Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Dindarlığımıza bir şeyler oldu

Dindarlığımıza bir şeyler oldu

Siyasi istismar, ticari istismar derken, dindar duruşumuza bir şeyler oldu…
Dini duyarlılığımızı önemli ölçüde kaybettik…
Onu kaybettiğimiz ölçüde de “dünyevî” duyarlılık kazandık!
Bizim hayatımız da artık “üretim-tüketim” kıskacında.. Her şeyi belirleyen öncelikli değer bizde de “para”…
Bizim açımızdan da “moda” çok önemli bir kavram, “lüks” bizim için de hayatın gerçeği, “marka” bizde de tutku…
Artık gelsin defileler, beş yıldızlı ve de yaldızlı tatiller, lüks otomobiller, yalılar, köşkler…
Ve aynı şarkılar:
“Para, para, para;
“Varlığı bir dert, yokluğu yara…”
öte yandan eskisi kadar dikkatli, şefkatli, rikkatli, hamiyetli değiliz…
Eskisi gibi İslâmî kavramların üstüne titremiyoruz. Dini siyasete, ticarete ya da herhangi bir dünyeviliğe alet etme ihtimali yüreğimizi ürpertmiyor, ruhumuzu titretmiyor.
Kısacası dostlar, dünyevileştik! Dünyevileştiğimiz ölçüde de lükse ve gösterişe meylettik...
Marka giyiyor, görkemli arabalara biniyor, imkânımız varsa yalılarda filan oturuyor, saraylarda düğün yapıp Dubai’deki yedi yıldızlı otelde balayımızı geçiriyoruz.
Eskiden ahirette kavuşacağımıza inandığımız tüm nimetlere fani dünyada ulaşmayı kafamıza koymuş gibi itişip tepinerek para kazanmaya çalışıyoruz! Yine de mutsuzuz.
Cebimiz dolduğu ölçüde sanki ruhumuz boşalıyor. Hassasiyetlerimiz “zamanaşımı”na uğradı: “Zaman sana uymazsa sen zamana uy” dedik, yüreğimize bir tekme salladık!
Düne kadar kravat takmayan (ben o mereti hep takarım), hanım eli sıkmayan, takkesiz namaz kılmayan dikkatimiz güme gitti!
“Pozisyon gereği” Batılılaşıp laikleştik. Alacağımız son pozisyonun toprağa yanak dayamak olduğunu bile bile dikkatimizi maddiyata kurban ettik.
“Politikacı olarak mecburum efendim...” dedik...
“Sanatçı olarak mecburen, efendim...” dedik...
“İşadamı olarak (ya da işkadını) mahkûmüm efendim...” dedik.
Nasılsa, “ümmete haram olan Mehmed’e helâl mı?” diye kükreyecek bir Mola Gürani’miz de yok: çünkü dünyevileştiğimiz ölçüde, o “yürek adam”ları da kaybettik!
Daha önce yazmıştım, ama bu kez de sırasıdır yazmanın...
Fatih Sultan Mehmed, hocalarına iftar veriyordu. Hocalarına hürmeten, Bizans Sarayı'ndan ele geçen altın tasları, sahanları, kaşıkları sofraya koydurmuştu...
Molla Gürani, bu gösteriş tutkunluğuna çok kızdı. Hemen tavır aldı. Bunu da ezan okunduktan sonra iftarını açmayarak gösterdi...
Hoca, hışmını boşaltacak bir yol arıyordu... öte yandan gencecik Padişah sabırsızlanmıştı. Dakikalar geçip midesi iyice kazınmaya başlayınca, dayanamadı: “Buyurunuz taam edelim” dedi Molla Gürani’ye bakarak, “merak buyurmayınız, soframızda haram lokma yoktur.”
Molla Gürani’nin beklediği an bu andı. Müthiş bir hışımla Sultan Mehmed’e döndü, sofradaki altın kapları, kaşıkları göstererek: “ümmete haram olan Mehmed’e helâl mı?..” diye sordu, “Bizans İmparatoru’nu taklit ediyorsan, bil ki; Bizans’ı bu gösteriş belası batırdı.”
Ve ancak sofradaki altın kaplar, kaşıklar kaldırıldıktan sonra iftarını açtı.
Fatih kıpkırmızı olmuş, önüne bakarak susmuştu. Bu ona iyi bir ders oldu: Bir daha gösteriş tutkusuna kapılmadı.
Kuşkusuz biz Fatih değiliz, Konstantiniye’yi fethetmeyeceğiz. Sadece yüreğimizi fethetsek yeter! Ne çare, ona bile dünya (tul-u emel) hükmediyor.

İnanç konusunda zayıf olanların lüks ve gösteriş tutkusunu anlamak mümkün.. Onlar her nimeti fani dünyada tatmak, her lezzeti fani dünyada yaşamak istiyorlar.
Ya ebedî hayatın varlığına inananlara ne oluyor; neden tek dünyalılar gibi yaşamaya hevesleniyorlar? Gerçekten de bunu anlamakta zorlanıyorum...

Diyelim ki; geleneksel kıyafetimizi mecburen terk ettik; peki ya dilimizi neden bozduk, mutfağımızı neden kapattık, tarihe neden yüz çevirdik, hayat felsefemizden, doğru geleneklerimizden, “helâl” kazancımızdan, sade hayattan, tasarruftan, paylaşma anlayışımızdan, komşuluk güdümüzden neden uzaklaştık?
Düne kadar eleştirdiğimiz halde bugün “festfut” yiyor, “Kokakola” (yazıldığı gibi okunur) içiyor, “arabesk pop” dinliyor, “moda” ve “marka” giyiyor, defileler tertipliyor, kısalta kısalta “kirli”ye (“Kirli sakal” modasına uyma uğruna sakal gibi çok önemli bir sünneti de kirlettik..) dönüştürdüğümüz sakalımızla en önlere kurulup manken seyrediyoruz!
Eskiden “huri taifesi”ne Cennet’te kavuşacağına inanan Müslüman işadamı, artık huriyi podyumlarda arıyor!
Kısacası biz dindarlar da artık “modern hayatın icaplarına göre” yaşıyoruz…
Ve git gide varlık hikmetinden uzaklaşıyoruz.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi