Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Tefekkür’süz bir kültürün mukallit çocukları!

Tefekkür’süz bir kültürün mukallit çocukları!

Son günlerde, Mahmut Çetin tarafından kaleme alınan “Çalıntı Polemikleri” isimli kitabı okuyorum... Birkaç yıl önce kitabı ilk elime aldığımda, şöyle üstünkörü bakmış, sonra da kütüphaneme koymuştum... 240 sayfalık kitap, 2005 yılında “Biyografi.net Yayınları” tarafından basılıp, piyasaya verilmiş... Ama, dedim ya; ben yeni okumaya başladım...
Mahmut Çetin’in kitabında; “edebiyat”ta, “müzik”te, “sinema” ve “akademik araştırmalar”da, “kimin, kimden ne çaldığına” dair örnekler var...
Kitapta, dünyaca ünlü “şöhret”lerin yaptığı öyle “çalıntı” örnekleri var ki; “Olamaz!” diyorsunuz, “O da mı çalıntı?!?”
BİRKAÇ ÇALINTI ÖRNEĞİ!
¥ Meselâ Aleksandre Dumas...
“Yazılarını başkalarına yazdıranlar”ın edebiyat dünyasındaki “en ünlü örneği” imiş Aleksandre Dumas... “Kırk kişilik bir fason yazarlar” ya da “zenciler” grubu kurmuş... Birçok eserini bu gruba yazdırırmış, kimisine hiç dokunmadan olduğu gibi matbaaya gönderirmiş...
Meselâ, “Monte Cristo”yu yazan kendisi değil, “zenciler grubu”nun başkanı Auguste Maguet’miş!..
¥ Meselâ, Bülent Ersoy’un bir albümüne ismini veren “Maazallah” şarkısındaki müziğin, Cezayirli sanatçı Alabini’ye ait olduğu iddia edilir.
¥ Ünlü besteci Cemal Reşit Rey’in; meşhur “10. Yıl Marşı”nı, Jan Jack Rousseau’dan esinlenerek bestelediği ileri sürülür.
¥ Cervantes tarafından kaleme alınan ünlü “Don Kişot” hikâyesi de “intihal” yani “çalıntı”dır... İsmail Hami Danişmend’e göre bu eser, “İslâm dünyasının edebî birikiminden bir parça”dır... Bu eserin aslı “Arapça”dır ve Cervantes de, sıkışınca bunu “itiraf” etmek zorunda kalmıştır.
¥ Yine İsmail Hami Danişmend’in iddiasına göre; Dante’nin “İlahî Komedya” adlı şaheseri de, Muhiddin Arabi’den “intihal”lerle doludur... Kitapta; “İslâm’ın edebî tasvirleri”nden bol bol alıntı yapılmıştır.
¥ Yazarları arasında İ.Ü. eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun da bulunduğu “Laparoskopik Cerrahi” adlı kitabın, “New Developments in Laparocopy” adlı kitaptan “araklandığı” belgelenir... Gazetelere yansıyan bu “aşırma” iddiaları üzerine Türk Tabipler Birliği bir inceleme başlatır ve sonunda Alemdaroğlu’na “iki ay meslekten men” cezası verir...
Bunun gibi, yüzlerce örnek var...
Bizim “ünlü” bildiğimiz nice insanın, nice “ünlü eser”inin aslında “çalıntı, aşırma, aparma, araklama” olduğunu Mahmut Çetin’in kitabını okuyunca öğrendim..
Düşünebiliyor musunuz;
“Laikçiler”in dilinden düşürmediği “10. Yıl Marşı”nın bestesi bile çalıntıymış!.
MUZUREVİ DE Mİ ÇALINTI?
Diyeceksiniz ki;
“Düğün değil, bayram değil” iken, bu “çalıntı” işine merak sarmak da neyin nesi?.
Efendim, dedim ya;
Son günlerde “Çalıntı Polemikleri”ni okuyorum...
Şu işe bakın ki, yine son günlerde, ortalık “intihal” iddialarından geçilmiyor...
En son iddia; Müjdat Gezen’le ilgili... Amatör senaristlerden Dilara Selek adlı bir kadının iddiası şu:
“Müjdat Gezen’in geçen sezon sahneye koyduğu Muzur Evi adlı oyunu, 2008’de ben yazmıştım!”
Olur mu?.. Olur!..
Dilara Selek’in iddiası şu:
“Muzur Evi’ni, 1.5 yıl önce, amatör senaristlerin yazdıklarını paylaştığı bir forum sitesine koymuştum. Müjdat Gezen beni arayıp şahsımı küçümseyerek, fırça atar şekilde konuştu.
Gezen’den hakkımı alacağım.
Çok fazla emek harcadım.
Amatörüm ama Muzur Evi’ni kime gösterdiysem çok beğendi. Üç yıllık emeğimi heba etmek istemiyorum. İsim, içerik aynı, isimler benzetilmiş.”
Müjdat Gezen’in savunması ise şöyle:
“Bu kadının eseri nerede yayınlanmış, nerede basılmış?
Hiçbir yerde.
Benim bir de huzurevim var. Oradaki yaşananları yazdım. Benim mi ondan çalma ihtimalim yüksek, onun mu benden?
Benim yazıp yönettiğim bir eser için para talebini benden yapıyor.
Kadın dolandırıcı.
Manevi tazminat davası açtım.
Kadının eserini de okudum, benimkine benzemiyor.
Bu kadar açık dolandırıcılık var mı.
Hapse attıracağım.”
Buna rağmen, iddiasını sürdüren Dilara Selek; 11 Kasım’da Türk Patent Enstitüsü’ne oyunun marka tescilini almak için de başvuru yapmış.
Selek, Müjdat Gezen’den telif talebinde bulunup 11 Kasım’da ihtarname göndermiş.
İhtarnamede, “Bir başkasına ait edebi eseri umuma arz ettiğiniz, kendi eseriniz gibi gösterdiğiniz, eser sahibinin izni olmadan eserin içeriğinde değişiklikler yaptığınız tespit edilmiştir” iddiasında bulunmuş.
Selek, Fikri ve Sınai Hakları Mahkemesi’ne de konuyla ilgili dava açmış.
Gezen’in avukatı Saim Yapıcı ise 22 Aralık’ta gönderdiği karşı ihtarnamede, “Aslı Muzurevi olan bu edebi eser müvekkilin ürünüdür” iddiasında bulunmuş.
Gördüğünüz gibi;
Önceki günkü Hürriyet’te yer alan haberin muhatapları, oldukça iddialı...
Herkes, kendi açısından haklı...
Ama ben, “Çalıntı Polemikleri”ni okuyunca; “Niye olmasın?” demekten kendimi alamadım!..
“10. Yıl Marşı’nın bestesi” bile “çalıntı” ise, bu dünyada “olmaz” olmaz!..
LİVANELİ’YE AĞIR SUÇLAMALAR!
Müjdat Gezen ile Dilara Selek arasındaki “çalıntı” tartışmasının nasıl sonuçlanacağını merak etmekle birlikte, şimdi size bir “çalıntı iddiası”nı daha aktaracağım.
Önce bir haber:
9 Aralık tarihli “Günaydın”da Zülfü Livaneli’nin, ilk plaklarını tekrar albümleştirdiğine dair bir haber vardı. “Nazım Türküsü” yahut “Merhaba” vs. gibi bir dizi plakla ilgili olarak verilen bilgiler arasında şiirleri bestelenen bütün şairlerin adları birer birer sıralanıyordu.
“Günlerimiz”le ilgili şu cümleler vardı:
“1980 darbesi sonrasında Avrupa yollarına düşen Livaneli; Stuttgart’a, Paris’e ve Stockholm’e gider. Albümde yer alan besteleri de Avrupa kentleri arasındaki yolculuklarda yapar.”
Gerisini, Yağmur Atsız’dan dinleyelim... Yağmur Atsız, 26 Aralık 2010 tarihli Star’daki yazısında; Günaydın’daki haberle ilgili olarak diyordu ki;
“Gidip albüme baktım. Orada da Zülfü Livaneli’nin 12 Eylül 1980 gecesi güney Fransa’da bulunduğu ve sonra “Günlerimiz”i yollarda ortaya çıkardığı yazılı. Bu arada mûmâileyh Alman televizyonunun da dikkatini çekmiş ve bir program diğerini izlerken şöhret gelmiş.
“Ömrümün İlk 65 Yılı” adlı kitabımda Zülfü’nün ne mal olduğunu anlatırken onu Stalin devri târihçilerine yâhut “1984” romanındaki “Hakıykat Bakanlığı”na benzetdiğimi yazmışdım. Onlar da her gün değişen şartlara göre mâzîyi yeniden yazıyorlardı.
Zülfü’nün o gün çok bozulduğu bu benzetmenin ne kadar isâbetli olduğu bir kere daha tahakkuk etti.
O albüme adını veren “Günlerimiz” benim şiirimdir. Herkesin adını defâlarca anarken benimkini hasıraltı etme çabası Zülfü’nün içinde bulunduğu “tuhaf” ruh hâlini gösteriyor.
12 Eylül 1980 gecesi Zülfü, Güney Fransa’da değil, benim Köln’deki evimdeydi. Fransa’ya bir hafta sonra gidip yine dönmüşdür. Zâten o sıralar yılın birkaç ayını bizde geçirirdi. Hattâ rahat çalışabilmesi için ona binâ içinde ayrı bir oda tutup döşemişdim. “Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm” adlı ilk romanını da orada yazmaya başlamışdır.
Zülfü Stuttgart’a belki geçerken uğramışdır. Karargâhı Köln’dü. “Günlerimiz”deki bestelerin çoğu orada ortaya çıkmışdır.
Avrupa’ya 12 Eylül’den sonra sığındığı da yalandır. 1972’de gelmişdi. 12 Eylül’den sonra döndü ve bir halt olmadı. Ben yedi yıl giremedim. Burada da târihi tahrîf ediyor.
Kaldı ki “Günlerimiz” Paris/Clichy’de 1980 Nisanı’nda, yâni Darbe’den beş ay önce kaydedilmişdir. Orada yalnızca Tülay German ve Rahmetli Erdem Buri yokdu, ben de vardım. Bütün kayıdlarda!
Bestelenen şiirlerimden tek kuruş te’lîf ücreti almadım o da başka!
Sosyalizm sağolsun!
Zülfü’yü Alman televizyonlarına (ZDF ve WDR’ye) üç kere çıkaran da ben’im. Yoksa kimsenin dikkatini mikkatini çekdiği yokdu. Hattâ ilk program yayınlandığı gece parkda gezinirken “Bunu hiç, ama hiç unutmayacağım!” diye boynuma da sarılmışdı.
Unutmadığı belli oluyor.
Ya bir de unutsaydı!
Zülfü bir tıbbî vak’adır!”
Yazının sahibi “sıradan biri” olsa, gülüp geçersiniz... Ama iddianın sahibi Yağmur Atsız, iddiaları da belgeli olunca, merak ediyorum, Zülfü bu işe ne der?..
LEYLİM LEY DE Mİ ÇALINTI?
Hoş, Zülfü Livaneli ile ilgili ilk iddia da değil bu... Yine “Çalıntı Polemikleri”nden okuduğuma göre, Zülfü’nün “Leylim Ley” şarkısı için de “intihal” iddiası vardır ve bu olay, 8-14 Ocak 1995 tarihli Nokta dergisinde de gündeme getirilmiştir.
Olay şudur:
Şair Erdoğan Alkan, Zülfü Livaneli’nin bestesi olarak bildiğimiz ‘Leylim Ley’ şarkısının kendisine ait olduğunu ileri sürmüştür. Erdoğan Alkan, Zülfü Livaneli ile Ankara’dan arkadaş olduklarını ve bir dönem çok sık görüştüklerini belirterek bu “çalma” olayının nasıl gerçekleştiğini şöyle anlatır:
“Ben Şarkışlalıyım. Kaymakamlık yaptığım sürece de Anadolu’yu çok dolaştım. Bu arada saz çalar ve çeşitli folklor araştırmaları da yaparım.
‘Leylim Ley’i de bu yıllarda besteledim. Zülfü ile Ankara’dan tanışırız. İstanbul’a geldiğinde bir akşam ona dinlettim bu şarkıyı. Sözleri bana aitti ‘Leylim Ley’in. Birkaç bestemi daha çaldım ona. Bunları teybine kaydetti. Sonradan ‘Leylim Ley’ başka sözlerle çıktı.
Buna Fikret Otyam da tanıktır ve hatta yazmıştır da... Otyam, bir yazısında, ‘Zülfü daha kısa pantolonla gezerken ‘Leylim Ley’ benim kasedimde Erdoğan’ın bestesi olarak kayıtlıydı’ demiştir.
Zülfü bir başka bestemi de ‘Deniz Gezmiş Destanı’ olarak okudu. Bunları Almanya’da yayınladı Zülfü, Türkiye’ye geldiğinde neden böyle yaptığını sorduğumda bana yapımcının hatası olduğunu söyledi.
Zülfü yalnızca benim bestelerimi değil, Feyzullah Çınar’ın ‘Merhaba’ adlı şarkısını da kendi bestesi gibi lanse etmiştir. Bu konuda söylenecek çok şey var. O biliyor neler söyleyeceğimi.”
Erdoğan Alkan’ın iddiasından sonra Zülfü Livaneli Nokta dergisine şu açıklamayı yapar:
“Valla inanılacak gibi değil, deli saçması. Bakın böyle bir iddiayı yapanın ispatlaması lazım. İsterseniz yazın. Bunlar deli saçması.”
Nokta dergisi sorar:
Erdoğan Bey’le sizin bir tanışıklığınız var değil mi?
Livaneli cevap verir:
“Var tabii, var. Çok eskiden gelen bir tanışıklığımız var. Ama onun müzikle bir ilgisi yoktu. Kaymakamdı. Ondan sonra emekli oldu. Kendisinin böyle bir iddiası varsa ispat etmesi gerekir, değil mi?”
ETRAFIMIZ MUKALLİT DOLU!
Gördüğünüz gibi; gündemde yığınla konu varken; ben kalktım, “kel alâka” bir konuyu gündeme getirdim...
Çünkü, “intihal” önemli bir konu!..
Bir anlamda, “emek hırsızlığı!”
Düşünebiliyor musunuz;
Birileri “kafa patlatarak, alın teri dökerek” ve belki de “yıllarca emek harcayarak” bir “eser” üretiyor ama birileri “hırsızlık” yapıp, hazıra konuyor!..
Haa, sanılmasın ki;
Müjdat Gezen’in veya Zülfü Livaneli’nin “intihal” yaptıklarını iddia ediyorum... Ben, sadece “iddia”ları yansıttım... Gerisi, “taraf”ların bileceği iş!..
Ama, “olmaz” diyemiyorum!..
Niye olmasın?..
Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir genel başkanın, “Gandi”den, “Ecevit”ten, “Che”den ve en önemlisi de Tayyip Erdoğan’dan “rol çaldığı” bir ülkede, pekalâ başkaları da “eser çalmış” olabilir!..
Hem, unutmayalım ki; “Batılılaşma Serüveni”nin başladığı Tanzimat’tan bu yana; aydınlarımız “tefekkür” etmek yerine “taklit” etmeyi tercih etmişlerdir...
Ülkemiz, maalesef “mukallit”lerle dolu!..
================
Acılı anneye yeni yıl mesajı!
Adına “gaf” mı dersiniz, “komedi” mi, yoksa “dram” mı?.. Olay, şu: Bay Kemal Kılıçdaroğlu, bir “yeni yıl” mesajı yayınlıyor, 81 ildeki CHP teşkilatları da, bu mesajları, “önceden belirledikleri aileler”e götürüp, okuyorlar.
Malatya’da da öyle olmuş... “CHP’li kadınlar” almışlar ellerine “Kılıçdaroğlu’nun mesajı”nı, gitmişler Kaya ailesinin yaşadığı mahalleye...
Başlamışlar “Kılıçdaroğlu’nun mesajı”nı okumaya...
“Değerli kardeşim” hitabıyla başlayan mesaj şöyle devam ediyormuş:
“Bu mektupla 2011’in sana ve ailene iyilikler getirmesini diliyorum... Sana yazdım, çünkü ailenin toplayanı, bir arada tutanı sensin... (...) Çocuklarımızın geleceği, yakınlarımızın sağlık ve huzur içinde olması çok önemli. Değerli kardeşim, (...) 2011’de çocuklarının başarılarını, ailenin güzel günlerini duyurmak istersen lütfen bana yaz.”
Diyeceksiniz ki, ne var bunda?..
Doğru, nihayetinde “propaganda” yapıyorlar!..
Ama, “gariplik” şurada ki; “CHP’li kadınlar”ın bu mesajı okuduğu ev, o esnada bir “taziye evi”dir, iyi mi?..
Dahası; mesajın okunduğu “anne” de, 14 Aralık’ta meydana gelen kazada “iki oğlunu kaybeden” bir annedir!.. Yani, “çocuklar, artık yok”tur!..
Düşünebiliyor musunuz; CHP Kadın Kolları, “önceden belirledikleri Kaya ailesi”ne Kılıçdaroğlu’nun mesajını okumaya gidiyorlar ama, o evin bir “taziye evi” olduğunu bilmiyorlar...
Bari, gitmeden önce bir sorun, soruşturun!..
Mesajdaki, “çocuklarınızın geleceği” ifadesi okunurken, o “acılı anne”nin ne hâle geldiğini düşünebiliyor musunuz?..
Hani, “istismar” olur da, bu kadarını sadece CHP yapar!..



Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi