Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Kaçmayın; 'zulme zulümle karşılık vermek', yok bizde!

Kaçmayın; 'zulme zulümle karşılık vermek', yok bizde!

Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayırdığım bir ‘Hasbihal’e daha, selâmla..
-Cemil Sayar Kastamonu’dan yazıyor: ‘Fâzıl Say isimli bir piyanist bir Alman gazetesine verdiği röportajda, ‘Bizim Türkiye rüyalarımız öldü. Bütün Bakan eşleri türbanlı..
Biz yüzde 30, onlar yüzde 70.. Türkiye’den ayrılmayı düşünüyorum..’ demiş..
‘Şapka düştü, kel göründü..’ Bugüne kadar, %10’u bile bulmayan ‘müstekbir’ (zorba ve kodaman) bir taife, bütün bir mazlum halkı, tahakkümü altında tutmuştu.’
-Fâtih Nalçakan yazıyor: ‘Bay Fâzıl Say, siz müziğinizle, yaşayış tarzınızla, duygu ve düşüncelerinizle, farklı bir dünyaya aid olduğunuzu zâten hep gösteriyorsunuz.. Ama, size ‘Kaçmayın..’ diyoruz.. Bu, size çok ihtiyaç duyduğumuzdan değil.. Kendi ülkemizde parya muamelesi görmenin acıları içinde yaşadık, nesiller boyu.. Şimdi de siz görünüz demiyoruz.. Sadece, ‘tahakküm gücünüzün azalmakta olduğunu daha fazla görmelisiniz’ diye sizden, kaçıp gitmemenizi istiyorum.. Korkmayınız, bizim inancımızda, zulme zulümle mukabelede bulunmak yoktur.. Adâlet anlayışımız, sizi de kuşatır..’
*Bu insanlar başkalarının giyim-kuşamına korku ve paranoiaları yüzünden müdahale hakkını kendinde gören ve kendilerinin yüzde 30 olduğunu sanan zavallı, hasta tiplerdir.. Eğer zorbaca dayatmaları olmasın, yüzde 5’i bile bulamazlar.. Ama, biz onlara bir baskı uygulamıyacağız.. Onlar da biliyorlar bunu, ama, mahalle baskısı olur diye korkuyorlar.’
-Ali Yılmaz Karamürsel’den yazıyor: ‘Burada kaymakam, halk ve kamu personeli ile bayramlaşmanın 20 Aralık Perşembe günü, Bayram namazından sonra, Merkez Camii’nde yapılacağını duyurmuş.. Şimdi.. ‘Aaaa, böyle şey olur mu?’ diye tepiniyor, mâlum çevreler.. Dinimizin bayramlarında tatil yapmayı kabulleniyor, kurban derilerine el koyuyorsunuz; insanları motive etmek için, hele askerlikle ilgili olarak İslâmî ıstılahları dilediğiniz gibi istismar ediyorsunuz ve amma, bir kaymakam camide bayramlaşma yapılacağını açıklayınca, küplere biniyorsunuz. Ben şahsen o Kaymakam Bey’in, resmî bir yazıya dökmeden, camide hazır bulunarak bayramlaşma yapmasını tercih ederdim. Ama, öyle de olsa, n’olur?’
-Kerime İnceoğlu Bursa’dan yazıyor: ‘Eğitim Bakanı’nın, bir yarışmada birinci gelen ‘başörtülü bir kız’ın kürsüye çıkarılmasına tepki verdiği’ ve yanındaki bir yöneticiye, ‘Bunu kasden mi yapıyorlar?’ dediği bildiriliyor.. Böyle bir ihtimal de varsa, araştırtmak elindeydi.. Ama öyle değil de, bir kız öğrenci birinci geldiyse, onun ödülünü hattâ bizzat vermeli değil miydi? Bakan, entrikalara karşı duyarlı olabilir, evet, ama, genelde ayıplıyorum. Biz birilerinin korku veya lûtuflarından hayat dilenen köle ve paryalığı asla kabullenmiyeceğiz!’
-M. Ekrem Yılmazoğlu yazıyor: ‘Çocukların Kur’an Kursları’na haftada 3 gün yerine 5 gün gönderilmesine izin veren yeni bir düzenleme yapıldığı’ ve ‘28 Şubat zorbalıkları’nda bir nebze gedik açılmak istenişiyle ilgili haber üzerine, birisi bir yorum yazmış.. ‘Bari, İran’la sınırları kaldırın da, laikliğin çöküş acısını her gün yaşamaktansa, bir günde görelim..’ diyor.. Bu gibiler, sonra da, laikliği din gibi algıladıklarını kabullenmek istemiyorlar.. Bu ne İslâm düşmanlığı, böyle? Ülkenin geleceğini bu laikler mi koruyacak? ‘Bu ülke sadece savaşta müslüman halkındır; barışta ise, laiklerin..’ denilmek isteniyor..
Askerlik yapmaya, vergi vermeye, itaat etmeye gelince, bu işler biz halka düşer.. Ama, yönetmeye gelince, bu zorbalara aid bir yetkidir, öyle mi?
-F.Zehra (13 Aralık günlü ve ‘T.C. tipi laiklikte, İslâm’ı yok saymak esastır!’ başlıklı yazım üzerine) yazıyor: ‘Başkasının önyargılarından rahatsız olanlar, kendi önyargılarını dayatmaya da kalkışabilirler.. Prof. Özcan’ın aktardığınız fikirlerini kabul etmeyecek bir tek normal insan -sizin deyiminizle ‘laikler’ de dahil- yoktur. Okurlarınıza, ülkenin yarısının böylesi basit bir gerçeği göremediği bilgisini yüklemeye çalışıyorsunuz. Karşıtlık yaratma çabası yakışıyor mu? İslâm adına konuşuyorsanız, niye dinimizin birleştiriciliğine yaklaşmıyorsunuz da, neredeyse laiklerin tamamını ateist ilan ediyorsunuz?’
*’Ülkenin yarısının laiklerden oluştuğu’ gibi bir mâna çıkıyor yazdıklarınızdan.. Bunu nereden çıkarıyorsunuz? Herhalde şimdiki iktidar partisine oy verenler ve vermeyenler ayırımından çıkarıyor olmalısınısız.. İktidar partisi içinde pek çok laikler olduğu gibi; diğer partiler içinde de, laik olmayan, hayatını İslâm inancına göre yaşamak isteyen niceleri vardır. ‘Gerçek laik’ler yüzde 5 bile değillerdir.. Diğerleri, onu resmî ideolojiye göre algılıyorlar..
Laiklerin ‘ateist’ sayılmasına gelince.. Ben‚ ‘gerçek laik’ olanların ‘vahy-i ilahî’ye dayanan dinlerle ve özellikle de İslâm’la kesin bir zıddiyet içinde olduklarına inanıyorum.. Çünkü, ‘gerçek laiklik’, ‘vahy’in sosyal hayata yansıması’na müsaade etmez.. (Eski c.başkanı A.N. Sezer’in yaptığı laiklik tariflerini hatırlayınız, tam da bu mâna vardı..) Ayrıca, ‘gerçek laiklik’te ‘hayatı tanzim eden hükümler veren bir tanrı’ inancına yer yoktur..
Görüşlerimi İslâm adına değil, bir müslüman olarak açıklamaya çalışıyorum, sadece beni bağlar.. Herkes, elbette ki doğru olduğuna inandığını söyler ve söylemelidir. Ama, ‘Hakikat’ bizim sözlerimize göre değil; belki sözlerimiz, ‘Hakikat’ ölçüsüne göre şekillenmelidir.. (O ‘Hakikat’in ölçüsü nedir?) denilirse, asıl problem de o ölçünün belirlenmesinde başlar..
-S.A. Yıldız yazıyor: ‘Müslüman insanların mezhebleri üzerinde gelişi-güzel yorumlar yapılıyor.. Bu gibi tartışmalar faydalı mı, zararlı mıdır? Bir de kişinin yaşadığı ülkelerin dinini veya mezhebini benimsemesi şart mıdır?’
*Mezheb kelimesi, terim olarak, bir inancın, bir dinin yorumlanmasında benimsenen ve takib edilen yol mânasına gelir. Benimseme, şuûrlu bir tercihle yapılırsa, insanın düşünce ufkunu açmaya da vesile olur.. Ama, ne olduğunu bilmeden, anlamadan yapılan bir benimseme, kişiyi taassuba da götürebilir.. Bu gibi durumlara her din, mezheb veya cereyandan örnekler vardır.. Aslolan, kişinin dinini ‘atalarımızdan böyle gördük’ diyerek değil, şuûrlu, düşünerek, tercih edilmiş bir inanç olarak benimsemesidir..
Din veya mezhebin, yaşanan coğrafyalara göre belirlenmesine gelince.. Bir insan yaşadığı coğrafyada hâkim olan inancı kabullenmekte mazûr görülse, Hindistan’da inekleri tanrı kabul edenleri de normal karşılamak gerekir.. Müslümanların da, sözgelimi, Suudî’de (hanbelî/vehhabî), Yemen’de (şiî/zeydî), Kuzey Afrika’da (mâlikî), Mısır ve Endonezya’da (şâfî), İran’da (şiî/caferî), Türkiye’de (hanefî) mi olması gerekir?.. Müslümanlar, Allah huzurunda şu veya bu mezhebden değil; müslüman olup olmamaktan ve İslâm’ı doğru anlamak ve yaşamak cehdi gösterip göstermediklerinden sorumlu olacaklardır..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi