Modern Lawrence of Arabia

Modern Lawrence of Arabia

Ulus bilincine sahip olmayan Arap ülkelerinde rejimler birer ikişer yıkılıyor.

Yemen’in iki güçlü kabilesi Haşid ve Bakil, Başkan Ali Abdullah Saleh’e desteklerini çektiklerini açıklamış.

Haşid kabilesinin Şeyhi Hüseyin bin Abdullah al-Ahmar, bu kararı güvenlik güçlerinin göstericilere ateş açması sonucu aldığını açıklamış.

Bugüne kadar Ali’nin yanında yeralan iki kabile reisi birden insanlar hakları savunucusu olmuş ve 4 göstericinin ölümü karşısında isyan bayrağı açmış.

Ne kadar ikna edici siz karar verin...

Libya’nın da ilk kopan bölgesi Cyrenaica olmuştu.

Feodal bağların güçlü olduğu, paranın siyasi sadakatı belirlemede önem taşıdığı ülkeler bunlar.

İnsan bu gelişmeleri izlerken Osmanlı’nın son dönemini hatırlamaktan kendini alamıyor.

Sadakatin kasa kasa altına alınıp satıldığı bir dönem, ‘hastalığı’ ilan edilen ölüm döşeğindeki Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine Batı’nın hayati çıkarlarını koruyacak rejimler kurulmasını sağlamıştı.

Burada sadece kabileleri suçlamak yersiz elbette.

Osmanlı paşalarının rüşvet merakı da ünlüydü elbette.

O kadar ki, Kut Savaşı sırasında İngiltere aralarında Lawrence of Arabia’nın da bulunduğu bir ekiple Halil Paşa aracılığıyla Enver Paşa’yı satın almaya çalışmıştı.

Jeremy Wilson, Towsend ve askerlerinin esir alınmak yerine

Hindistan’a gönderilmesini sağlamak amacıyla böyle bir teklifin yapıldığını ancak rüşvete merakı bilinen Enver’in propaganda amacıyla bu teklifi reddettiğini yazıyor. (Lawrence of Arabia, Jeremy Wilson, sayfa 294)
Bölgede sınırlar yeniden çiziliyor.

Çin’le petrol anlaşması yapan Sudan bölündü, Libya’nın petrol üreten bölgesi en azından federative bir yapıya kavuşmak üzere, Yemen’de kabile isyanı başlıyor.

2. Dünya Savaşı’nın eskiyen haritası yeniden çiziliyor açıkçası.

Başkan Bush’un Irak modeli işlemedi, işgal yerine ülkelerin kendi halklarının isyanı devreye girdi.

Sonuç dileriz bölge halkları için hayırlı olur.

Gerçi şu anki baskı ve korku rejiminden daha kötü bir alternatif olması mümkün değil herhalde ama kaynakların yerli halkların kontrolünde kalması olası görünmüyor.

Batı bir taşla bir kaç kuş vuruyor aslında.

Suudi Arabistan, Bahreyn gibi monarşileri uyguladıkları baskı ne olursa olsun kollamaya devam ediyor.

Petrolü Çin, Rusya rekabetinin oyun alanı dışında tutuyor, buraları riske sokmayacak yeni rejimler oluşturuyor.

Ayrıca mallarına yeni pazarlar açıyor. Sırada koca Afrika kıtası var.

Şu Lawrence of Arabia’yı yeni okuma zamanı şimdi.

Haritalar çizilirken de geçmişin deneyiminden yararlanılıyor elbette.

Bugünü daha iyi anlayabiliriz.



Bitmeyen Yolculuk

Bir devrimcinin güncesi de diyebiliriz.

Oğuzhan Müftüoğlu çocukluğundan başlayıp devrimci hareketin en güçlü örgütü Devrimci Yol’un bir numarası oluşuna kadar olan süreci Adnan Bostancıoğlu’na anlatmış.

Her anlatım sübjektiftir ve kendini tarih önünde haklı çıkarmaya çalışır kaçınılmaz olarak.

Müftüoğlu’nun anlatımının da tartışmalara yolaçması kaçınılmaz.

Devrimci geçmişin, darbecilik sorgulaması açısından yeni bir fırsat aslında bu.

Oral Çalışlar dün bu tartışmaya Radikal’deki köşesinden katıldı.

Dilerim devam eder çünkü sayısı ve gücü azalmış olsa da, Türkiye’de solun darbeci gelenekle hesaplaşması kaçınılmaz.

Müftüoğlu’nun kitabı bunun bir fırsatı esasında.

Yıllar önce Dev-Yol davasındaki hukuksuzluk nedeniyle Sabah’ın Ankara Bürosu’nda tanışmıştım Müftüoğlu ile.

Daha sonra bu hukuksuzluğu birinci sayfadan yaptığımız bir haberle duyurmuştuk.

Şimdi yargıdaki reforma karşı çıkanların bu dava sürecine bakmaları bile ne kadar yanlış yerde durduklarını görmeleri açısından önemli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi