Serdar Arseven

Serdar Arseven

“Konfor”un mu “Onur”un mu?..

“Konfor”un mu “Onur”un mu?..

Tabiri Prof. Dr. Özcan Yeniçeri’den işittim:
“Konfor”mist!..
Ne demek bu?..
Şu demek:
“Konforunu onuruna tercih eden insan tipi!..” (x)
Son derece uyumlu, aşırı derecede yumuşak başlı.
“Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” modunda, şeker gibi, ılımlı insanlar!..
“Tam itaat..”
“Sonsuz sadakat!..”
“Yersiz Biat!..”
İnandığını yüksek sesle dile getirmek mi?
“Küstahça cüret!..”
Yönetenlerin yanlışlarına işaret mi?
“Haddi aşmak!..”
Kişilikli çıkışlarsa malûm:“Bencillik.”

Bu hemen her müessesede böyle.
Parti, vakıf, dernek, iş yeri, şu, bu...
Hemen her yerde...

Yönetenler, “etliye sütlüye karışmayan”,
“suya sabuna dokunmayan”,
“itirazı, eleştirisi olmayan”
“yeni fikirler üretmeyen”,
“nabza göre şerbet veren”
ve
“bağlılık-iltifat gösterileriyle nefis okşayan” tipleri tercih ederler...
O tipler de öyle yöneticileri!..

Uyumculuk-konformizm, kişilerin “çapsızlıklarından” doğuyor aslında.
Ailenin, okulun, kışlanın “bireyi ezen” eğitim modelleri, özgüveni yitik fertler üretiyor!..
“Birey” olarak değer ifade etmeyen, öz güveni olmayan, çareyi bir bütünün parçası olmakta; “uyumluluk” postuna bürünerek kaybolmakta buluyor...
Bir oyun kuruluyor böylece; yönetici sınırsız itaatin zevkinde, “seçilmiş insan” olarak sırtlarda gezinmenin hoşluğunda...
Yönetilen de “güvenilir” (!), “uyumlu”,
“kurşun asker kıvamlı” bir “adam” olarak bilinmekte buluyor tatmini...
Başka bir şansı da yok zaten; “uyum” tek çıkar yol; Pek rahat, getirisi iyi, itibar da bünyede.

Ben bu kadar “uyumlu” insanlardan oluşan bir toplumdan hazzetmiyorum...
Savunduğum, “Anarşizm” değil elbet; “bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler” kıvamındaki bir özgürlük anlayışını da gerçekçi bulmuyorum.
Lâkin, bu kadar tepkisiz bu kadar “evet efendim, sepet efendim”ci bir toplumu da en az “anarşist toplum” kadar sağlıksız buluyorum.
Hemen her partide, her vakıfta, dernekte “kayıtsız şartsız itaat edilen” ve “kayıtsız şartsız itaat eden” tiplere rastlıyorum.
“İyiye yöneltici eleştirilerde bulunan” birkaç kişi çıkmış zamanında...
Çıkmış ve böyle yaptığı için dışlanmış, mekanizma dışına itilmiş...
Galileo’nin “Ne derseniz deyin dünya yuvarlak ve durmadan dönüyor” ısrarını takdirle anarız, “Kral Çıplak” diye bağıran çocuğa güler, bunu “Kral’ın yüzüne” söyleme cesaretini gösteremeyen büyüklere kızarız...
Dünyanın döndüğünü ve yuvarlak olduğunu...,
Kral’ın da çırılçıplak dolaştığını söylemenin bedeli var elbette.
“İnsanlık Onuru” bu bedeli göze almayı gerektirir.
“Konforunu onuruna tercih eden” insanların toplumunda, bedel ödemeyi göze alanı mumla aramak durumundayız.
Her yerde böyle; partilerde, derneklerde, vakıflarda, medyada...
(Şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki AKİT gazetesi “farklı fikirlere” tahammülün geniş olduğu istisnai müesseselerden. )
Evet.. İstisnalar müstesna, halimiz bu.
Türkiye’nin en büyük sorunu da bu galiba; “aydın” denilen zümre bilhassa, güce her durumda râm oluyor...
Milletin önünde gitmesi gereken “aydın” denilen zümre, sağda, solda, ekranlarda boy gösterirken, “etliye sütlüye” dokunmama halinin her türlü kıvraklığını sergiliyor...
Bakıyoruz; adamın biri, şöhreti bol, lakîn işe yarar lâfı yok...
Öyle bir kıvam tutturuyor ki; iktidarla arası iyi olsun, muhalefetle fazla takışmasın, televizyon programlarına sürekli olarak çağrılsın, “gelir”i daim ve de kavi olsun, çok şey söyler gibi yapsın amma hiçbir şey söylemesin.
Kimseye rahatsızlık vermesin, konforundan da zerre eksilmesin.

O kadar çok ki bu tipler... Bazen; “Tuhaflık bende olmalı” diye düşünüyorsun!..
“Konfor”mist mi olmak lâzım ne!..
..............
(x): (Yeniçeri Özcan, Milli Bilinç Nasıl Kırılır, Kripto Yayınları)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi