Mısır, K.Afrika'daki değişimin işaretini mi veriyor?

Mısır, K.Afrika'daki değişimin işaretini mi veriyor?

Mısır'ın İskenderiye şehrinde bir "Kıpti kilisesi"ne yapılan bombalı saldırıyı neyin işareti saymak gerekir? Elbette bu bir ilk değil, daha önce de bu tür saldırılar olmuştu. Ama son saldırının parlamento seçimlerinden hemen sonra gerçekleşmesi kafalarda soru işaretleri doğuruyor.Mısırlı Müslümanlar da sağduyulu davranarak Hıristiyanlarla birlikte saldırıyı protesto ettiler ve hatta geçen gün Kahire'de yapılan anma töreninde Kilisenin etrafında koruma amacıyla etten duvar oluşturdular.

Hıristiyan –Müslüman çatışmasının kimin işine yarayacağı konusunda da farklı tartışmalar yaşanıyor.

Biliyorsunuz, Mısır'da iki turlu parlamento seçimleri geçen Kasım ayı sonunda ve Aralık ayı başında yapılmıştı.

Müslüman Kardeşler'in yanı sıra Mısır'ın en eski partilerinden "WAFD" da ikinci turda seçimlerden çekilmişlerdi.

İlk turda yüzde 25 civarında olduğu düşünülen katılım oranının, ikinci turda yüzde 10'lara kadar düştüğü söyleniyor.

Seçimleri yine, 1952'deki askeri darbeyle gelen zümrenin desteklediği iktidardaki "Milli Demokrasi Partisi" kazandı.

MDP dışındaki partiler ve bağımsız gözlemciler seçimlere hile karıştırıldığı konusunda mutabıklar.

Amerika ve AB'den de seçimlerin şeffaf olmadığı yönünde açıklamalar gelmişti.

Müslüman Kardeşler'e göre Mısır tarihinin en karanlık seçimlerinden biri olmuştu.

Kahire'de yankılanmış söylentilerden biri de Mısır Kıpti Kilisesi Patriği 3. Baba Şenuda'nın, ilk defa iktidardaki Milli Demokrasi Partisi yerine WAFD Partisi'ne oy vermesiydi.

Kıpti Kilisesi Patriği'nin WAFD partisine destek vermesi Mısır'ın uluslar arası kamuoyunda imajını değiştirebilecek bir gelişmedir.

MISIR CUMHURBAŞKANI SİVİL BİRİ Mİ OLACAK?

Mısır seçimlerini önemli kılan bir diğer etken ise, bu yılın Eylül ya da Ekim ayında yapılması beklenen Cumhurbaşkanlığı seçimleri.

82 yaşındaki Hüsnü Mübarek, 1981'den bu yana Devlet Başkanı.

Neredeyse otuz yıldır Mısır'ı demir bir yumrukla idare ediyor.

1952'de "Hür Subaylar" darbesiyle kısa bir süre devlet başkanlığı yapan General Necip'i saymazsak, 59 yıl içinde Mısır'ı üç Cumhurbaşkanı yönetti.

Kral Faruk'u deviren Hür Subaylar, önce General Necip'i başa geçirdiler.

Ardından da "ihtilalin kudretli albayı Cemal Abdulnasır" bir başka darbeyle General Necip'i devirerek Devlet Başkanlığı koltuğuna oturmuştu.

1970'de Nasır ölünce, yerine yardımcısı Enver Sedat geçti.

Sedat 1981'de öldürülünce, onun da yerine yardımcısı Hüsnü Mübarek oturdu.

2011'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mübarek'in aday olmayacağı biliniyor.

En yaygın söylenti, Hüsnü Mübarek'in işadamı oğlu Cemal Mübarek'in aday gösterileceği.

Herhalde Mısır'ın askeri rejimden sivil rejime geçmesi için bir ara dönem adayı olarak Cemal Mübarek düşünülüyor.

Mısır Ordusu'nun Cemal Mübarek'in adaylığına sıcak bakıp bakmadığı da şu an için belirsiz.

1952'DEKİ DEVRİM KUZEY AFRİKA'YI ETKİLEDİ

Mısır rejiminin sivilleşmesinin Kuzey Afrika'yı etkileyeceği aşikar.

Daha önce Mısır'ın nüfuz alanı içerisinde yer alan Sudan, Cezayir, Tunus ve Libya'da da askeri rejimler uzun süredir işbaşında.

1952'de Mısır Devrimi, sömürge olmaktan kurtulan Kuzey Afrika'nın diğer ülkelerine esin kaynağı olmuştu.

1950'lerde, 1960'larda Arap dünyasının en popüler lideri olan Albay Nasır, Arap milliyetçiliğinin alemdarıydı.

Arap dünyasının her yerinde Abdulnasır'ın posterleri asılıyordu, sokaklarda onun adı haykırılıyordu.

Onun döneminde fiyaskoyla sonuçlanmış olsa bile Mısır ve Suriye "Birleşik Arap Cumhuriyeti" adı altında birleşmişti.

ABDÜLNASIR EFSANESİ ÇÖKÜYOR

Mısır'ın 1967'deki "Altı Gün Savaşları"nda İsrail karşısında yenilgiye uğramasıyla birlikte Nasır efsanesi de çöktü.

İsrail, bu savaşlardan önceki topraklarından dört kat daha geniş bir bölgeyi eline geçirmişti.

Akabe körfezindeki Şarm El Şeyh, Sina yarımdası, Gazze, Kudüs'ün tamamı, Şeria Nehrinin batısındaki Ürdün toprakları ile Suriye'nin Kuneitra bölgesi kaybedilmişti.

Filistin Davası ağır bir kayıp almıştı.

Bu mağlubiyet Arap dünyasında bir travma etkisi yaptı.

Hala o travmanın etkisi sürüyor.

Enver Sedat'ın İsrail ile barış antlaşması imzalamasıyla Mısır, Arap dünyasının tek lideri olma özelliğini de büyük ölçüde yitirdi.

Kuzey Afrika ve Orta Doğu'daki askeri darbelerle kurulan rejimler bu soğuk savaş dengesiyle varlıklarını sürdürebildiler.

Osmanlı'dan zorla koparılan Mısır, Libya, Cezayir, Tunus, Sudan'ın yanı sıra birinci dünya savaşı sonrasında manda rejimlerine tabi tutulan Irak, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Körfez ülkeleri sömürgecilik sonrası dönemde Arap Milliyetçiliği'nin bayrağı altında hiçbir zaman toplanamadılar.

Ne "Irak-Ürdün Federasyonu" yürüdü, ne de Mısır-Suriye'den müteşekkil "Birleşik Arap Cumhuriyeti" birliği yürüdü. Uzun lafın kısası, Arap Milliyetçiliği Araplara bekledikleri huzur ve istikrarı getirmedi.

ASKERİ VESAYET REJİMLERİ SON BULACAK MI?

Şimdi de yeni bir dünya kuruluyor, konseptler değişiyor. Kuzey Afrika'da da bir dizi değişim sözkonusu. Tunus ve Cezayir'de olaylar başladı. Bugün Hıristiyanların çoğunluğu oluşturduğu Güney Sudan'da referandum var. Büyük bir ihtimalle, Sudan ikiye bölünecek.

Bu gelişme hiç kuşkusuz Mısır'ı da derinden etkileyecek.

Yeni küreselleşme dalgası ve değişen dünya dengeleri Kuzey Afrika'da askeri rejimlerden sivil rejimlere geçilmesi yönünde ciddi baskılar oluşturacak.

Dolayısıyla İskenderiye'de bir Kıpti kilisesine yönelik bombalı saldırı bu değişimin işareti olarak görülebilir.

Kendi halklarıyla barışık olmayan askeri oligarşiler bu değişime ne kadar direnebilecekler, hep birlikte göreceğiz.

Arap dünyasının kalbi olan Mısır'ın sivil rejime geçmesi, Kuzey Afrika'daki askeri rejimlerin sivilleşmesini tetikleyecek.

Bu yüzden Mısır Cumhurbaşkanlığı seçimleri her zamankinden çok daha önemli.

Türkiye'de yaşanan demokratik değişim modeli, Arap-İslam dünyasında da bir model olarak algılanıyor.

Arap-İslam dünyasında askeri vesayet rejimleri için tehlike çanları çalmaya başladı.


Mısırlılıların da 6-7 Eylül'ü varmış!

Sadece Türkiye'nin 6/7 Eylül'ü var sanıyorsanız aldanıyorsunuz demektir.

1952'de Kral Faruk'u tahttan indiren "Hür Subaylar darbesi" de Mısır'ın 6/7 Eylül'ü sayesinde gerçekleşmişti.

Gerçi Türkiye'de 6/7 Eylül'ü tezgahlayanlar çok istedikleri halde bir askeri darbe imkanı yakalayamadılar.

Mısır 6/7 Eylül'ünün, Türkiye'nin 6/7 Eylül'ü için bir esin kaynağı olduğunu söylemek bile mümkün.

Pek çok yönden benzerlik gösterir.

Menderes İktidarı 6/7 Eylül 1955'deki olaylardan büyük yara aldı ama dış konjoktür bir askeri darbe için yeterli değildi. Ama bu dış konjoktür Mısır için elverişli durumdaydı. Mısır'da Kral Faruk işbaşındaydı, ama bizde 1908 sonrasında olduğu gibi bir de parlamento vardı. Üstüne üstlük Süveyş kanalı yüzünden Mısır'dan İngiliz askerleri çekilmemişti. Mısır Hükümetleri İngiliz karşıtıydılar.

Başbakan Nahas Paşa'nın 1951'de Mısır-İngiliz anlaşmasını tek taraflı olarak feshetmesi, Paşa'nın bağlı olduğu Wafd Partisi'nin itibarını artırmış, Kral Faruk'a olan öfkeyi ise daha da artırmıştı. Kral Faruk, Wafd'ı tasfiye etmek için gizlice İngilizlerle anlaşmıştı. Kral Faruk, Wafd'ın tahta karşı olduğunu düşünüyordu ve büyük ölçüde de bu doğruydu. İngiliz askerleri ile Mısırlı fedailer arasında yaşanan çatışmalar Mısır halkının İngilizlere duyduğu nefreti artırıyordu. O günlerde Mısır'da görev yapan Türk diplomatlardan Mahmut Dikerdem, sokaklarda yabancılara saldırıların arttığına ve İngiliz karşıtı gösterilerin yaygınlaştığına dikkat çeker anılarında.

Kahire'de İngilizlerin 25 Ocak 1952 günü, Mısır yarı-askeri milliyetçi örgütlerinden birine yönelik olarak gerçekleştirdiği bir askeri operasyon sonucunda 55 kişiyi öldürmeleri üzerine halk galeyana gelmişti. Dikerdem anılarında, "Bu havayı 6 Eylül 1955 günü Selanik'te patlayan bomba üzerine İstanbul'da meydana gelen duruma benzetebilirim. Zaten 26 Ocak Cumartesi günü Kahire'de olan bitenlerle 6/7 Eylül İstanbul olayları arasında birçok noktalarda benzerlik gördüğümden , içinde yaşadığım Kahire yangınının bende kalan anılarını ayrıntılarıyla anlatmak istiyorum" demişti. Dikerdem, Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evin bombalanması olayına atıfta bulunuyordu.

26 Ocak'ta olanlar şuydu. Sabah erken saatlerinden itibaren Kahire'nin çeşitli bölgelerinden onbinlerce insan Giza Üniversitesinin bulunduğu meydana doğru akıyordu. Sağcı, solcu, bütün Kahireliler birleşmişti. Polis de, asker de göstericileri engellemek yerine kol kanat germişlerdi adeta. Zaten İngiliz karşıtı Hükümet de göstericilere el altından destek veriyordu. Göstericiler Başbakanlık binası önüne gelerek Başbakan Nahas lehinde tezahüratta bulundular. İçişleri Bakanlığı'ndan bir yetkili balkona çıkarak, "Bugün sizin gününüzdür, intikamınız alınacaktır" dedi. Aynı saatlerde Kral'ın sarayının bulunduğu bölgede de Kahire varoşlarından gelen kalabalıklar toplanmıştı. Polis ve askerin karışmadığı kalabalıklar yabancılara ve gayrimüslimlere ait bankalar, mağazalar ve otellerin yanı sıra gazinoları ve sinemaları ateşe verdiler. Yüz civarında insan hayatını kaybetmiş, dört yüz bina yıkılmış ya da hasara uğramıştı. Kral orduya ateş emri verdiği halde subaylar bu emri yerine getirmemişlerdi.

Olayların soruşturulması da bizdekine benziyordu. Önce "komünist mihraklar" suçlanmış, delil bulunamayınca "milli galeyan"da karar kılınmıştı. İlk başta Kral Faruk kazançlı çıkmıştı durumdan. Önce sıkıyönetim ilan edildi ve arkasından Başbakan Mustafa Nahas Paşa görevden azledilmiş yerine İngilizlerin adamı Ali Mahir Paşa getirilmişti. Ne var ki Wafd'ın bu şekilde tasfiye edilmesi "Hür Subaylar" adı verilen askeri cuntanın önünü açmıştı. Kral Faruk, altı ay sonra, 22-23 Temmuz 1952'de Hür Subaylar'ın gerçekleştirdiği bir darbe sonucundan tahttan indirildi.

