Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Bu mu sanat... Bunlar mı sanatçı?

Bu mu sanat... Bunlar mı sanatçı?

Melih Gökçek; “Tükürürüm böyle sanatın içine!” dediğinde kıyametler kopmuştu... Hemen “yafta”yı yapıştırmışlardı: “Sanat düşmanı!”
Aslında Melih Gökçek’in, ne “sanata düşman” olmak gibi bir düşüncesi vardı, ne de “sanatçıya saygısızlık” etmek gibi bir amacı!..
Onun tepkisi, “halkın ar ve hâyâ duyguları”nı hiçe sayan, “müstehcen bir heykel”eydi.
Haklıydı da!..
Sen kalkacak; hem bu ülkenin “bütün imkânları”ndan faydalanacak, bu halkın verdiği “para”larla karnını doyuracak, hem de halkın hassasiyetlerini iplemeyeceksin!..
Bu da “sanat” olacak, öyle mi?..
“Tükürürüm böyle sanatın içine?”
TEK YAPTIKLARI HALK DÜŞMANLIĞI!
“Sanat” ve “sanatçı” dediğin; “halkın ufku”nu açar... “Uç mesajlar” verse de, halkı “daha ileri” götürür!.. Ama, asla “halktan kopuk” ve hele hele ona “düşman” hiç olmaz!..
Sanat ve sanatçı dediğin;
“Halkın inanç ve değerleri” ile kavga etmez, hele hele hiç küfretmez; tam aksine “saygılı” davranır!..
Ama günümüzde; “karikatürist”inden tutun da, “ressam, heykeltıraş, sinema ve tiyatro oyuncuları”na varıncaya kadar, “sanatçı” geçinenlerin çoğu, “çelişki”leri dile getirmek, “hicvetmek” veya “mizahî bir üslup” kullanıp “ironi” yapmak yerine, “yontulmamış odun” kabalığında, bodoslamadan “ideoloji” pompalıyor!.. O da, “yerli ideoloji” değil ha!.. “Marksist, Maoist, Leninist ve ateist” ideolojiler pompalıyor!..
“İçinden çıktığı” halkı ve bu halkın “tarihi” ile “değer”lerini aşağılarken, “elin gâvuru”nu göklere çıkarıyor, onlara “övgü”ler yağdırıyor!..
Öyle bir noktaya geldiler ki;
Milletin tarihine “küfretmek”, milletin inancına “hakaret” etmek, milletin örf ve adetleri ile dalga geçmek, kısacası “millet ve değerlerine düşman” olmak, “sanat ve sanatçılık” addedilir oldu!..
“Aykırı” olmaya, bir noktaya kadar sözümüz yok!.. Ama bu aykırılık; “milletin ecdadına, tarihine, namazına ve başörtüsüne düşmanlık” noktasına gelirse, işte orada; “Bir dakika” derim; “Tükürürüm böyle sanatın içine!”
Bir “sanatçı” ki;
“Dün”de donup kalmaz!.. Sanatçı, belki “bugün”ü eleştirebilir ama “yarın”la ilgili hedefler gösterip, insanların “ileriye” bakmasını sağlar!..
Ama, öyle sanatçılar var ki;
Kafaları hâlâ “1940”larda donup kalmış, bir milim bile kıpırdamıyor!.. Kafalarında “beyin” mi var, yoksa kafataslarının içine “beton” mu dökülmüş, belli değil!..
“Hâlâ dün ve din ile savaşıyorlar!”
OSMANLI’YA SÖV, ALMAN’I ÖV!
Bundan bir-iki ay öncesinde;
Bir “eğitim derneği”nden aradılar... Bir “tiyatro bileti” almışlar... “Sizin için de bilet ayırıyoruz” dediler... Ne yalan söyleyeyim, dernek yöneticileri “güvendiğim insanlar” olduğu için, “Hangi oyun?” diye sorma gereği bile duymadım... Zaten o bileti de “derneğe katkım olsun” diye kabul ettim.
Neyse, uzatmayalım.
Gittik, Küçükçekmece’deki Devlet Tiyatrosu’na... Hangi oyun, hâlâ bilmiyorum.
Dedim ya, güvenilir insanlar!..
Girdik içeri, oyun başladı!..
Meğer Aziz Nesin’den uyarlama “Ne Dersin Azizim” isimli bir oyunmuş!..
“Ulan” dedim kendi kendime;
“Ömrün boyunca Aziz Nesin’le uğraştın, şimdi adamın oyununu seyrediyorsun!.. Ne yaman çelişkidir bu!”
Dernek yöneticilerine güvendiğime mi yanayım; “Ayının sevmediği ot burnunun dibinde bitermiş” misali, “sevmediğim bir adam”ın oyununu seyretmek zorunda kaldığıma mı?..
Gelmişken, seyredeyim bari!..
Aman Allah’ım;
Sahneden “mizah” filan değil, resmen ve alenen “ideoloji” pompalanıyor!
Osmanlı’ya öyle bir “hakaret” ediliyor ki; “Eyvah” dedim; “Kendi paramla, kendi ecdadıma hakaret ettirdim!”
Şu hâle bakın;
“Çağ kapatıp çağ açan... Dünyaya merhamet ve adalet götüren... Bilim ve teknolojide döneminin zirvesine ulaşan...” bir Osmanlı ve onun bir paşası; “düşmana taarruz günü”nü tesbit etmek için, affedersiniz “keçinin kıçı”na bakıp, öyle “yön” tayin ediyor.
Açıkçası, Osmanlı aşağılanıyor!..
Buna karşılık, Osmanlı ile ittifak yapan “Alman generali”nin boynunda “dürbün”, elinde de “pusula” ve “harita” var!..
Yani Almanlar “teknoloji”yi takip ediyor, Osmanlı ise “keçinin kıçı”nı!..
Almanlar ilerici, Osmanlı gerici!..
CHP ÇAĞDAŞ, DİNDAR GERİCİ!
Sonra, bir “seçim öncesi” sahnesi!..
CHP’nin belediye başkan adayı fötr şapkalı, kravatlı ve takım elbiseli!..
Dindar adayın ise başı takkeli, eli tesbihli, ayağı ise şalvarlı ve takunyalı!..
Verilen mesaj şu:
CHP’liler ilerici,
Dindarlar gerici ve yobaz!..
Oyunun sonunda, sahnenin önüne “takunya”lar sıralanıyor ve deniliyor ki;
“İşte istikbalimiz!”
Verilen mesajı anlamak için “süper zekâlı” olmaya gerek yok... “En geri zekâlı” biri bile, “AK Parti’nin şahsında millete hakaret edildiğini” anlar!
Anlamıştım, anlayacağımı!..
Daha ışıklar yanmadan terkettim salonu... Görevli, “Çıkamazsınız” dediyse de, “Bunaldım” deyip, kendimi dışarı attım.
Sonra, dernek yöneticilerine dedim ki;
“Bravo size!.. Kendi paramla kendime hakaret ettirdiniz ya, bravo size!”
CHP’YE KEMALİST DESTEĞİ!
Araya bir çok mevzu girdiği için, yediğim “arkadaş kazığı”nı bugüne kadar yazmaya fırsat bulamamıştım... Ancak, Başbakan’ın kızı Sümeyye Erdoğan ve “gelin”inin karşılaştığı “hakaret” ve “CHP’ye destek gecesi”ne katılan “tiyatrocu”ların sözlerinden sonra, yediğim kazığı da kusmak istedim.
Önce “CHP gecesi”nden söz edelim.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun; bir süre önce “Arkamızda durun” demek için davet ettiği toplantıya; Tarık Akan, Rutkay Aziz, Levent Kırca, Okan Bayülgen, Tamer Karadağlı, Erol Günaydın, Metin Akpınar ve gazeteci Uğur Dündar katılmış!..
Bu isimlerin “Kemalist ideoloji”nin temsilcileri olduğunu, “ulusalcı” bir tavır takındıklarını, “Ergenekonculara destek” verdiklerini söylemeye herhalde gerek yok!..
“Zeki-Metin ikilisi”nin kafa yapısını, Gülcan Tezcan, bir yazısında şöyle anlatıyor:
“Metin Akpınar, referandum döneminde canhıraş bir şekilde darbe anayasasına sahip çıkan isimlerin başında geldi.
Zeki Alasya da, Akpınar’dan geri kalmadığını gösterdi son çıkışıyla.
İstanbul Film Festivali’nin açılış töreninde kendisine Yaşam Boyu Onur Ödülü verilen Alasya, ödülünü almak için kürsüye geldiğinde ‘Emek Sineması’nın sahnesinde namaz kılınacaksa hiç açılmasın daha iyi’ sözleriyle 28 Şubat günlerini çağrıştıran bir tavır içine girdi.
Sanki AK Parti iktidarıyla tüm sinema salonları ve tiyatro sahnelerinde namaz kılınıyormuş da, Emek Sineması da benzer bir kaderi yaşayacakmış gibi, hiç yoktan bir korku üreten Alasya, belli ki; hâlâ paranoya yaşıyor!..”
“DARBE VAKTİ GELDİ” AMA!!!
“Aynı çizgide yol alan komedyenlerden Ferhan Şensoy da sahnesinde her fırsatta dindarları küçümseyen, aşağılayan yaklaşımlar sergilemekten geri durmadı. Sanatı Kemalizm’e alet eden Şensoy, tiyatro sahnesinde ‘Darbe vakti geldi, askerden ses yok’ diyebilecek cüreti göstermekten de geri durmadı.
Tiyatro sahnesinde namaz kılanlardan rahatsız olan ama ‘Yapılan 3 darbe ottan-b.tan sebeplerle yapıldı, asıl darbe yapmak için geçerli sebepler şimdi var, ama darbe yapan yok’ cümlesini kurabilen laik, çağdaş, Atatürkçü sanatçılarımızla ne kadar gurur duysak az!
Öyle ya, asker ‘Hazır ol!’ dediğinde muhtemel bir darbeye yargıdaki, üniversitelerdeki cübbelilerden de önce ‘Gözümüz yollarda kaldı’ diyecek bir hazır kıta oluşturmuş kendileri!..
Ali Poyrazoğlu bu ‘hazır kıta’nın en kıdemli isimlerinden... ‘Bankacılar paranın sahte olup olmadığını anlamak için, parayı ışığa doğru tutup içerisinde ATATÜRK filigranı var mı yok mu diye bakarlar. Siz de bir adamın ne mal olduğunu anlamak için, onu ışığa tutun; bakın bakalım içerisinde ATATÜRK var mı, yok mu? İçerisinde ATATÜRK olmayan adamlara iltifat etmeyiniz. Cumhuriyet’e sahip çıkınız’ şeklindeki veciz(!) ifadeleri okurken, Poyrazoğlu’na ne kadar gülsek az!..
Her fırsatta AK Parti’ye ve AK Partililere hakaretler ederken hiç de komik olmayan Müjdat Gezen de laik-Kemalist ideolojinin en güçlü neferlerinden!.. Üstelik diğer meslektaşları gibi sadece oyunlar sahnelemekle kalmıyor, kurduğu tiyatro okuluyla kendi dünya görüşüne uygun sanatçılar yetişmesini sağlıyor.”
SÜMEYYE ERDOĞAN’A TERBİYESİZLİK!
“Sanat” adı altında “ideoloji” pompalayan, halka “kin ve nefret” kusan ve kendilerini “paranoya”dan bir türlü kurtaramayıp, “1940’larda donup kalan” adamları tanıttıktan sonra, gelelim Sümeyye Erdoğan’ın yaşadıklarına...
Efendim; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye ile gelini, geçenlerde “Genç Osman” adlı oyunu izlemek üzere “Devlet Tiyatrosu”na gitmişler!..
Ne var ki; “oyunun aslında olmamasına” rağmen, Tolga Ünsal adlı bir oyuncu; Sümeyye Erdoğan ve yengesine; sırf “başörtülü” oldukları için “müstehcen” hareketler sergileyip, “tacizkâr” sözler kullanmış!..
Bununla da yetinmeyip;
“Haka Dansı”nı andırır “müstehcen” figürler sergilemeye başlamış!..
Bu “hakaret”lere tahammül edemeyen Sümeyye ve gelin hanım, tiyatro salonunu terketmişler... Onlarla birlikte ama onlardan habersiz olarak, 250-300 kadar Çankırı Polis Okulu öğrencisi de, “Tolga Ünsal’ın densizliğini protesto” edip, salonu terketmiş!..
Sümeyye Erdoğan, daha sonra “Facebook” sayfasında, tepkisini şöyle dile getirmiş:
“Bu nasıl bir şımarıklık, nasıl bir kabalık ve faşistlik, hatta nasıl bir cahillik ve medeniyetten nasibini alamamışlık?
Ben sanatı seven, önemseyen ve sadece izleyici olmakla kalmayıp hobi olarak uygulamasında da olan biri olarak bana o terbiyesizliği yapan oyuncuya diyorum ki, sen istediğin kadar başörtülülerden nefret et, görmeye tahammül etme; dünyanın gerçeklerini değiştiremeyeceksin! Ben sanatı sevmeye, tiyatroya gitmeye ve bu sırada başörtülü olmaya da devam edeceğim!.. Bununla ilgili ne yapacaksın??? Her başörtülüye laf atarak mı yaşayacaksın?.. Böyle hoşgörüsüz, kaba bir tavrı sanatın neresine sığdırıyorsun?”
ÖNCE HALKA SAYGI!
Bu olay, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin tarafından soruşturuluyormuş... Çünkü, bir tiyatro oyununu “300 seyircinin birden terketmesi” çok önemli bir olay!.. Kaldı ki; Tolga Ünsal adlı oyuncunun “ilk densizliği” de değilmiş bu!. Bu tür “vukuatı” çokmuş!..
Daha önce de, bazı “başörtülü seyirci”lere aynı hakaretleri yapmış!..
Olay, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın da gündeminde... Bakan Günay, dün dedi ki; “O oyuncuyla ilgili başkalarının da bir çok yakınması oldu. Hatta, rejisörü bile ondan şikâyetçi!.. Halka saygısızlığın sanatta yeri olamaz!.. Halka saygısı olmayan hiçbir davranış, devletin hiçbir kurumunda gerçekleşemez!..”
Demek ki, neymiş;
Önce “halka saygı”yı öğreneceksin!..
Ama, “sanatçı(!)larımız” ortada:
Hem “saygısız”lar, hem “küstah”lar!..
Hem “terbiyesiz”, hem “tahammülsüz”ler!..
Hem “beton kafalı”lar, hem “yobaz”lar!..
Zannediyorlar ki;
“Hak ve halk düşmanı” oyunlarla “sanat” icra ediyorlar!..
Tükürürüm böyle sanatın içine!..
Önce “adam” olun, adam!..

Generallerin suçu ne?
“Hukuk”ta bir kural vardır.. “Sanık” konumundaki herkes, “mahkûm” oluncaya kadar “suçsuz”dur!..
CHP Genel Başkanı Bay Kılıçdaroğlu da; “Ergenekon sanıklarını aday göstermesi”ne yönelik eleştirilere bu “hukuk ilkesi”ni hatırlatarak cevap veriyor: “Onlar henüz sanık, mahkûm olmadılar ki!”
Kılıçdaroğlu, bu “gerekçe”sinde haklıdır...
Gerçekten de; Mehmet Haberal, Mustafa Balbay ve Sinan Aygün, henüz “sanık”tırlar!.. Bay Kılıçdaroğlu, onlara “dokunulmazlık zırhı” geçirmeyi düşünmüş olabilir!..
Bu da anlayışla karşılanabilir.. Ama; hem “milletvekili dokunulmazlığı kalksın” kampanyaları açıp, hem de “Ergenekon sanıklarını dokunulmazlık zırhı ile kurtarma”ya çalışmak, neyin nesidir?..
Bu ne perhiz, bu ne turşu?..
Hadi, diyelim ki; “vatansever bilim adamı, vatansever gazeteci ve vatansever oda başkanı” diyerek Haberal, Balbay ve Aygün gibi “Ergenekon sanıkları”nı kurtardın, peki “Ergenekon örgütü sanığı generaller”in suçu ne?!?
Yoksa onların “suçlu” olduğuna mı inanıyorsun?.. Ya da onların “vatansever” olduğuna inanmıyor musun?.. Değilse, “sanık general”leri niye “aday” yapmadın, onları niye kurtarmaya çalışmadın?..
Oldu olacak, tam “Ergenekon Partisi” olsaydınız!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi