Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Türkiye'nin rolü kolay değil

Türkiye'nin rolü kolay değil

İslam coğrafyasında bir yeniden yapılanma sancısı yaşanıyor.

Türkiye de hem kendi yeniden yapılanmasını yaşıyor, hem İslam coğrafyasındaki yeniden yapılanmanın sağlıklı gelişmesi yönünde çaba sarf ediyor.

Ama işi hiç de kolay değil.

Kendi yeniden yapılanmasını gerçekleştiremezse, "örnek"liği sorgulanacak. Ama kendi yeniden yapılanması da kolay değil. Statüko var, kolay entegre edilemeyecek toplumsal farklılaşmalar ve talepler var ve bütün bunları ahenkli bir yeniden yapılanmaya dönüştürecek güçleriniz sınırlı. Zor bir durum.

Buna rağmen, diğer İslam ülkelerine nazaran, görece daha olumlu bir noktada.

Diyelim, 1946'dan bu yana, "bir ölçüde" yol almış.

Şu anda da hem İslam coğrafyası ile iletişimi daha çok arzulayan hem de diğer siyasi kadrolara göre daha olumlu yönde geliştirecek bir siyasi kadro iktidarda. Üstelik bu kadronun varlığı, İslam coğrafyası tarafından fark ediliyor. Çünkü bu kadro; böyle bir fark edilişin gerçekleşmesi için, 8 yıldan bu yana, olağanüstü üstü çaba sarf ediyor.

Bu alanda, Batıcı, laikçi ya da ulusalcı bir kadronun belki hiç şansı olmayabilirdi, hatta belki onlar, böyle bir gelişmeye Fransız bile kalabilirlerdi ama bu kadronun işi dahi zor.

Zor çünkü İslam coğrafyası denince ortada, tek düze bir yapı yok. En önemlisi de, halklarla yönetimler söz konusu olduğunda, kiminle yan yana, kiminle karşı karşıya durmanız gerektiğini belirlemek son derece zor.

Bu zorluk, en son Libya'da gösterilere dönüşecek boyutta ortaya çıktı.

Muhalif grup, önce Fransız askeri müdahalesini alkışlayarak ortaya çıktı. Orada Türkiye'nin Kaddafi ile muhalefet arasında kalması tepkiye yol açtı. Sonra, Türkiye'nin silahlanmaya mesafeli davranması tepkiye yol açtı. Tepkiler, Türkiye karşıtı pankart taşımaya, Büyükelçiliğe saldırmaya, Büyükelçiliğin tabelasını sökmeye kadar vardı.

Bunlar beklenen gelişmeler miydi?

Evet, öyleydi.

Çünkü karşıda, eski dil ile yeknesak, diğer ifadeyle tek düze bir ülkeler dizisi yok.

İngiltere Başbakanı Cameron, "Dünyadaki birçok sorunlu yapı, İngiliz sömürgeciliğinin ürünü" demiş. Bir anlamda günah çıkarmış. İslam coğrafyasındaki sorunlu yapıda da, İngiliz sömürgeciliğinin, daha genelde Birinci Dünya Savaşı sonrası Batı sömürgeciliğinin dizaynı var. 1960'lara kadar devam etmiş sömürge yapıları. Bunun halkta, yönetim kadrolarında, sistemin yapısında etki yapmamış olması mümkün değil.

Şimdi halklar bir şey istiyor, ama istekler buluşmayabiliyor, yönetimler değişime hazır değil, Türkiye olarak şöyle bir zorluk söz konusu:

- Kesinlikle olan bitenle ilgileneceksiniz.

- Ama dışarıdan yönlendiriyor gibi gözükmeyeceksiniz.

- Yeni Osmanlı çağrışımı yapmayacaksınız.

- Halkın beklentilerini haklı bulmaktasınız, sistem üzerinde halk etkisinin artmasından yana olacaksınız, demokrasi beklentileri bunu gerektiriyor, ama "Halk" derken, daha ne kadar süreceği belli olmayan mevcut yönetimlerle kavgalı duruma da düşmeyeceksiniz.

- Mümkünse mevcut yönetimlerin yeni döneme geçişi kolaylaştırmasını sağlayacaksınız. Bunu yaparken halk, tavrınızı yeterli bulmayacak, yönetimler kendi iktidarlarının sarsılmasından rahatsız olabilecek. Bu iki aradaki dili bulmak kolay değil.

- Hem halklara hem yönetimlere "Dostça" yaklaştığınız izlenimi vermek gibi bir işi başaracaksınız.

- Sonuçta bu ülkeler İslam ülkeleri, İslam'la ilişkilerinin dozu Türkiye'den farklı olabilir. Halkların talebi de Türkiye'den farklı olabilir. Ama bu coğrafyada Batı'nın da çıkarları ve yeniden yapılanma projeleri var. Batı muhtemel ki "Türkiye'nin örnekliği" deyince, bölgeye "demokrasi" yanında "laiklik ihracı"nı da öngörüyor. Bu durum da iktidarın temaslarını, Türkiye'nin laikçi çevreleri ve Batılı karar vericilerin gözetlemesi altına sokuyor.

Bütün bu hassasiyetler içinde bir çalışma yürütülüyor.

Başbakan Erdoğan, oradaki muhalefetin imaj bozucu tavırlarını izale etmek için Libya konusunda açık konuşmak zorunda kaldı.

Cumhurbaşkanı Gül, Mısır'a kadar gitti.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Bahreyn'de, Katar'da (Libya'nın muhalefet temsilcileri ile) ardından Suriye'de peş peşe görüşmeler yaptı.

Belli ki Türkiye, "Biz, herkesin iyiliğini istiyoruz" gibi bir ana mesaj vermek istiyor. Bunu gerçekten de istiyor. Çünkü kendi "stratejik derinliği" içinde mütalaa ettiği bu coğrafyanın sağlıklı olması, Türkiye'nin sırtını, sancılardan kurtulmuş sağlam bir coğrafyaya dayaması anlamına geliyor.

Bu, yine belli ki içinde riskleri ve ümitleri barındıran bir süreç. Belki İslam dünyasının yeniden tarihe doğma sınavı. Bakalım başarabilecek miyiz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Taşgetiren Arşivi