Darbeciler, 27 Mayıs 1960'da bizde olduğu gibi(General Cemal Gürsel örneği)General Necip'le temas kurarak onu darbenin resmi lideri olarak ilan ettiler. General Necip, iktidarı bir süre sonra Wafd partisine devretmek isteyen ılımlı bir askerdi. Cemal Abdulnasır'ın liderliğini yaptığı "Devrim Konseyi" kısa bir süre sonra General Necip'i devre dışı bıraktı. Aslında General Necip, Abdulnasır ve ekibini tasfiye edecek güçteydi ama ordu bölünmesin diye yumuşak hareket etmişti. Albay Abdulnasır da General Necip'in iktidarı, sivillere devretmesinden korkuyordu. Komitacı bir adam olan Abdulnasır hızlı ve kararlı hareket etmişti.

İhtilal kendi çocuklarını yemişti.


Cemal Abdulnasır'ı Amerikalılar destekledi

1952'de "Hür Subaylar darbesi"nde Amerika'nın etkisi var mıydı?

Şöyle vardı..

Mısır'ın aşırı solun eline düşmektense, Hür Subaylar'ın eline geçmesi Amerika açısından ehveni şer olarak görüldü.

Doğrusu, Hür Subaylar da Amerika'yı ikna etmişlerdi.

Hür Subaylar giderse, komünistler gelirdi.

Amerika'nın Kahire Büyükelçisi Jefferson Caffery ile aralarından su sızmıyordu Hür Subayların.

Büyükelçi de darbeci subaylardan "çocuklarım" diye bahsediyordu.

Büyükelçi Jefferson'a göre Kral Faruk'u devirmek kudretini göstermiş dinamik subaylar bertaraf edilip de ülkenin yönetimi General Necip'in gölgesinde bekleşen eski dönem politikacılarının eline geçerse bunun tepkileri şiddetli olur ve Mısır'ı komünizmin kucağına atacak olaylar patlak verebilirdi.

Necip'in kişiliği kurt politikacılarla başa çıkmasına elverişli değildi. Mısırın bir süre Cemal Abdulnasır gibi güçlü bir adamın otoritesi altında kalması, siyasi istikrarın sağlanması ve komünizmin önlenmesi bakımından hayati önemde idi.

Merhum Büyükelçi Mahmut Dikerdem'e göre, Büyükelçi jefferson'un bu kanıya varmasının sebebi, Hür subaylarla temas halinde olan "CIA ajanı William Lakeland" idi.

Amerikan elçiliğinde katip olan Lakeland, CIA'yı ve Büyükelçiyi, Mısır'da Nasır'a komünistlerden başka alternatif olmadığını telkin etmişti.

Böylece Amerikan hükümeti Nasırı desteklemesi için ikna edilmişti.

Nasır ve arkadaşları da Lakeland ve CIA üzerinden Amerikanın desteğini kazanmıştı.

Amerikan Dışişleri Başkanı John Fuster Dulles idi.

Aynı dönemde Dulles'in kardeşi Allan Dulles de CIA'nın başındaydı.

Amerika'nın desteği sayesinde Hür Subaylar İngilizlere karşı ellerini güçlendirmişti.

Hür Subaylar ve Amerika arasındaki balayı fazla sürmedi.

Amerika'nın Aswan Barajı projesini finanse etmekten vazgeçmesi üzerine Cemal Abdulnasır yüzünü bir parça Moskova'ya çevirmişti.

Yine de Amerika, Mısır'ın Komünist bir rejime geçmemesi için Nasır'a karşı ciddi bir hamle yapmaktan uzak durdu.

Türkiye'de de Başbakan Adnan Menderes, Amerika'dan beklediği ekonomik yardımı alamayınca Moskova ile yeni bir ilişki kurmak istemiş, ancak bu kararını hayata geçiremeden 27 Mayıs 1960'da bir askeri darbeyle düşürülmüştü.

Demek ki 27 Mayısçı subaylar, Türkiye'nin komünist bir rejime geçmeyeceğinin garantisini vermişler.

Zaten darbeciler yayımladıkları bildiride NATO'ya ve CENTO'ya bağlı kalacaklarını ilan etmemişler miydi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi