Arşiv bir açılsa görürsünüz

Arşiv bir açılsa görürsünüz

Seçim günü yaklaştıkça, sokaklardan iktidar üretme senaryoları çoğalmaya başladı. İktidar değişikliğinin adresi olarak sandığı görmeyenler, kaybettikleri gücü devletin derin dehlizlerinde hep aradılar, bıkmayıp usanmayıp aramaya devam ediyorlar.

Bakıyorum, İstanbul’un en kalabalık bölgesi Taksim’de ağzı bantlı gazeteciler yürüyor. Yüzlerce gazetecinin mağduriyetine kör, feryatlarına sağır kalanlar, Nedim Şener ve Ahmet Şık için sözüm ona sessiz protesto yapıyorlar.

Kim inanır?

Üç beş CHP’li, bir iki İşçi Partili...

Zaten yanlarında, arkalarında, önlerinde onlar var. Kalabalığın yarıdan fazlası da tesadüfen oradan geçenler. Sıkıysa arka sokakta yürüyün de kaç kişisiniz sayalım, ya da “biz kaç kişiyiz” diyen Tuncay Özkan’a saydırın. Zaten o caddede normal zamanda bile metrekareye sayısız insan düşüyor.

O halde toplum neden bu kadar ilgisiz?

İşte ağzı bantlılar, kafalarını da mengeneden çıkarıp bu soruya cevap arasınlar. O zaman gerçekle yüzleşeceklerdir. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, Balyoz ve Ergenekon’da bozulan sicillerinin kaç puana tekabül ettiğini göreceklerdir.

Bugün Milli İstihbarat Teşkilatı, Emniyet İstihbarat, Jandarma İstihbarat ve Genelkurmay Askeri İstihbarat arşivlerini açsa, bugün efelene efelene aramızda dolaşan anlı şanlı çok sayıda gazetecinin görev kağıtları, ibret vesikası olarak alınlarına yapışacaktır.

Geçin bunları

Hepimiz biliyoruz, derdiniz, ne Nedim Şener ne Ahmet Şık. Hele Ahmet, sürekli işten çıkardığınız, mesleğini icra etmeye fırsat bile tanımadığınız bir gazeteciydi.

Nedim’i de kimi zaman gaza getirdiniz. Öyle ki, gazetecilere hapis cezası verilmesini önleyen yasal düzenleme için “Şamil Tayyar affı istemiyoruz” diye naralar attı. Halbuki o düzenlemeyi, Ergenekon ve Balyoz sürecinde haklarında
dava açılan yüzlerce gazeteci heyecanla bekliyordu, şahsımda kişiselleştirerek önüne set çektiniz.

Sanki bir köşede pusuya yatıp Ergenekon ve Balyoz’un üzerine giden gazetecilerin cezaevine girmesini beklediniz, ellerinizi ovuşturarak, kadehlerinizi tokuşturarak...

Ağırlıklı olarak Star, Zaman, Taraf, Yeni Şafak, Akit ve Bugün’de çalışan yüzlerce gazetecinin cezaevine girmesini murat ederken, şimdi ağızlarınızı bantlayıp kalabalık caddelerde boy gösteriyorsunuz.

Demek ki sorun, basın özgürlüğüyle ilgili değil. Karın ağrısı, Odatv’ye ödül veren zihniyetin hortlamasıdır.

Yakında seçim de var, fırsat bu fırsat deyip sokaklarda iktidar arıyorsunuz. Daha doğrusu, yıllardır yaptığınızı farklı konseptte yutturmaya çalışıyorsunuz.

Merak etmeyin yalnız değilsiniz.

Abdullah Öcalan da sokakları kana bulayarak yeni bir iktidar denklemi peşinde. İstihbarat örgütlerinin raporuna göre, Öcalan’ın 2 Şubat’ta avukatlarıyla yaptığı görüşmede, vahim sokak planlarının ipuçları var.

Seçime doğru öz savunma güçleriyle Türkiye’yi Mısır’a çevirmek niyetindeler. Kürtleri sokağa döküp kan ve şiddetten güç devşirmeyi planlıyorlar. Başarırlarsa; özellikle büyük şehirlerde metro istasyonlarını, su kanallarını, asker ve polislere ait servis araçlarını vurmayı hesaplıyorlar.

Hatırlayacaksınız, CHP de Mısır olayları patladığında halkı sokak sokak, mahalle mahalle direnişe çağırmış, birçok yazarımız aynı özlemle kaleme sarılmıştı.

İnanıyorum ki, devlet, gerekli tedbirleri alacak, milletimiz sağduyuyla davranıp oyuna gelmeyecektir.

Toplum mühendisleri de artık şu gerçeği fark etmeli; iktidara giden yol sandıktan geçiyor. Millete rağmen iktidar dönemleri artık geride kaldı.

Şu kalın kafanıza yazın bunu...

Önemli Not: Geçen Cuma günkü yazımda, Necip Fazıl Kısakürek’in cezaevi günlerinde Osman Zeki Serdengeçti ve Cevat Rıfat Atilhan’la kaldığını anlatırken, “Üstada bundan daha büyük ceza olabilir mi?” demiştim. Üstadın birbirlerini düşman gibi gördükleri kalemlerle aynı hücreye konmasının kasıtlı olduğuna işaret etmek isterken, Atilhan ailesinin bu ifadeleri yanlış yorumlayıp çok üzüldüğünü öğrendim. Niyetim, Atilhan ismini Üzmez’le bir araya getirmek değildir, paylaşmak istedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi