Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Her gözyaşına aldanmayın... Timsahlar da ağlar!

Her gözyaşına aldanmayın... Timsahlar da ağlar!

Dün; aynı zamanda Hak-İş Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı da olan Hizmet-İş Sendikası Genel Başkanı Mahmut Arslan ile Genel Sekreter Devlet Sert geldi ziyaretime...
Oturduk, sohbet ettik.
Hem “sendikal faaliyet”lerinden söz ettiler, hem de önlerine çıkarılan çeşitli “engel”lerden!..
En büyük “sitem”leri de;
“AK Partili Belediyeler”e!..
Dediler ki;
“AK Partili belediyelerde, Türk-İş’in sol kanadını temsil eden Belediye-İş de var, DİSK de... Tabiî, biz de varız... Ama, CHP’li ve BDP’li belediyelerin hiçbirinde Hizmet-İş yok!..
Meselâ, Silivri Belediyesi AK Parti’de iken orada biz vardık... Ama, Belediye 29 Mart’ta CHP’ye geçince, bir ay bile tahammül edemediler, hemen attılar bizi!..
Nedir bunun sebebi?..
CHP’li ve BDP’li belediyeler mi çok ideolojik davranıyor, yoksa AK Partili belediyeler mi duyarsız?
Maalesef, bizim belediyelerimiz, sendika olayına pek sıcak bakmıyor... CHP’li ve BDP’li belediyeler ise; kendi sendikalarının üzerine titriyor!..”
BİZ, BİZE ZULMEDİYORUZ!
Mahmut Arslan ve Devlet Sert ile sohbetimizde; bu tavrın sadece “sendika”lara karşı değil, “İslâmi kimlikli” herkese karşı uygulandığında “mutabık” kaldık!..
Öyle ya;
“İşveren”lerimizin bir kısmı, meselâ “başörtülü” bir hanıma iş vermekte nazlanıyor, iş verse bile, ona “asgari ücret”i lâyık görüyor!..
Bu tür “sıkıntı”lara maruz kalan “başörtülü” hanım ise; “gördüğü nemelâzımcılık”ların bir benzerini kendisi yapıyor!.. Meselâ, “kendi sendikası”na, “kendi STK’sı”na, “kendi gazetesi”ne mesafeli!..
Açıkçası, “duyarsızlık” yaşıyoruz.
Hemen herkes, bir “baskı”ya, “haksızlık”lara maruz kaldığında, yani “nasırına basıldığında” hatırlıyor çevresini!..
Mahmut Arslan ile dertleşirken;
Söz, döndü-dolaştı Erbakan Hoca’ya geldi... Hoca, hastaneye kaldırılmazdan önce; “gel, bir çay içelim” diye yanına çağırmış Mahmut Arslan’ı...
“Çalışmaların nasıl gittiğini” sorunca, Mahmut Arslan; “işverenlerin ve belediyelerin, sendikaya sıcak bakmadıklarını, bu yüzden de zorluk yaşadıklarını” söylemiş.
“Nasıl olur?” demiş Hoca;
“Bu adamlar; işçilerin alın terinin hakkını almasında sendikaların gerekli olduğunu hiç bilmezler mi?.. Sendikalar olmasa, işçiler seslerini nasıl duyuracak, haklarına nasıl kavuşacak?”
Mahmut Arslan, Hoca’nın bu sözlerini aktardıktan sonra, “Şu hâle bak” dedi; “85 yaşındaki Erbakan Hoca bu duyarlılığı gösteriyor da, işverenlerimiz ve belediyelerimiz bunun farkında değil.”
YAPMACIK GÖZYAŞLARI!
Mahmut Arslan ve Devlet Sert ile sohbetimizi, “iki sebepten” aktarma ihtiyacı hissettim...
Birincisi; birileri, belki “ders” çıkarır!..
İkincisi de;
Hemen herkesin “Erbakan’la ilgili hatıraları”nı ve onun hakkındaki “kanaat”lerini anlattığı şu günlerde, ben de “Mahmut Arslan’ın hatırası”nı nakletmek istedim.
Açık ve net söyleyeyim;
Mahmut Arslan’ın, Erbakan Hoca ile ilgili duyguları ne kadar “samimi”, ne kadar “pazarlıksız” ise; birçoklarının, son günlerdeki “söylem” ve “yazı”ları o kadar “sahte”, o kadar “yapmacık!”
Birçoğu, “timsah gözyaşı” döküyor!..
Adeta, “tribünlere oynuyor”lar!..
Meselâ, Vural Savaş...
Fazilet Partisi hakkında açtığı “kapatma dâvâsı”nda; “Adeta kandan başka bir şeyle beslenemeyen vampirler gibi!.. Metastaz yapan habis bir ur gibi!.. Merve Kavakçı’nın Meclis’te yaptığı türban eylemi, bir ajan provokatörlüktür!.. Merve Kavakçı; FP’nin Leyla Zana’sıdır!.. FP, açık ve yakın bir tehlikedir!” gibi ifadeler kullanan ve bir “iddianame” değil, adeta “küfürname” ve “hakaretname” yazan kendisi değilmiş gibi; bugün kalkmış, “Erbakan, en milli, en yurtsever hükümeti kurmuştur” diye, gözyaşı döküyor!..
İyi de babam, sormazlar mı adama;
“Bu en milli, bu en yurtsever hükümetin liderine dâvâ açıp, onun partisini kapatan sen değil misin?
YA MEDYABAZLARA NE DEMELİ?
Ya “bazı generallere” ve onlara “yalakalık yarışı”na giren “medyabaz”lara ne demeli?..
Onlar da ağlıyor!..
Ama sahte, ama yapmacık!..
Söyleyin Allah aşkına;
“Erbakan direniyor!.. Çek elini iblis!.. Paşa, bakanı hizaya getirdi!.. Gelirsek, sizi kazığa oturtacağız!” diyenler onlar değildi de, acaba ben miydim?!?..
“Akıllandılar” desem, değil!..
“Ders çıkardılar” desem, değil!..
“İbret aldılar” desem, değil!..
“Gerçekleri gördüler” desem, değil!.
Çünkü, adım kadar eminim ki;
AK Parti iktidarında bir “yalpalama” görseler, “askeri vesayet”in canlanacağına dair “emare” hissetseler, yine “topyekün saldırı”ya geçerler, yine “hedef göstermeye” başlarlar, yine “psikolojik harp metodları”nı devreye sokarlar!..
Ben, bilirim bunları!.
“Kan”larını da bilirim,
“Gen”lerini de!..
İşte bunun içindir ki;
Erbakan Hoca hakkındaki duygu ve düşüncelerinin “yapmacık” olduğunu dobra dobra söylerim!..
Bunlar var ya, bunlar;
Tayyip Erdoğan’da en ufak bir “yılgınlık”, en ufak bir “yorgunluk” ve en ufak bir “kararsızlık” görseler, “Erbakan’a yaptıklarının bin beterini” Erdoğan’a yaparlar!..
Dolayısıyla, aldanmayın bunlara!..
Döktükleri gözyaşları;
“Timsah gözyaşları”dır!..
Malûm; avlarını parçalarken, “timsah”lar da gözyaşı dökerler.
GEL DE DEMİREL’E İNAN!
Hadi, bunları anlıyorum da;
Bütün bu “timsah”ların “Baba”sı olan Süleyman Demirel’e ne demeli?..
Erbakan Hoca’nın vefatından sonra “üzüntü”lerini bildirip, demiş ki;
“Necmettin Erbakan, okul arkadaşım ve meslektaşımdır!.. Geçen 60 yıl içinde pek çok yakınlığımız olmuştur. Çeşitli siyasi hadiseler içinde beraber göründük... Son defa hastayken 7 Şubat günü Güven Hastanesi’nde kendisini ziyaret edip helalleşmiştim. Allah rahmet eylesin, üzüntülerimi ifade etmek istiyorum.”
Gel de, inan!..
Yahu, 28 Şubat Süreci’nde “Erbakan aleyhinde” konuşan bu Demirel değil miydi?..
O günlerde;
“28 Şubat dayatmalarını imzalamasını” isteyen, Erbakan’ın “direndiğini” görünce; “Başbakanlık” görevini Çiller’e değil, Mesut Yılmaz’a veren kendisi değil miydi?..
POSTU NASIL KURTARDI?
Hadi, diyelim ki;
Bunlar “politik sözler”dir!..
Peki, “perde arkasında yaşanan olaylara” ne demeli?..
Tansu Çiller’in 28 Şubat sürecindeki başdanışmanları Hüseyin Kocabıyık ve Şükrü Karaca, o dönem ve merhum Necmettin Erbakan’a dönük çarpıcı açıklamalar yapmışlar.
Kanal A’daki programda; dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in ağzından çıkan; “3 milyon insan ölse ne olur?!?” sözleri de, onun “ruh yapısı”nı ve “millete bakışı”nı ortaya koyması açısından çok çok önemli ama; Karaca’nın, Demirel’le ilgili sözleri, hayli anlamlı.
Şöyle demiş programda:
“Cumhurbaşkanı Demirel, Genelkurmay’a gitmek zorunda kalıyor. Bir yerden sonra, yanındakileri içeri bırakmıyorlar. İçeri girerken, ‘Çocuklar, geri dönemeyebiliriz’ diyor.. Tek başına içeri giriyor. Orada 4 saat kalıyor. Artık içeride nasıl cedelleştiyse, kan ter içinde çıkıyor. Yanındakinin kulağına eğilip; ‘Postu kurtardık, canımızı zor kurtardık’ diyor.”
Merak ediyorum;
Bir “Cumhurbaşkanı’nın postu” niye tehlikeye girer?.. Karşındaki adam, hangi “rütbe”de olursa olsun, nihayetinde bir “ordu komutanı”dır, oysa sen, bir “başkomutan”sın!..
İçeride kaldığın “4 saat” boyunca hangi “pazarlık”ları yaptın, hangi dilleri döktün, nasıl yalvardın ki, “postu deldirmek”ten kurtuldun?..
“Kan-ter içinde” çıktığına göre;
Hayli zorlamışlar seni!..
Peki ama;
Ne dedin, ne yaptın, “hangi tavizi” verdin de kurtardın canını?..
Eminim ki;
Bir avuç azınlığı toplayıp, “9. Senfoni”yi çaldırdıktan sonra “İşte çağdaş Türkiye” diye bağıracağına “söz” vermiş, “yemin-billah” etmişsindir!..
Ya da, ne bileyim;
“Erbakan’a, Başbakanlığı dar edeceğini” söylemişsindir!.. Belki de; “Bazı milletvekillerini DYP’den istifa ettirip, Hükümet’in altını oyacağına” söz vermişsindir!.
Zaten, daha sonraları, hep “askere verdiğin söz”e göre hareket ettin!.. Son olarak da; Vural Savaş’ın ifadesiyle, “en milli, en yurtsever” hükümeti lâğvettin!..
Şimdi kalkmış;
“Erbakan’la helalleştik” diyorsun!..
Erbakan Hoca sana “hakkını helâl” etmiş olsa bile, ben etmiyorum arkadaş!..
Sana da hakkımı helâl etmiyorum, “timsah gözyaşı” döken diğerlerine de!.
Zorla değil ya, etmiyorum işte!..
===============
Onlar “gazeteci” mi?
“Karanlık Oda” da denilen “Oda TV”ye yapılan baskından, “Soner Yalçın’ın tutuklanması”yla sonuçlanan operasyondan sonra, “savcı”ların ellerine yeni “bilgi”ler, yeni “ipuçları” geçmiş olmalı ki, dün sabah “yeni bir operasyon” başlatmışlar!..
“11 ev” aranmış ve aralarında Prof. Yalçın Küçük’ün de bulunduğu 8 kişi gözaltına alınmış!..
İşte bu olay üzerine; bazı televizyonlar, sabahın ilk saatlerinden itibaren “özel haber” vermeye, “telefon bağlantıları” ile “görüş sormaya” başladılar...
Telefonla canlı yayına katılan kişiler, bu operasyonların “özellikle gazetecilere yönelik” olduğunu iddia edip, akılları sıra Başbakan Erdoğan’a çaktılar; “Bu mu ileri demokrasi?”
Daha düne kadar; “hukuka bağlı ve saygılı” olduklarını, “yargının bağımsız olması” gerektiğini söyleyip, hakim ve savcılara toz kondurmayanlar, dün baktım da; “topyekün saldırı”ya geçmiş gibiydiler!.. Ne “hukuk” tanıyorlardı, ne hakim ve savcı!..
Bugüne kadar, “Benim teröristim iyidir” mantığıyla hareket edenler, “kendi nasırlarına basılınca” başladılar ciyaklamaya!..
İyi hoş da; gözaltına alınanlar “gazeteci” ise, hele söylesinler; “hangi fikir, hangi yazı, hangi kitap”larından dolayı bu muameleye maruz kaldılar?.. “Darbeyi amaçlayan cuntalara yardım ve yataklık” etmek, ne zamandan beri “gazetecilik” oldu?!?
Operasyonu tartışın, ama onlara “gazeteci” demeyin!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi