Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Türkçe ezan-Kürtçe ezan!

Türkçe ezan-Kürtçe ezan!

16 Haziran ezanla ilgili iki önemli olayın yıldönümüdür...
Ezan-ı Muhammedi, Bilal-i Habeşi tarafından ilk kez 16 Haziran 622’de okundu...
Ve 18 senelik uzun bir ayrılıktan sonra, Türkiye’de ilk kez 16 Haziran 1950’de tekrar Ezan-ı Muhammedi okunmaya başlandı.
Tarihin içinden geçen bu iki olayın aynı güne rastlamasının sevincini yaşarken, Güneydoğu’nun bazı bölgelerinde “Kürtçe ezan” okunduğu haberi geldi...
İçimiz bir kere daha acıdı, sevincimize kan doğrandı.
“Yarma harekâtı” başladı diye düşünmekten kendimi alamadım...
Çünkü biz bu filmi 1930’lu yıllarda görmüştük: Önce ezan, ardından kamet, ardından sureler değiştirilmişti...
Derken sıra selama gelmiş, “Allah’ın selameti, rahmeti, mağfireti üzerinize olsun” mânâsına gelen “Selamünaleyküm” şeklindeki anlamlı selamın yerine hiçbir anlam içermeyen “günaydın” ve “tünaydın” gelmişti.
Günlük güneşlik bir sabah varsa “günaydın” demek bir parça anlamlı olabilirdi de, havanın çok bulutlu olduğu, ya da güneşin tutulduğu bir esnada bunu söylemek hayata nasıl bir anlam katacaktı? Hele de öğle sonraları için düşünülen “tünaydın”, tümüyle anlamsızdı: “Tün” ne demekti ki?
İlkokuldan beri düşünüyorum hâlâ da çözemedim. Allah’ın adını ağza almamak ve aldırmamak için nasıl da çabalayıp durmuşuz yıllar boyu.
İşin garibi 30’lu yıllarda gidip 50’li yıllarda döndüğümüz bu çıkmaz yola şimdi de BDP girdi.
Bu bir süreç: BDP, ya da PKK, önce Cuma namazlarını ayırarak başladı süreci işletmeye: “Devlet imamlarının arkasında namaz kılmayız” dediler ve devletten hâlâ maaş alan emekli imamların arkasında saf tuttular...
Camiin imamı devletten maaş aldığı için “devletin imamı” oluyorsa, sizin arkasında namaz kıldığınız emekli imam kimin imamı oluyor? O da “devletin emekli imamı”...
İnsan merak ediyor: Bu eyleme öncülük eden BDP milletvekilleri, kuyusunu kazdıkları “devletten maaş” almıyorlar mı?.. Ya da şöyle soralım: Devlet dairelerinde işlem yaptırmıyorlar mı?.. Ceplerinde “Türkiye Cumhuriyeti pasaportu” ya da kimliği taşımıyorlar mı? Belli ki “niyet üzüm yemek değil, bağcı dövmek!” Silahla bölemedikleri “kardeş”leri, ezanla, selamla bölmek...
Geçenlerde kitaplarımı imzalamak üzere gittiğim Diyarbakır’da yürürken, iki genç on adım kadar önümde giden Mehmed Altan Hoca’yı fark edince, “Ahmet Altan Diyarbakır’da vay be!” dediler.
“Ahmet Altan değil Mehmet Altan” diye düzelttim, gülümseyerek...
Döner dönmez göz göze geldik. Gelir gelmez de, ikisinin ağzından aynı anda aynı “Vay Yavuz Hocam, selamünaleyküm!..” çığlığı düştü.
Doğu insanımız kibardır, hürmetlidir. Büyüklük gösterip el öpmeye davranınca, ikisine birden sarıldım.
Söyler misiniz lütfen: O selamı Kürtçe verseler kala kalmaz mıydım?
Yani selam, Kürtlerle Türkler arasındaki en kalıcı iletişim dilidir. Ezan da öyle: Şimdi bu ortak iletişim dilini bertaraf etmeye çalışıyorlar. Kırk yıldır topla tüfekle, hile-hurda ile ve kırk bin kişinin kanıyla yapamadıklarını böylece yapacaklar.
1932’de CHP tarafından ezanı Türkçeleştirmenin kılıfı, “Ne söylendiğinin anlaşılması”ydı, şimdi de öyle...
Fakat eski dönemin fikir babalarından Falih Rıfkı Atay, “Çankaya” ismiyle yayınladığı hatıralarında asıl amacın “dinde reform yapmak” olduğunu söylüyor.
Bence ondan ibaret değil: Asıl amaç, “Cumhuriyet Çocuğu”nu hem dininden, hem tarihinden, hem de “kardeşlik” bağlarıyla bağlı bulunduğu Müslümanlardan koparmaktı.
Bu projeyi “Türk dindar”larla “Kürt dindar”lar el ele paramparça etti...
BDP’nin projesini de birlikte paramparça edeceğiz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi