AK Parti ve Alevi Açılımı

AK Parti ve Alevi Açılımı

Dindar bir toplum muyuz? Bazı göstergelere bakarak buna kolayca evet cevabı vermek mümkün. Peki dindar olmakla, dine önem vermek birbirinden farklıdır dersek, aynı kolaylıkla evet diyebilir miyiz.

Türkiye’de toplumun önemli bir kesiminin dine önem verdiği çok açık. Ancak mesele ‘dindarlık’ olunca işler bir hayli karışabilir.
Böylesine dipsiz bucaksız bir tartışmaya girmek niyetinde değilim. Sadece haftasonu elime geçen Alevi Çalıştayları Nihai Raporu’nu okurken, aklıma gelen ilk sorular bunlardı.

Daha önemli bir soru var aslında. Türkiye’de ‘din’ merkezli olduğu düşünülen sorunların gerçekte ne kadarı İslam’la ilgili? Yoksa ‘ulus devlet’ modelinin ortaya çıkardığı/beslediği sorunları dinin üzerine yıkmak işimize mi geliyor?

Nihai rapordan bir alıntıyla başlayabiliriz:

‘Alevi sorunu İnkılâp Kanunları ve ulus devlet yaklaşımının üzerine oturduğu siyasal ve kültürel zemin dikkate alınmadan çözümlenemez. Problemin giderilmesi için başta devletin homojenleştirici kimlik politikaları olmak üzere anayasal düzeyde teminat altına alınmış hususların gerçeklikle buluşturulması gerekir.’

Önce samimiyet

Türkiye’nin bir Alevi meselesi var. Hatta kimilerine göre Kürt meselesinden çok daha derin ve hassas özellikler taşıyor.

Alevi Çalıştayları, AK Parti hükümetinin hassas bir alanda yürüttüğü ‘açılım’ politikasının ilk yapı taşlarını oluşturuyordu. Devlet Bakanı Faruk Çelik, daha ilk toplantıdan itibaren protokol düzeyinde değil, sahici bir ilgi göstererek, sürecin belki de en önemli ilkesini ortaya koydu: Samimiyet. Açılış konuşmasını yapıp ‘yoğun programları’nı takip etmek üzere salondan ayrılmadı Faruk Çelik. Sonuna kadar dinledi, not aldı, müzakerelere katıldı.

Önceki gün bir televizyon programı çıkışında karşılaştık Bakan Çelik’le. Onu dışarıda bekleyen bir grup Alevi vatandaşla olan sohbetini izledim bir kenarda. Sonra beni de aralarına alıp sohbete devam ettiler. Siyasetin gündelik kalıplarını bir hayli aşan, hatta sorunun siyasetin çıkar hesapları yüzünden çözülemediğini ortaya koyan bir çerçevede devam etti konuşmalar.

Güncele değil geleceğe

Kuşkusuz çalıştay sürecinde bir dizi emek ve fedakarlık var. Ama süreci bakanlık adına yürüten değerli akademisyen Necdet Subaşı’nı da özellikle anmak gerekiyor. Nihai raporun sonuna eklenen katılımcı listesinin belirlenmesinde ve herbiri ayrı tartışma konusu olabilecek başlıkların müzakeresinde ve raporun ortaya çıkmasında müthiş bir emek harcadı Subaşı.

Bu çabanın değerini birkaç yüz sayfalık raporu okuyarak ya da ondan bikaç satır söz ederek teslim etmek mümkün değil elbette. Meseleyi sabote etmek üzere hazır kuvvet bekleyenler, çıkarlarını devam ettirebilmek için sorunun devamından yana olanlar, hükümetin Alevileri oyaladığını düşünenler ve daha pekçok engeli aşmak pek de kolay olmadı.

Nihai rapor, kolay, hemen ve ucuz çözümler önermiyor. Aksine meselenin ne denli karmaşık olduğunu, herkesin bir şekilde fedakarlık etmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’dan hizmet almak isteyenden, hiçbir şekilde bağ kurmak istemeyene kadar herkesin taleplerine çözüm arıyor. ‘Diyanet kaldırılsın, bu işler yoluna girer’ gibi tezleri bir ‘çözüm ilacı’ gibi görmek yerine cesurca tartışıyor.

Doğrusu Çalışma Bakanı olduğu dönemde de yaptığı çalışmaları takdirle karşılıyordum, ancak hiç değinme fırsatım olmadı. Ama Faruk Çelik, bu kez de Alevi Çalıştayları sürecini doğru yöneterek, geleceğe dönük eşsiz bir fırsatlar bırakıyor bize.

Teşekkürü de fazlasıyla hak ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi