seyri”ni değiştireceklerdi!..
HANGİ PKK?.. KARAYILAN MI, BAYIK MI?
İşte, tartışmaların kızıştığı o günlerde, ben 22 Ağustos 2010 tarihli yazımda “Hangi PKK” diye sormuş ve eklemiştim; “Denize düşen Karayılan’a sarılırmış!”
Gerçekten de;
“Karayılan’a sarılıyorlar”dı!.. Çünkü o günlerde Murat Karayılan şöyle bir iddia atmıştı ortaya:
“Artık açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişme de; devletin önderliğimizle geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır.
Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti; ancak talep üzerine yeniden devreye girerek çağrıları ve devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak, bir kez daha barışa şans tanınması için hareketimize bir mesaj gönderdi.”
Tamam, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, Karayılan’ın bu sözlerine sarılıyordu ama; Karayılan, “hangi PKK”yı temsil ediyordu?..
Öyle ya; PKK içinde de bir “liderlik kavgası” vardı... Bir tarafta Murat Karayılan, diğer tarafta Suriye uyruklu Fehman Hüseyin vardı... Terör örgütünün önemli isimlerinden Cemil Bayık, yayınladığı bir bildiri ile “Fehman Hüseyin’den yana” tavır koymuştu!..
Dahası; “Bahoz Erdal” kod adlı Fehman Hüseyin ile Murat Karayılan arasındaki liderlik kavgası, yeni de değildi... Kavga, 15 Nisan 2009’dan bu yana devam ediyordu...
Cemil Bayık, “Fehman Hüseyin’in Öcalan’ın talimatıyla görevden alınmasını” içine sindirememiş ve Fehman Hüseyin’in yerine getirilen “Murat Karayılan’ın adamı Sofi Nurettin”e karşı kampanya yürütmeye ve hatta “bildiri”ler yayınlamaya başlamıştı!..
Hâlâ da “sürtüşme” devam ediyordu!..
Bir yanda Murat Karayılan ve kadrosu, öte yanda ise Cemil Bayık ve kadrosu!..
PKK’da “şiddetli bir iç savaş” yaşanıyordu...
Bu durumda; “AK Parti ile anlaştığı” iddia edilen PKK’nın, acaba “hangi kanadı” anlaşmış(!)tı?..
Karayılan’la mı, Bayık’la mı?..
İSRAİL-PKK İTTİFAKININ İTİRAFI!
Bu “iç savaş”ta, İmralı sakini Abdulah Öcalan, “Karayılan’dan yana”ydı!..
O günlerde sorulmayan ama bugün sorulması gereken soru şudur:
“Karayılan kimden yana?”
Ya da, şöyle soralım:
“Denize düşen Karayılan’a sarılıyor, peki Karayılan kime sarılıyor?”
Bu sorunun cevabını dün aldık!..
İsrail’in Kanal 2 Televizyonu’na röportaj veren Murat Karayılan, “İsrail ve PKK’nın düşmanları ortak” deyip, bir çağrıda bulunmuş:
“İsrail, PKK ile işbirliği yapmalıdır!.. Çünkü Türkiye; İsrail’in düşmanları olan Suriye ve İran ile iyi ilişkiler içinde bulunmaktadır!.. İsrail bilmelidir ki; PKK’nın düşmanları, aynı zamanda İsrail’in de düşmanlarıdır!”
Şöyle devam etmiş sözlerine:
“Hepsinden öte, sizler Holokosttan, katliamlardan, sürgünlerden geçtiniz. Şimdi bizim halkımıza bakın. Aynı kaderi paylaşıyorlar. Bu bölgedeki herkes, Suriyeliler, Türkler, İranlılar, bizleri, sizleri yok etmek istiyorlar.
Bizler sizinle bir zamanlar dosttuk. 1960 ve 1970’lerde İsrail, Kürtlere yardım etti. Sizlere hayrandım!.. Ancak 1980’den beri Türkiye ile askerî ilişkilerinizi güçlendirdiğinizden itibaren, sizler bizleri sistematik şekilde yok etmek isteyen güçler arasında düşünülüyorsunuz.”
Karayılan’ın bu ifadelerini dikkatle okumak ve çok iyi “analiz” etmek durumundayız!..
Karayılan, bu sözleriyle;
Sadece “Ergenekon’un taşeronu” olmaktan çıkmaya, “İsrail’in de taşeronu” olmaya hazır olduklarını deklare etmeye başlamıştır!..
Ve ayrıca;
“İsrail üzerinden ABD’ye de mesaj vermekte, bir anlamda ABD nezdinde de meşruiyet kazanmaya çalışmaktadır!”
KÜRT HALKI, BUNU DÜŞÜNMELİDİR!
Bu ittifaka, Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi Başkanı Dr. Sedat Laçiner’in bakışı şöyle:
“İsrail, teröristlerin yanında yer alacaksa, tabii ortak düşman olur... Bu açıdan PKK’nın tanımlaması bir yakınlığı ifade ediyor.
Kürt bölücü siyasetinde İsrail’in son 10 yıllık dönemde büyük bir rolü bulunmaktadır. Irak savaşından sonra Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması için İsrail’in çok özel gayretleri olmuştur... MOSSAD’ın eski başkanı; bizzat giderek ülkenin kuzeyindeki bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani’ye yardım etmiştir!..
Ayrıca; terör örgütü PKK’nın uzantısı PJAK’a İsrail’in silah yaptığı, zaten bilinmektedir...
Murat Karayılan’ın açıklamaları, ‘Mızrak çuvala artık sığmıyor, sözlerin bile ötesine geçiyor’ anlamına geliyor. PKK, İsrail-PKK ittifakı kurulduğunu ilan ediyorsa, İsrail’den buna bir açıklama gelmezse -gelmeme ihtimali de var çünkü... İskenderun saldırısından sonra da yalanlamadılar- Ortadoğu’nun yeni ittifakı hayırlı olsun! Kürt kamuoyu, PKK-İsrail bağlantısını daha iyi görmeli, nerede durduğunu iyi tahlil etmelidir.”
“DÜŞMANIMIN DÜŞMANI DOSTUMDUR!”
Tüm bunlardan sonra, şunu sormak lâzım:
PKK “İsrail’e dost” ise, Türkiye’ye “düşman” demek değil midir?..
Peki Türkiye; enayi midir ki; “kendine düşman bir ülkeyle işbirliği” yapsın?..
Murat Karayılan; “Düşmanımın düşmanı, benim dostumdur” diyerek “İsrail ile ittifak” içine giriyorsa, bu demektir ki; “İsrail de Türkiye’ye düşman”dır!..
Peki; “Mevcut anlaşmalar” dışında “İsrail ile yeni anlaşma” imzalamayan bir Türkiye; kalkıp da “İsrail’in dostu PKK” ile hiç anlaşma yapar mı?..
Demek oluyor ki;
Bahçeli’nin ve Kılıçdaroğlu’nun iddia ettikleri gibi, “PKK ile bir anlaşma” yoktur!.. Olması da mümkün değildir!..
Bunun “yalan” olduğunun belgesi ise;
“Karayılan’ın açıklamaları”dır!..
BAHÇELİ, ASIL KENDİNE BAKMALI
Söyleyin Allah aşkına;
PKK, eğer “Türkiye ile bir anlaşma zemini” bulabilseydi, kalkıp da “İsrail ile ittifak” kurmaya yönelir miydi?..
Eğer “Türkiye’den yüz bulabilse” idi; kalkıp da, “Hakkari’de 9 Kürt vatandaşını katleder miydi?”
Demek ki, iddialar palavra!..
Bu durumda; özellikle Devlet Bahçeli’nin “Ergenekon dâvâsı” için “zırva” demek ve “Evet” diyen Ülkücüleri “serçe”ye benzetmek yerine; yüzde 42’lik “hezimet”in arkasında, referandum sürecinde izlediği “yanlış strateji”yi araması çok daha iyi olur!..
Sayın Bahçeli; yaptığı son çıkışlarla, “hangi tarafta” yer aldığını da iyice düşünmelidir!.. Çünkü bu ülkenin insanları; “PKK ile Ergenekon” arasında “organik bir bağlantı” olduğuna yürekten inanmaktadır!.. Aynı Ergenekon, “İsrail ile de dirsek teması”nda bulunmaktadır!..
“Zırva” diyerek “Ergenekon’u aklamaya” çalışan Sayın Bahçeli; “PKK-Ergenekon ittifakı” veya “İsrail-PKK ittifakı” içine sürüklendiğinin farkında mıdır acaba?..
Bunu düşünmesinde yarar var!..




SP... Böyle olacağı belliydi!
Hayır, “beklenti”lerin aksine, Saadet Partisi hakkında uzun bir yazı yazmayacağım... Çünkü üzüntüm büyük, öfkem büyük... Birinci sayfamızda okuyacağınız gibi; “Milli Görüş dâvâsı”nın yolcuları, “tarihte ilk defa” birbirleriyle “mahkemelik” oldular ve Saadet Partisi gibi bir parti; mahkeme kararıyla “Kayyum”a devredildi... Kayyum olarak atanan 3 kişi, partiyi “Olağanüstü Kongre”ye götürecek!.. Bu kongrede Numan Kurtulmuş aday olur mu, yoksa çekilir mi bilemem!..
Ama, “Perşembe’nin geleceğini Çarşamba’dan görmek” için müneccim olmaya gerek yok!.. Ben, 21 Ağustos’ta SP İl Başkanlığı tarafından verilen “iftar yemeği”nde; “Kur’an-ı Kerim okunurken atılan sloganlar” ve “arbede”den sonra, diyeceğimi demiştim: “Bir dâvânın çöküşünü gördüm!.. Keşke görmesem, keşke yaşamasaydım!”
O gün, “donup kaldığımı” söylemiştim... Dolayısıyla, “dünkü gelişme”yi hiç yadırgamadım.
Ama, “çok üzüldüğümü” söylemeliyim.
Öyle inanıyorum ki; kim “haksız” ise bunun “vebal”ini çekecek, bunun bedelini çok ağır ödeyecektir.
Yazımı, 24 Ağustos günü kullandığım “son cümle” ile bitiriyorum: “Sebep olanlar utansın!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi