Hüseyin Deniz

Hüseyin Deniz

Dış borçlarımız da özelleşiyor…

Dış borçlarımız da özelleşiyor…

Ülkemizin dış borçları enteresan veriler içerir. Hemen her istatistikî veride olduğu gibi ülkemizin dış borçları verilerinde de çoğu kişi –maalesef- bulunduğu kampa göre bunları yorumlar. Bir grup görme özürlünün, filin bambaşka yerlerine dokunarak fili tarif etmeye kalkışması gibi birbirine taban tabana zıt yorumlar yapılmasının nedeni de bu sebeptendir. Kimisi, dış borçların arttığını ama bunların çoğunun devletin değil özel sektörün borcu olduğunu söyleyip pembe tablolar çizer, kimisi de tabloyu en ham haliyle yorumlayıp felaket tellallığı yapar.

Biz şimdi bu verileri mümkün olan en sade şekle sokup, pembe tablo çizmek yahut felaket çığırtkanlığı yapmak derdine düşmeden sadece olan biteni anlamaya çalışalım.

Birazdan üzerinde konuşacağımız ülkemizin dış borç verilerindeki temel kaynağımız Hazine Müsteşarlığı’nın 4 Temmuz’da güncellediği yayını “Türkiye Ekonomisi”dir.

Türkiye’nin dış borcu dendiğinde bu borcu yapan temelde iki sektör vardır. İlki devlet (kamu borcu), diğeri ise özel sektör borcudur. “Özel sektör borcu neden Türkiye’nin dış borcu sayılıyor” sorusuna verilebilecek en özet cevap ise şudur: “bu borçların kefili devlettir. Borç, sadece borcu alanın değil, aynı zamanda onun geri ödeneceğine kefil olanın da borcudur.” Bu bilgiden sonra dış borç yapısına baktığımızda özel sektörün toplam dış borçlar içerisinde 2005 yılında ağırlığı % 54 iken bu yıl Mart sonu itibarıyla % 67’ye çıktığını görüyoruz. Devletin borcunun azaldığı anlamına gelmiyor bu; özel sektör devletten daha fazla borçlanıyor yıllardır. Bu yüzden dış borçlarımız içinde devletin borcunun ağırlığı azalırken borçlarımızı özel sektör sürekli arttırıp, deyim yerindeyse dış borçlarımızı özelleştiriyor.

Cari açığın tehlikeli bir hal aldığı hükümet tarafından bile kabul edilip alınacak tedbirler konuşulurken bazıları da cari açığın kriz simsarları tarafından tehlikeli bir boyuta ulaşmış gibi gösterildiğini, aslında ortada tehlikeli bir durum olmadığını iddia ediyor. Bunu söyleyenlerin en büyük iddiası ise özel sektörün borçlarının yapısının daha da kısa vadeli hale gelmesi. Hâlbuki en son verilere göre özel sektör kısa vadeli borçlarının ağırlığı “inanılmaz artmış” durumda değil. Hatta 2005 yılında % 40 olan kısa vadeli borç oranı bugün % 37’ye düşmüş durumda özel sektörün dış borçlarında. Tam tersine, devletin borçları içindeki kısa vadeli olanların ağırlığı ise geçen dört yıl neredeyse sıfır iken 2010 ve 2011 ilk çeyrek sonu itibarıyla % 5’e çıktı. “Devletin kısa vadeli dış borcu sadece 4,9 milyar dolar. Özel sektörün kısa vadeli borcu ise 70 milyar dolar” diyerek sadece rakamlar üzerinden durumu açıklamaya çalışmak son derece yanıltıcı. Kriz simsarları herkesin malumu, ancak bunları öne sürmeye çalışarak cari açığı küçümsemek yahut başka mecralara çekmek pek doğru bir davranış değil.

Kamu dış borçlarımızda son durum ise özet olarak şundan ibaret; 2002’de 257 milyar TL olan kamu brüt borçlarımız % 93 artarak 2010 sonunda 497 milyar TL oldu. Merkez Bankası varlıklarını, kamu mevduatını ve işsizlik sigortasında biriken tüm meblağı toplayıp borçlarımızdan düşsek bile net 318 milyar TL borcumuz var. Kamu borcu da görüldüğü üzere sürekli artmakta ancak tabi ki bardağın yarısı da dolu. Dolu tarafa da bakmak gerekirse; 2002 yılında bu borçlarımız Gayrı Safi Yurtiçi Hâsıla’mızın % 62 sine karşılık geliyorken bu oran % 29’a düşmüş durumda. Yetersiz seviyede ama en azından borçlanma hızımızdan daha fazla üretim yapabiliyoruz artık. Borçlanırken ödediğimiz faiz oranları hem Türk Lirası’nda hem de dövizde düştü. 2002’de Euro’ya %10 faiz öderken bu faiz oranı bugün % 5’e düştü sözgelimi. Bu sayede de devlet, 2002’de topladığı 100 TL verginin 86’sını faize verirken, bu oran bugün 23’e düştü. Sevindirici olan bir diğer husus ise uzun zamandır para almadığımız IMF’ye borcumuz iki yıl içerisinde sıfırlanmış olacak mevcut ödeme planına göre.

İstatistik önemli bir bilim. Kim nereden bakıp neyi görmek istiyorsa rahatlıkla verileri o şekilde aktarabiliyor. Politik istatistik ise maalesef bizde de giderek yaygınlaşmaya başladı. Politik istatistik nedir, Winston Churchill’in özetiyle: “Delikanlı, parlamento üyesi olmak istediğini anlıyorum. Öğrenmen gereken ilk ders; ben bebek ölümlerinin oranları hakkında istatistiksel bir rapor istediğimde, benim bütün istediğim, benim başbakanlığım döneminde ölen bebeklerin sayısının başka birinin başbakanlığı dönemindekilerden daha az olduğunun kanıtıdır. Politik istatistik budur."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Deniz Arşivi