Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Padişahların eğitimi 2

Padişahların eğitimi 2

Şehzadeler, sancağa çıkarıldıktan ve dar anlamda “lider” olduktan sonra da din, ilim ve edeb eğitimlerine aralıksız devam ederlerdi. Bu konularda en büyük yardımcıları kifayetli hocalarıydı. Hocalarından Kur’ân, hadis, tefsir, tarih, astronomi, matematik, yabancı dil, sanat, edebiyat, müzik ve spor dersleri alırlardı.
Yine de en yakın öğretmenlerinin anneleri olduğunu vurgulamak gerekiyor. Sancakta hep oğluyla beraber olan anne, her yönden onun gözetleyicisi ve koruyucusuydu. Tahta geçtiğinde zulmetmesini önlemek için sevgi, şefkat, hamiyet, vefa öğretirler; bu çerçevede kişilik ve kimlik kazanmasına yardımcı olurlardı.
Padişah olan baba ise şehzade oğlunu uzaktan kontrol eder, yerli yerinde bazı müdahalelerle babalığını hatırlatırdı. Bu suretle şehzadenin eğitimine onlar da babalık kimliğiyle katkıda bulunurlar, ruhunda baba açlığı oluşmamasını sağlamaya çalışırlardı.
Kanuni Sultan Süleyman’ın, Manisa’da sancak beyi iken, babası Yavuz’un gönderdiği “Siyasetname”yi gözünün önünden ayırmayarak neredeyse sürekli okuması meşhurdur.
Altı çizilmesi gereken son bir nokta var: O da şehzadelerin çıkarıldıkları sancakta yaşayan gönül erleriyle buluşturulmasıdır...
Bu bir gelenekti...
Malum: Ertuğrul Gazi, kendi adıyla anılacak cihan devletini kuracak olan oğlunu (Osman Gazi) çocuk yaştan itibaren Şeyh Edebali’ye götürüyor, tekke disiplini ve ruh olgunluğu kazanmasına çalışıyordu.
Sonraki zamanlarda da bu gelenek aynen devam etti. Padişah adayları her alanda eğitimleri için kendilerine tahsis edilen resmi hocalardan başka, tekke şeyhlerinden de ders alır, sohbetlerinde olgunlaşırlardı.
Bu, hem iman-ibadet eksenli bir hayat kurmaları hem de gururdan, kibirden arınmaları için zaruri sayıldı.
Düşünün, daha iyisi hayal edin lütfen: Süslü püslü elbiseler içinde makam-mevki sahibi bir şehzade geliyor, üzerindeki cübbeden bir iplik çekilse kırk yama düşecek kadar fakir, üstelik hiçbir makamı-mevkisi olmayan bir şeyhin önüne diz çöküyor.
Ona atalarından miras kalan derin hürmeti gösteriyor. Vahiy eksenli öğütlerini boynu bükük halde sessizce dinliyor...
Ve git gide makam-mevki ve zenginliğin getirdiği büyüklenme duygusundan arınıp, mütevazı bir dervişe dönüşüyor.
Yirmili yaşlarda alınmazı alıp “Fatih” olan Sultan II. Mehmed’e, Ak Şemseddin Hoca’sının karşısında el bağlatıp boyun büktüren ve inim inim bir sesle, “Beni dersune al, tekrar irşad eyle, bir dem (an) senun dersunde bulunma lezzeti cihan padişahluğuna aglebdur” (üstündür) diye yalvartan saik işte bu yürek eğitimidir.
Yavuz Sultan Selim’e, “Padişahı âlem olmak bir kuru kavga imiş/ Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş” dedirten de aynı yürek eğitimidir.
Hatırlayalım: Ankara Savaşı (1402) sonrasında param parça Osmanlı’yı derleyip toparlayarak âdeta yeniden inşa eden, bu yüzden de “İkinci Kurucu” olarak selamlanan Sultan Çelebi Mehmed, Amasya’da; birkaç kez teşebbüs ettikten sonra Doğu Roma’yı fethedemeyeceğini anlayınca, fethedeceğine inandığı 11 yaşındaki oğlunun (Sultan Fatih) bir an önce padişah olmasını sağlamak için, hayatının en verimli çağında tahttan feragat eden Sultan II. Murad, Amasya’da; 21 yaşında alınmazı alıp yapılmazı yapan Fatih Sultan Mehmed, Manisa’da; “Veli” unvanıyla meşhur Sultan II. Bayezid, Amasya’da; Anadolu’den sonra İstanbul’a göz diken Şah İsmail gailesini bertaraf ettikten sonra hilafetle kucaklaşan Yavuz Sultan Selim, Trabzon’da; dünya tarihine “Muhteşem” unvanıyla geçen Kanuni Sultan Süleyman, Manisa’da bu çerçevede eğitildiler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi